Allah'ın ilim sıfatının şumulüne mümteniatın da girdiği ifade edilmiş. Vücud-u ilmîsi dahi olmayan mümteniatın adem-i mutlak olması nedeni ile ilim sıfatının şumulünde olmadığını biliyordum?
Değerli Kardeşimiz;
Allah’ın ezelî ve ebedî olan sıfatları, taalluk noktasından farklı farklı tecelli ederler.
İlim ve Kelam Sıfatı: Varlığın hem vacib hem mümkün hem de mümteni olan kısmına tecelli eder. Yani Allah’ın ilmi hem kendini, hem mümkünü, hem de muhali ihata eder. Kelam sıfatı da aynı ilim gibidir.
İrade ve Kudret Sıfatı: Varlığın sadece mümkün sınıfına taalluk ve tecelli eder. Vacib ve mümteni sınıflara tecelli ve taallukları yoktur. Şayet olsa idi; Allah’ın kendi Zatı ve sıfatları hakkında tebdil ve tagayyürü aynı zamanda mahlûkatı ilah yapmak gibi şeyler caiz olurdu. Bu sebeple bu iki sıfat sadece mümkünde tecelli ve taalluk ederler.
Sem’ ve Basar Sıfatı: Bu sıfatlar mümkün içinde sadece mevcut sınıfında tecelli eder. Yani madum sınıfında tecelli ve taallukları yoktur. Zaten madum, olmayan demek olduğu için, görülmesi ve işitilmesi söz konusu değildir.
Evvela, yukarıda takdim etmiş olduğumuz tasnif, Ehl-i sünnetin kelam kitaplarından iktibastır, şahsî bir kanaat ya da te’vil değildir. Bu tasnifin teferruatı için Ömer Nasuhi Bilmen Hocanın "Muvazzah İlm-i Kelam" kitabına bakabilirsiniz.
İkincisi, mümteni’in bilinmesi ya da ilme taalluk etmesi ona varlık kazandırmaz... Mümteni’in bilinmesinden maksat, onun imkânsızlığını bilmektir. Yoksa mümteni var da öylece biliniyor demek değildir. Olacakları bilmek nasıl mümkün ve makul ise, olmayacak şeyleri bilmek de o nisbette mümkün ve makuldür. Ezelî ilmin, bir şeyin imkânsızlığını bilmemesi düşünülemez.
Mesela, bir insanın ilah olması mümtenidir, yani imkânsızdır ve bunun imkânsızlığını gösteren çok incelik ve mânalar vardır. İşte ezelî ilmin, bu imkânsızlığın incelik ve manalarını bilmesine ilmin mümteni şeye taalluk etmesi deniyor.
Üçüncüsü, vücud-u ilmîde sadece mümkünler değil, mümkün olmayan mücerred mâna ve incelikler de bulunuyor. Meselâ; Karadeniz’in pekmez ya da süt olması benim aklımda bir ihtimal olarak bulunuyor. Bu ihtimalin zihinde olması Karadeniz’in hakikatte pekmez ya da süt olmasını iktiza etmiyor. Ya da benim kafamda sonsuz kudret sahibi olmak tasavvur olarak bulunuyor, ama bu tasavvurun imkân sahasında bir karşılığı bulunmuyor. Sırf imkân sahasında karşılığı bulunmuyor diye bu tasavvuru zihinde inkâr etmek makul değildir. İnsan mümteni bir şeyi de kafasında tasavvur edebilir ki, bu da bir ilimdir ve bilmektir. Hatta çokları bu tasavvuru imkanat ile karıştırıp, ilahlık dava etmişler. Firavun gibi.
Dördüncüsü, itikad gibi hassas ve ciddiyet isteyen konularda bilgi sahibi olmadan, fikir sahibi olmak çok tehlikeli olabilir. Bu yüzden, "ben böyle anlıyorum, ben böyle biliyorum" demek yerine, mizanımız olan şeriata müracaat edip, meseleleri oradan iyice öğrenmeli, ondan sonra fikir sahibi olmalıyız.
Evet, mihenk ve mizan şeriat ve ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarıdır. Fikir ve itikatlar, bu mihenk ve mizana uygun olmalıdır. Tahkik mesleği bunu iktiza ediyor.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü
Yorumlar
'Sem' ve 'Basar' sıfatlarının varlığın vacip kısmı ile ilgili tecelli ve taallukları hakkında bilgi verir misiniz?
Allah’ın ilim sıfatı var olan, var olması mümkün olan ve var olması asla mümkün olmayan her şeyi bilir. İlim sıfatından bir şeyin istisna edilmesi cehaleti gerektirir ki bu da Allah açısından caiz olmaz.
İlahi ilim muhal şeylere taalluk etmez demek Allah olması imkansız olan şeyleri bilemez demek gibi bir garabet olur. Oysa imkansız olan şeyleri insan aklı bile bilebiliyor. Mesela bir karıncanın İlah olması mümteni ve muhaldir bunu Allah’ta bilir kulda bilir.
İlim ve kelam sıfatı mümteni şeylere (şey ifadesi varlık anlamında değil tanımlama için) taalluk eder bu gibi şeylere taalluk etmesi için varlıklarının olması gerekmiyor. Hiç olmayan bir şeye hitap edebiliriz mesela ey dokuz başlı ejderha diyebiliriz ey Uzza Lat diye dua eden ahmaklar bile çıkmış.
Görmek ve işitmek öyle değildir ancak var olan bir şey görülüp işitilebilir. Ben dokuz başlı ejderha gördün hatta sesini de işittim desem bu yalan olur olmayan bir şey ne görülebilir ne de işitilebilir.
"İlim maaluma tabidir" Allah tabi ki de her şeyi bilir ama mümteni olanları bilir demek imkansızlığını mı? Bilir demek çünkü ortada bir maalum yok...
Vacip varlıktan kasıt, mutlak yaratıcı olan Allah’tır. Mutlak olanın mahiyeti bilinemez; sadece böyle olmalı der ve bırakırız. Allah’ın zatı gibi diğer tüm sıfatları da vaciptir. Vacip olanın istisnası olmaz, istisnayı kaldırmaz. Mesela, “Allah kainatın her yerindedir ama şu noktada yoktur” desek, mutlakiyetin tanımına aykırı düşer. İstisnası olan mutlak olamaz.
Aynı şekilde, Allah’ın tüm sıfatları da mutlak olmak zorundadır. Şuraya taallukları yok denilemez; istisna kaldırmazlar çünkü. Bu bir.
İkincisi, “Allah’ın sıfatlarının kendi zatına taalluku var mıdır?” sorusu da problemlidir. “Allah kaldıramayacağı taşı yaratabilir mi?” sorusu gibi mantıksız bir sorudur; çünkü görecelilik mahluk alem için geçerlidir. Vacip alem için de geçerliymiş gibi sorulması mantıki çelişki içerir. Allah’ın sıfatlarının kendisine taalluk etmesi ile ilgili sorulan soru da böyle bir paradoksa yol açar. Cevaplanamaz çünkü bu sorunun hakikatte bir karşılığı yok. Mutlak olanın mutlaka taalluku var mı? demek gibi tutarsız ve anlamsız bir cümleden başka bir şey olamaz.
Üçüncüsü, tecelli demek, mutlak kaynaktaki irade, ilim ve kudret gibi yine kendileri de mutlak olan sıfatların, mahluk aleme tenzil ve tezahür etmesidir. Allah irade ve emir eder, mahluk alemde bir varlığa vücud verir. Tecelliden kasıt mahluk alemde karşılığı olan bir iş ve fiildir. Dolayısı ile, “Allah’ın şu sıfatı kendisine tecelli eder mi?” sorusu da anlamsız bir sorudur. Vacip varlık dairesi mahluk değil ki, “Orada tecelli var mı?” diye sorabilelim.
Bunu tüm diğer sıfatlara kıyas edebilirsiniz.
Selamlar.