"Âdâb-ı tarikat ve evrâd-ı tasavvuf, o ferâizin içindeki hakikî zevke medar-ı teselli olmalı, menşe olmamalı." cümlesini izah eder misiniz?
Değerli Kardeşimiz;
"Âdâb-ı tarikat ve evrâd-ı tasavvuf, o ferâizin içindeki hakikî zevke medar-ı teselli olmalı, menşe olmamalı. Yani, tekkesi, camideki namazın zevkine ve tâdil-i erkânına vesile olmalı; yoksa, camideki namazı çabuk, resmî kılıp, hakikî zevkini ve kemâlini tekkede bulmayı düşünen, hakikatten uzaklaşıyor."(1)
Tarikatların adâbı ve virdleri, farz olan ibadetlere teşvik ve terğib etmek için vardır. Yoksa tarikat adâbı ve virdleri farzlardan daha mühim ve esas gaye olarak görülmemelidir.
Tarikatların maksadı şeriata hizmet etmek, şeriatın emir ve yasaklarına hassasiyet göstermek, ihlas ile yapmak içindir. Yani şeriat maksad, tarikat ise bu maksada hizmet eden bir vesiledir. Vesileyi maksadın yerine koymak azim bir hatadır.
Meselâ, bir sufi tarikatın adâbını huşû ve huzur içinde yaparken, onu sünnetten daha ehemmiyetli görüp farzlarını yarım yamalak yapıp, sünnetleri terk ediyorsa, bu sufi büyük bir vartanın yani tehlikenin içinde demektir. Çünkü sünnet şeriatın emridir, tarikat adâbı ise ayet veya sünnetten çıkarılan hususî bir yoldur. Hususî bir yola ve te’vile gösterilen itina ve ihtimam şeriata gösterilmiyor ise, burada eksen kayması var, demektir.
Bir sufi zikir halkasına katılmayı, farz olan ibadetlerden daha neşeli, daha huzurlu daha feyizli ve daha zevkli görüyor ise, burada bir inhiraf ve bir hata var, demektir. Halbuki zikir halkası farz namazları ve ibadetleri daha huzurlu, daha feyizli ve daha zevkli eda edebilmek içindir.
Mesela; Adana'da vazife yapan bir memur, bir seminere veya eğitime katılması için Ankara’ya gitmesi mecburi kılınmış olsun. Bu kimse bu mecburi vazife için yola çıkıyor ve İstanbul’a giden bir otobüse biniyor. Otobüsün içinde gayet eğlenceli ve zevkli oyunlar oynanıyor. Bu memur asıl maksadını unutup eğlencelere dalıyor ve Ankara’da inmeyip İstanbul’a gidiyor.
İşte bir sufi, tarikat otobüsüne şeriata gitmek, onu daha iyi yaşamak için binmeli, otobüsün kendisine meftun olmak için değil...
Bu varta sadece ehl-i tarikat için değil, bütün cemaatler için de geçerlidir. Mesela bir Nur talebesi, namazını tadil-i erkâna riayet etmeden hızlıca kılıp, dersi hûşû ile dinlese bu da büyük bir vartadır. Risale-i Nuru okumak ve derslere katılmak, farzları şevkle yapmak, namazı hûşû ile kılmak içindir. Yoksa okumalarımız, derslerimiz ve sair faaliyetlerimiz esas, şeriatın emirleri ikinci derecede olursa, hem şeriate hem de Risalelerin vermek istediği ulvi hakikatlere muhalefet etmiş oluruz.
(1) bk. Mektubat, Yirmi Dokuzuncu Mektup, Dokuzuncu Kısım.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü
Yorumlar
Allah razı olsun. Teşekkür ederim. Özellikle son paragraf için... Çünkü Nur gruplarının da, özellikle şu son on yıllarda bilmesi gereken önemli bir noktayı tebarüz ettirmişsiniz. Zaten Risale-i Nur, Hz. Üstad'ın tabiri ile "dava değil, dava içinde bürhandır." Ahir zamanın son demlerinde Allah'ın emir ve yasaklarına uyma noktasında günümüz insanı üzerinde çok etkili oluyor. Yeter ki Nur Talebeleri de ellerindeki bu nimetin şükrünü yerine getirebilsinler. Bence bu da ancak, o esasları hayat pratiğine geçirmekle ve şeriatın emir ve yasaklarına, belki de diğer insanlardan çok daha titiz bir şekilde uymakla mümkün olur. Aksi halde Cenab-ı Hak bu nimeti geri alabilir ve layık olanlara verir. Cenab-ı Hak beni ve cümlemizi böyle bir sondan korusun, istikametten ayırmasın. Amin.