"Basir", "Şehid" ve "Rakib" isimlerini ve aralarındaki farkları izah edebilir misiniz?
Değerli Kardeşimiz;
"İ’lem eyyühe’l-aziz! İnsan, ... Öyle bir in’âm ve ihsanın kesîfidir ki, bütün hâcâtına vakıftır. Öyle bir kaderin tersim ettiği bir surettir ki, bünyesine lâzım ve münasip şeyleri bilir, bu malûmatla herşeyin mâliki olan Mâlikinden nasıl tegafül eder? Ve bütün cinayetlerini bilen, hâcâtını gören, vâveylâlarını işiten Semî, Basîr, Alîm, Mücîb olarak üstünde bir Rakîbin bulunmamasını nasıl tevehhüm edebilir?"(1)
"Rakîb"; “Kullarının her şeylerini görüp gözeten, müşahedesi altında tutan, her şey ilmi, nazarı ve murakabesi altında bulunduran.”
“Şüphesiz Allah, sizin üzerinizde Rakîb’dir.” (Nisâ sûresi, 1)
Bu İlahî isim, Alîm, Basîr ve Şehîd isimleriyle yakından ilgilidir. Her şeyi gören, bilen ve her hadisenin şahidi olan Allah, elbette bütün varlıkları ve bilhassa insanları daimî bir murakabe altında bulundurur. Bilhassa insanları diyoruz, çünkü insan, kendisine cüz’î irade verilmesi sebebiyle ihtiyarî fiillerde serbest bırakıldığından, bu murakabe en ileri mânâda onda merkezleşir.
Bu ismi düşünen bir kul, kendi nefsini daima gözetler, kontrol eder. Onu başıboş bırakmamaya, günah ve isyan sahasına sokmamaya çalışır.
Kendisini, Allah Resûlünün (a.s.m.) ifadesiyle, bir çoban olarak bilir ve güttüklerinden mesul olduğunu idrak ederek, nefsini, aile fertlerini ve sorumluluk sahasına giren herkesi ve her şeyi murakabe altında tutmaya çalışır.
Duygularını, haramdan ve şüpheli şeylerden korur.
Gözünü harama yönlendirmez, kulağına her şeyin girmesine izin vermez.
Aklını gereksiz ve zararlı şeylere yormaz.
Kalbini de murakabe altında tutar; imanına zarar verecek, itikadına ters düşecek düşünce ve meyillerden hassasiyetle sakınır.
Sevgi ve korkusunun sadece Allah için olmasına azami dikkat eder.
Şehîd; her şeye şâhit olan, her şeyi hakkıyla gören, bilen ve muamelesini de buna göre yapan demektir.
“Bilinenin ve bilinmeyenin şahidi.” “Her mekânda, her yerde ve her zamanda hâzır ve nâzır.”
“De ki: “Benimle aranızda Şehîd (şahid) olarak Allah yeter; şüphesiz O, Habîr’dir, Basîr’dir.” (İsrâ sûresi, 96)
Şehîd, kelime mânâsıyla, ‘en ileri derecede şahit,’ ‘en büyük şahit’ mânâsına gelir. Elbette Allah’ın şahitliği mahlûkatın şahitliğine benzemez. Çünkü kullar, başkası tarafından yapılan bir işe, dışarıdan nazar eder ve böylece o hâdisenin şahidi olurlar. Allah ise o hâdisenin bütün safhalarını bizzat yaratandır.
işi hayra ve şerre sadece istek gösterir, bunlardan birisine meyleder ve iradesini o yönde kullanır. Bunun ötesinde, her şeyi yaratan Allah’tır.
Ve Allah, hayır olsun şer olsun, gizli olsun açık olsun her şeyin Şehîd’i, en büyük şahididir.
Bu ismin mü’minin ruhunda derin tesirleri vardır. Her şeyin Şehîd’i olan Allah’a iman eden insan, hiçbir şeyin O’ndan gizli kalamayacağının şuuru içinde, daima güzel işler yapmaya doğru söylemeye, takva dairesinde yaşamaya çalışır.
Öte yandan, insan, kâinatı hikmet ve ibret nazarıyla temaşa etmekle ilâhî sıfatların ve isimlerin tecellilerine şahit olur. Mahlûkatın bir emir altında ve hikmetle hareket ettiklerini görür. Böylece, nefsini emir dinlemeye alıştırır. Kalbini ve aklını gereksiz ve zararlı şeylerden uzak tutmaya çalışır.
Basîr; aydınlık- karanlık, uzak- yakın, büyük- küçük, gizli- açık her şeyi bütün incelikleriyle, her yönüyle, eksiksiz gören, yarattıklarına da görme duyusunu veren demektir.
“...Şüphesiz O, Semi’dir, Basîr’dir.” (Mü’min sûresi, 56)
Güneşi, güneş ışığını, gözü, göz nurunu yaratan ve bir yağ parçasına görme kabiliyeti veren Allah, böylece bir hikmet ve kudret mucizesi sergilemiş oluyor. Yoksa meleklerin gözsüz görmelerinin de şehadetiyle, görme için mutlaka göz lâzım değildir.
İnsanın görmesi cüz’îdir. Yani bir anda ancak bir yöne bakabilir ve bir şeyi seyredebilir. Başkalarını görebilmesi için nazarını ilk gördüğü cisimden çekmesi gerekir.
Allah’ın bütün sıfatları gibi görmesi ve işitmesi de küllîdir, mutlaktır ve sonsuzdur. Yani, her şeyi birlikte görür ve işitir.
İnsan, karşısındaki şahsın derisinin altını göremediği gibi, kafasında taşıdığı düşünceleri ve kalbinde beslediği arzuları da göremez ve işitemez. Görmesi ışıkla, mesafeyle ve maddî engellerle sınırlıdır, işitmesi de belli frekanslar arasına sıkışıp kalmıştır. Ama bu insan, o kısa ve sınırlı olan görmesini ve işitmesini kıyas unsuru yaparak, Allah’ın Semi’ ve Basîr olduğunu bilebilir.
Bu ilâhî isimleri düşünen bir mü’min, bütün eşyayı birlikte görmenin ve bütün sesleri beraber işitmenin ancak Allah’a mahsus olduğunu hatırlar. Ayrıca, yaptığı her işin görüldüğünü ve söylediği her sözün işitildiğini düşünerek bu sermayelerini daha dikkatle harcamaya çalışır.
İnsan, kendisine ihsan edilen bu nimetler sayesinde, hem Rabbinin Semi’ ve Basîr olduğunu bilme şerefine erer, hem de renk, şekil ve sesler âlemlerinde tecelli eden ilâhî sanatları hayret ve hayranlıkla tefekkür eder.
Bu üç isim arasında şöyle bir fark olabilir:
Basir görmek, Şehid şahitlik etmek, Rakib de her an kontrol eder durumda olmak demektir. Bazen görürsün, ama ne şahitlik edersin ne de kontrol için görürsün. Görmek ilk hali, Rakib kontrol hali, Şehid şahitlik etmek gibi bir neticedir.
(1) bk. Mesnevi-i Nuriye, Zerre.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü
Yorumlar