Allah'ın ezeliyet ve ebediyetini bilimsel olarak anlamak mümkün mü; mümkünse nasıldır?
Değerli Kardeşimiz;
Bilimselden kast edilen mana akli ve mantıki deliler ise, bu mümkündür. Yok, bir takım deney ve tahlil vasıtaları ile ispat edilmek kast ediliyor ise, bu mümkün değildir. Zira bilim beş duyu ile hissedilen ve laboratuara deney olabilecek maddi şeyler üzerinde durur. Allah’ın zatı ve sıfatları bilimin değil, felsefe ve dinin konusudur. Bu yüzden bilimsel metotlara konu olamaz.
Fen ilimleri, maddi ve cismani varlıkları gözlem ve tecrübeye dayalı metotlarla inceleyen bir bilim dalıdır. Ezeliyet ve ebediyet, cisim ve maddi şeylerden münezzeh konular olduğu için, bilimsel bir disiplin ve deney ile ispat edilemez. Ama mantık ve akli muhakeme ile kati bir şekilde ispat edilebilir. Nitekim ilm-i kelam alimleri bu meseleyi çok kati bir şekilde ispat etmişlerdir. Ama bir takım bilimsel önerme ve veriler vasıta olarak mantık ve aklın eline verilebilir.
Akli ve mantıki delillerden birkaç tanesini nümune olarak takdim edelim.
İmkan, kelime olarak: Varlığı mümkün olan şeylere denir. Yani, var olması ile yok olması eşit olan demektir. Bu eşitlikten var olanlara, vaki; yok olanlara da mümkün denir. İşte bu eşitliği bozmak ancak ve ancak mümkinat cinsinden olmayan Vacip bir vücutla mümkündür.
Zira mümkünün, mümküne illet, yani sebep olması imkansızdır. Yoksa devir ve teselsül dediğimiz, mantıksız şeyleri kabul etmemiz gerekir ki, bu da muhaldir.
Devir: Mümkün bir şeyin, mümkün olan bir şeyi varlık alanına çıkarması demektir ki, bu da batıldır. Buna şöyle bir temsille işaret edelim:
A okuluna kayıt yaptıracaksın ve müracaat ettin. A okulu dedi ki kayıt şartımız, B okuluna kayıt belgesidir. Sen hemen B okuluna gittin. Onlar da dedi ki; kayıt şartımız A okuluna kayıt olmanızdır. Böyle bir durumda senin, her iki okula da kayıt olman ebediyen imkansız hale gelir. İşte devir, yani, kısır döngü denilen şey budur.
Şimdi varlık sahasına çıkmamış bir mümkün, nasıl olur da başka bir mümkünün varlık sahasına çıkmasına sebep olabilir. Önce kendisi, bir varlığa kavuşsun, sonra başka mümküne illet ve sebep olsun. Buradan açıkça anlaşılır ki: Mümkün, mümküne sebep olup yaratıcılık yapamaz.
Teselsül: O sebep, bu sebepten, bu sebep, şu sebepten diyerek sonsuza giden bir sebep sonuç zinciri kabul etmek demektir ki, bu da aklın kabul etmeyeceği imkansızlar sınıfındandır. Teselsülün batıl bir fikir olduğunu kelam alimleri arşi ve süllemi denilen on iki delille çürütmüşlerdir. Biz numune olarak bir kaçını buraya alalım.
Burhan-i Tatbik: Birbirlerine eşit olan iki miktarın birinden muayyen miktar çıkarılınca, eşitlik bozulur. İki sonsuz silsilesi de birbirine eşittir. İki sonsuz silsilesinin birinden belli bir kısım çıkarılınca, bunların eşitliği bozulur.
Bir cemiyet silsilesinden bazı parçalar çıkarılınca, kalan kısım o silsilenin tamamından küçüktür.
Kelamcılar, son ma'lûlden başlamak üzere, mazi cihetine doğru giden bir illet ma'lûl-silsilesi, ayrıca buna nisbetle bir kaç halka (mesela beş halka) geride bitmiş başka bir illet-malûl zincirini tasavvur ederler. Teselsül zincirinde her halka kendisinden öncekine nisbetle ma'lûl, kendisinden sonrakine göre illet (sebep) tir.
Mesela, iki halka düşünelim, biri fillerin halkası ki, halen de devam ediyor. Bu birinci halka olsun. Bir de dinazorların türünün halkası olsun. Bu ikinci halka kesildi ve bitti. Bu iki türü ve halkayı, maziye uzanan iki çizgi ve hat olarak düşünecek olursak, birbiri ile hizaladığımız zaman, dinazor halkası, fil halkasından kısa olduğu anlaşılır. O zaman, ezeliyet manası da olmaz. Zira ezeliyette noksan ve eksik kavramı olamayacağı için bu türlerin de ezeliyete gitmesinin imkansız olduğu anlaşılır. Filler halkası diğer halka ile nispet edilebildiğine göre, bu da ezeli olamaz, fazlalık ve eksiklik kavramı ezeliyet ile bağdaşmaz.
Burhân-ı Tezâyüf: Bu delil, hadiselerin illet ve ma'lûl sayılarının birbirine eşit olmaması esasına dayanır. Teselsül ve devirde mantık, sebeplerin sonsuza denk gitmesi demektir. O zaman her sonuç için bir sebep sonsuza dek gitmek gerekir. Halbuki her netice için bir sebep olmadığına göre ve sebeb ve sonuçlar sayı bakımından birbirine denk olmadığı için, o zaman ezeliyet cihetine gidilemez. Bir tarlaya iki çuval tohum atarsın on ton buğday alırsın.
Geriye tek seçenek kalıyor. O da mümkünat sınıfından olmayan, varlığı ezeli ve ebedi olan Allah, bu eşitlik dengesini bozuyor, yani varlık ve yokluk seçeneklerinden birini ezeli iradesi ile seçip, mümkünü varlık sahasına çıkarıyor. Kendisi zaten ezeli bir varlık sahibi olduğu için, başka bir sebebe ya da illete muhtaç olmuyor. İşte imkan delilinin özü bundan ibarettir.
Bu konuların detaylı izah ve açıklaması için şu risalelere bakmanızı tavsiye ederiz:
- Yirmi Üçüncü Lem'a,
- Otuzuncu Lem'a,
- Otuz Üçüncü Söz Yirmi Dokuzuncu Penceresi,
- Yedinci Şua (Ayetü'l-Kübra Risalesi)
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü
Yorumlar