"Bahusus, menfî iki cihet-i zaafla hariç cereyanın kuvvetine bir alet-i laya'kıl olur... Bahusus iki cihetle kuvveti, hariç cereyanın müspet ve zaafına inzimam etse, harici kendine âlet-i layeş'ur edebilir." İzahı, bir de "iki ciheti" nasıl anlayabiliriz?
Değerli Kardeşimiz;
"Madem ki menba Avrupa'dadır. Gelen cereyan ya menfî veya müspettir. Menfîye kapılan harf gibi: دَلَّ عَلٰى مَعْنًى فِى نَفْسِ غَيْرِهِ (Manası kendisinden başkasına delalet eder.) yahut لاَيَدُلُّ عَلٰى مَعْنًى فِى نَفْسِهِ (Manası kendisine delalet etmez.) tarif edilir. Demek bütün harekâtı, bizzat hariç hesabına geçer. Çünkü iradesi hükümsüzdür. Hulûs-u niyeti fayda vermez. Bahusus, menfî iki cihet-i zaafla hariç cereyanın kuvvetine bir alet-i laya'kıl olur."
"Diğer müspet cereyan ise ki, dahilden muvafık şeklini giyer. İsim gibi دَلَّ عَلٰى مَعْنًى فِى نَفْسِهِ (Manası kendisine delalet eder.) dir. Hareketi kendinedir. Tebai haricedir. Lazım-ı mezhep, mezhep olmadığından, belki muahez değil. Bahusus iki cihetle kuvveti, hariç cereyanın müspet ve zaafına inzimam etse, harici kendine alet-i lâyeş'ur edebilir." (Sünuhat, Rüyada Bir Hitabe).
Üstad Bediüzzaman 1919 yılında istikbale dair güzel müjdeleri içeren meşhur "Rüyada Bir Hitabe"yi kaydettikten sonra, o rüyanın verdiği ümit ve neşe ile ertesi günü dünyevi ve siyasi bir meclise gittiğini yazmakta ve intibalarını şöyle anlatmaktadır:
“Aynı gün, pür-ümit başka ve dünyevî bir meclise gittim. Dünyeviler dediler: Neden geldin geleli siyasete karışmıyorsun?”
Dedim: “Evet, İstanbul siyaseti, İspanyol (hastalığı) gibi bir hastalıktır. Fikri hezeyanlaştırır. Biz müteharrik-i bizzat değiliz. Bil-vasıta müteharrikiz. Avrupa üflüyor, biz burada oynuyoruz. O, tenvim ile telkin eder. Biz kendimizden hayal edip, esammane tahribimizde eser-i telkini icra ederiz...”
Bu cümleler açık olarak Bediüzzaman Hazretleri’nin ta o günlerden beri, siyasi meselelerle meşgul olmaktan çekilmiş olduğunu gösteriyor. Çünkü o sıralar, hemen hemen siyasetin bütün uçları ecnebilerin elindeydi. Ve tahrik eden de Avrupa idi. Fakat Bediüzzaman için eğer siyasete karışmak meyli ve iştihası olmuş olsaydı veyahut İslam menfaatine bir çare olarak görmüş olsaydı, herhalde o mükemmel dehaya sahip olan Bediüzzaman en müstakimini ve memlekete en menfaatlisini bulur, seçer ve karışırdı.
Nitekim az zaman sonra, İngilizlerin kuva-i milliye aleyhindeki propagandasını kırıp, te'sirsiz hale getiren ve kendini tehlikeye atıp “Hutuvat-ı Sitte” eseriyle İngilizlerin başında bomba gibi patlıyan millî ve vatani hizmetleri ifa ettiği gibi... Hâlbuki, Bediüzzaman Hazretleri o günki siyasetçilerin, bilerek veya bilmiyerek ta'kib ettikleri yolun; memleket menfaatine değil, zararına olduğunu ve Avrupa lehine işliyen bir siyaset çarkı olduğunu ortaya koymak şeklinde gerçek olan bir beyanıdır.
Bediüzzaman Hazretleri dünyevilerin meclisinde siyasi mes'elelerle ilgili sorulan suallerin izahına devamla diyor ki:
"Madem ki menba Avrupa'dadır. Gelen cereyan ya menfî veya müspettir. Menfîye kapılan harf gibi: دَلَّ عَلٰى مَعْنًى فِى نَفْسِ غَيْرِهِ yahut لاَيَدُلُّ عَلٰى مَعْنًى فِى نَفْسِهِ tarif edilir. Demek bütün harekâtı, bizzat hariç hesabına geçer. Çünkü iradesi hükümsüzdür. Hulus-u niyeti fayda vermez. Bahusus, menfî iki cihet-i zaafla hariç cereyanın kuvvetine bir âlet-i laya'kıl olur."
Bu parağrafta; dışardan gelen cereyanın menfi olması halinde, ona kapılanların en halisane niyet sahibi de olsalar, en sadık hizmetler de ifa etseler, emekleri boşunadır. Çünkü öylesi bir durumda, memleket menfaati söz konusu olamaz, bütün hareketler hâricin menfaati hesabına geçer. Öyle olunca da; böylesi bir siyasete karşı hareketsiz kalmak en uygunudur demektedir. Zira Kişinin iyi niyetli olması bir işe yaramaz. Âdeta burada siyasi hareket içindeki bireyler dış odakların çalışkan şuursuz bir parçası gibi işler. Evet ipler ve kökler dışarıda olduğundan buradaki bireyin iradi hareket edecek alanı yoktur. Bu yüzden iradesi hükümsüzdür.
Amma şayet hariçten gelen cereyan dalgaları, millet ve memleketin menfaatine ve hayrına olan müsbet bir şey ise, o zaman memleketin menfaatlerine uygun bir şekil alır ve alması lâzımdır. İşte o zaman kıpırdama ve hareketler, kendi milleti ve memleketi hesabına olur. Aynı zamanda o hareket, evvelâ ve bizzat kendi hayrınadır. Ancak dolayısıyla hâricin menfaatı da söz konusu olabilir.
O durumda mezhebin lazımı her zaman mezheb olmadığından, yani bir mezhebin kendi gayeleri doğrultusunda herzaman yüzde yüz hareket etmesi mümkün olmadığından, yani öyle bir cereyanın planlanan gayeleri tamamiyle tahakkuk etmediğinden, bununla beraber çoğunlukla da menfaati tamamen hârice ait olmayacağından, öylesi siyasi bir hareketin sâlikleri belki sorumlu tutulmayabilirler.
Üstad'ın esere geçen şekliyle, bu mevzudaki ibaresi aynen şöyledir:
“...Diğer müsbet cereyan ise ki, dâhilden muvafık şeklini giyer.
“İsim” gibi hareketi kendinedir, tebaî haricedir. Lâzım-ı mezheb, mezheb olmadığından, belki muahaz değil. Bahusus iki cihetle kuvveti, hâriç cereyanın müsbet ve zaafına inzimam etse, harici kendine bir alet-i lâyeş'ur edebilir.”
Netice; Madem memba Avrupa’dır, yani siyasetin kökleri Avrupa’dan geliyor. Oradan gelen siyasi ve felsefi hareketler ya menfidir veya müspettir. Avrupa’dan gelen menfi siyasi ve felsefi hareketlere kapılanlar, bir cümlenin içindeki harf gibi etkisiz ve güdümlüdür.
Bu yüzden Üstad Hazretleri dış güçlerin aleti ve oyuncağı olmamak için, dine hizmeti siyasetin dışında ilim ve irşad alanlarında yapmıştır.
Üstad Hazretleri, Siyasi hizmetlerde bulunacak zatlara bu güzel tavsiyelerde bulunurken, bu Ülkenin gerçek sahiplerinin kendi inanç ve düşüncelerine göre hareket etmeleri ve siyaset yapmaları gerektiğini çok beliğ bir şekilde ortaya koymaktadır. Tamamıyla batının güdümünde olan ve kendilerine müslüman diyenlerin faydadan ziyade zarar verdiklerini hadiseler ortaya koymaktadır.
Ayrıca dini cemaat veya sivil toplum kuruluşları da aynı düşünce ile hareket etmeleri gerekir. Batıdan gelen bu menfi cereyanlara alet ve asker olmamak için, siyasi yapılanmalardan uzak durmaları gerektiği gibi, ilmi ve aydınlanma ağırlıklı bir mücadele ile daha güçlü mücadele yolunu seçmeleri gerektiğini de ilan etmiştir. Bediüzzaman Hazretlerinin hayatına baktığımızda o zamanda siyasilere verdiği bu öz tavsiyeyi kendi hayatında da ciddi anlamda yaşamış ve uygulamıştır. Ömrünün değişmez prensibi olan müspet hareketten ayrılmamış, bu nedenle dış mihraklara da alet olmamıştır.
Bu müspet hareketler, Avrupa’nın müspet tarafı ile ortak hareket ederlerse, Avrupa’nın müspet hareketlerini kendine ram edip kontrol altına alabilir. Nasıl siyasi hareketler onların menfi tarafının şuursuz bir parçası oluyorsa, müspet hareketler de Avrupa’nın müspet tarafını kendine şuurlu bir parça ve yardımcı yapabilir. Çünkü doğru İslamiyet, bütün güzelliklerin esası olduğu için burada biz Batı'ya değil, Batı'nın müspet gurupları bize tabi olmak zorundadır.
"İki cihet" ifadesi, müspet ve menfi anlamına geliyor. Müspet bir mezhep hem menfiden hem de müspetten faydalanma anlamına gelirken, menfi mezhep de hem müspet hem de menfiden zarar görür anlamına geliyor.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü