"Atâ", "kaza" ve "kader" kavramları hakkında bilgi verir misiniz? Levh-i mahv ve isbat ne demektir ve nasıl değişir, ayrıca bu değişimlerin ata ile alakası var mıdır?
Değerli Kardeşimiz;
CENAB-I HAKK’IN atâ, kaza ve kader namında üç kanunu var. "Atâ, kaza kanununu, kaza da kaderi bozar." hakikatinin izahı:
Atâ, bir şey hakkında verilen kararın iptali ve hükmün kaza edilmekten afvedilmesi, şeklinde tarif edilmektedir. Atâ denilince, O Rahîm-i Kerîm’in ve Gafûru’r-Rahîm’in af ve ihsanı anlaşılır.Atânın kaza kanununu, kazanın da kaderi bozmasını şöyle açıklayabiliriz:
Bir padişahın umumî kanunları yanında bir de belli günlerde tatbik ettiği af ve atâ kanunu vardır. Padişah o günlerde, suçlulardan bir kısmını afveder, diğer bir kısmının cezalarını hafifleştirir, bir kısım raiyetinin ise rütbelerini yükseltir ve maaşlarını artırır. İşte, daha önce umumî kanunla takdir edilen ceza, rütbe ve maaşlar bu atâ kanunuyla yürürlükten kaldırılmış olur.
Meselâ, bir şakînin işlediği bir suça karşılık on yıl hapis yatması takdir edilmiş olsun. Atâ kanunuyla bu cezanın afvedilmesi hâlinde artık ceza infaz edilmez ve atâ, kaza kanununu bozmuş olur. Cezanın kaza edilmemesiyle de kader kanunu, yâni onun suçuna mukabil takdir edilen on yıllık hapis cezası bozulmuş olmaktadır. İşte, bu misâl gibi, insanların işledikleri günahlara karşılık, kendilerine takdir edilen uhrevî cezalar Cenâb-ı Hakk’ın atâ kanunuyla, yâni O’nun af ve ihsanıyla kaza edilmekten alıkonmakta ve böylece atâ kanunu, kaza kanununu bozmaktadır. Aynı şekilde, kazanın bozulmasıyla kader kanunu da bozulmuş, takdir edilen ceza değişikliğe uğramış olmaktadır.
Diğer taraftan, atâ, kaza kanununun şümûlünden ihraçtır, denmektedir. Şöyle ki, bir günah için takdir edilen ceza küllî bir kanun iledir. Yâni, şu suçu işleyene şu ceza verilir, şeklindeki takdir, küllîdir. Söz konusu suçu işleyen bir kimsenin tövbe etmesi hâlinde, günahının affedilmesi ile kaza kanununun şümûlünden bir ihraç durumu hâsıl olmaktadır. Bu ise aynı zamanda, kader kanununun külliyetinden bir ihraç mânâsındadır.
Yukarıda açıklamaya çalıştığımız kaide, kaderin değişip değişmediği sorusunu hatıra getirmektedir. Bu noktada şunu ifâde edelim ki, İlm-i İlâhî’nin değişmesi muhaldir. Ezelden ebede kadar olmuş ve olacak bütün hâdiseler gibi, atâ kanununun tatbikatı da o ilmin şümûlündedir. Bu kader değişmez. Değişiklikler Levh-i Mahv ve isbat’ta olmaktadır. Önce takdir edilen nice cezalar, daha sonra tövbe vesilesiyle ve atâ kanunu ile affedilmekte, Levh-i Mahv ve isbat’tan silinmekte ve kaza edilmemektedir. Nitekim bir âyet-i kerîmede şöyle buyurulmaktadır:
“Allah dilediği şeyi mahveder ve dilediğini isbat eder. Nezdinde kitabın aslı olan Levh-i Mahfûz vardır.” (Ra’d, 13/39)
Levh-i mahv ispat Üstadın ifadesiyle;
"Levh-i Mahv-İsbat" ise, sabit ve daim olan Levh-i Mahfuz-u A'zam'ın daire-i mümkinatta, yani mevt ve hayata, vücud ve fenaya daima mazhar olan eşyada mütebeddil bir defteri ve yazar bozar bir tahtasıdır ki, hakikat-ı zaman odur."
Öğretmen ilmindeki manaları yansıtmak için tahtayı kullanır. Tahta doldukça siler, yeni manaları yazar. Temsilde hata olmasın, yüce Allah da ilmindeki manalardan zamanın sayfasında yazmakta, yazdıklarını silip yeni yeni manaları göstermektedir. Eşyanın Allahın ilmindeki halinde zaman söz konusu değildir.
Ezel ebed beraberdir. Ama bunların şu vücud sayfasında yazılmaları belli bir tertip ve sıra iledir, böylece "zaman" ortaya çıkmaktadır. Ezbere bildiğimiz bir şiirin başı ve sonu ilmimizde beraberce bulunur. Ama bunu söylemeye veya yazmaya başladığımızda belli bir sıra ortaya çıkar.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü
Yorumlar
Levh-î Mahfuz da olan takdirat değişmez.. Ancak Levh-î Mahv ve ispatta ki takdirat değişebilir. Zirâ Levh-î Mahv ve ispatta olan mukadderât belli şartlara bağlı olarak gelmektedir. O şartların gerçekleşip gerçekleşmemesi, mukadderâtı etkiler. Mesela; gelecek bir musibet, kişinin davranışlarına bağlanabilir. Şunu yapar ise veya şunu yapmaz ise şeklinde bir şart olabilir. İşte o şartın tahakkuk edip etmemesine bağlı olarak mukadderât ya gerçekleşir veya gerçekleşmez. Ancak Levh-i Mahfuz da ise nihâi sonuç bellidir. Değişiklik mümkün değildir.
Üstadın 16. Lem'a'da geçen şu ifâdelerine bakalım: "Bazen belâ nâzil oluyor; gelirken karşısına sadaka çıkar, geri çevirir."
Şu hâdisin sırrı gösteriyor ki, mukadderât, bazı şerâitle vukua gelirken geri kalır. Demek, ehl-i keşfin muttâlî olduğu mukadderât mutlak olmadığını, belki bazı şerâitle mukayyet bulunduğunu ve o şerâitin vuku bulmamasıyla o hâdise de vukua gelmiyor. Fakat o hâdise, ecel-i muallâk gibi, Levh-i Ezelînin bir nevi defteri hükmünde olan Levh-î Mahv-İspatta mukadder olarak yazılmıştır. Gâyet nâdir olarak Levh-î Ezelî'ye kadar keşif çıkar. Ekseri oraya çıkamıyor.
Öncelikle şunu bilelim ki, Allah hakkıımızda bir şey yazdığı için biz onu işliyor değiliz. Allah ne yapacağımızı, daha önceden bildiği için, yazmıştır. Yani yazılanlar bizim yaptığımız şeylerin ifadesidir, yoksa, yapacağımız şeyler değildir. Diğer sorunuz için de Levhi mahv ve ispat ile Levhi mahfuz arasındaki farkı bilmek icab etmektedir.
Cevabı gayet açık görünüyor. Zira en son karar Levhi mahfuzda yazıyor. Artık şu soru sorulamaz: Levhi mahfuzda; "kırılmayacaktır" yazılı iken, Levhi Mahv ve İspatta ise hüküm tersi olabilir mi?
evet izah gerçekten çok hoş olmuş...yani anladığım kadarıyla levh-i mahv ve isbat,ALLAH ın yazar bozar bir levhasıdır...levh-i mahfuz ise herşeyin yazılı olduğu en son hali dir..yani levh-i mahfuz değişmez fakat diğeri değişir...doğru anlamışmıyım izah edermisiniz..
Değerli Kardeşimiz; evet doğru anlamışsınız. Selam ve dua ile...