Bazen Allah'a yakın olduğumu kalben hissedebiliyorum, bazen de sanki uzakmışım gibi geliyor. Allah'ın beni gördüğünü düşünüyorum; bunu kalbimde tam hissedemediğim zamanlar oluyor. Risaleler ışığında yardımcı olur musunuz?
Değerli Kardeşimiz;
İnsanın kalbi, çok değişken ve halden hale geçen bir mahiyettedir. Bu değişkenlik bazen günah ve gaflet sebebi ile olur, bazen de terakki ve tekamül sebebi ile olur. Şayet zahiren bir gaflet ve günah hayatımızda yok ise; bu değişkenliğin sebebi; terakki ve tekemmül de olabilir. Ama günümüzde günah ve gafletler hükümran olduğu için, en takva sahibi insanlar bile, bu günah ve gafletten kendisini kurtaramıyor. Ya bizzat ya da dolaylı bir şekilde günah ve gafletlere temas ediyor insan. Bu da huzuru bozuyor, maneviyatımızın tadını ve keskinliğini törpüleyip gideriyor. Onun için bu zamanda en mühim silah; takva ve istiğfardır.
Enes (r.a)'den rivayet edilmiştir. Rasülullah (s.a.v) sık sık "Ey kalpleri değiştiren, kalbimi dinin üzere sabit kıl." derdi. "Ya Resülullah dedim Sana ve getirdiğin şeriata inandık. Bu durumda bizim için korkuyor musun?" Buyurdu ki "Evet! Çünkü kalpler Allah’ın iki parmağı arasındadır. Onları dilediği şekilde çevirir."(1)
Bu hadiste de buyrulduğu gibi, insan sürekli olarak imtihan ve mücadele içindedir; bazen mağlup bazen de galip bir şekilde bu mücadele devam edip gider. İşte kalbin değişkenliği de bu sebeple oluyor.
Vesvese, insanın teyakkuz ve terakkisi için verilmiş bir imtihan vasıtası ve aletidir. Vesvesenin mahiyeti bilinirse müspet netice verir, bilinmez ise menfi netice verir. Vesvese, insanın kalbinden değil, şeytanın kürsüsünden gelen hakikatsiz ve hükümsüz bir kuruntudur. Bu sebepten dolayı insan, kalbine istem dışı gelen bu vesveseden mesul değildir. Şeytandan gelen bu vesvesenin insana tek zararı vardır; o da kendi kalbinden geldiğini zannetmesidir. Şeytan bu zannı kullanarak insanı taciz edip ümitsizliğe yuvarlamaya çalışır. Ama biz bu vesvesenin mahiyetini ve vesvese edilen şeyin ilmi hakikatlerini bilirsek, vesvese o zaman sinek vızıltısı gibi kalır, zararsız hale dönüşür. Üstad vesvese meselesini; Yirmi Birinci Söz'ün İkinci Makamı'nda genişçe izah ediyor.
İnsan, binler hassas duygulardan oluşan bir varlıktır. Efendimiz (s.a.v)'in tarifi ile kalbimiz bir kuş tüyü gibi hassastır. Esen her rüzgâr onu etkiler. Dolayısı ile aynı karar üzere durmaz. Bu nedenle her zaman aynı durumu muhafaza mümkün olmayabilir. Bu durum bizi ümitsizliğe düşürmemelidir. Bu ruh halinin bir diğer hikmeti ise; ibadetten aldığımız zevk ve şevk, bir ilahi teşviktir. Allah bazen bu teşviki kaldırarak, bizim samimiyetimizi ölçüyor olabilir. Zevk için mi namaz kılıyoruz, yoksa Allah emrettiği için mi? O yüzden meşakkatli ibadetlerin sevabının daha fazla olduğu bilinmektedir.
Kastamonu Lahikası'nda geçen pasajın konumuza ışık tutacağı kanaatindeyiz.
"Üçüncü adam ve meselesi: Bizlerle pek çok alâkadar bir zât, çok defa dehşetli şekvâ ediyor ki: “Ben adam olamıyorum, gittikçe fenalaşıyorum, mânevî hizmetlerimin neticelerini göremiyorum” diye medet istiyor."
"Ona yazıyoruz ki: 'Bu dünya darü’l-hizmettir; ücret almak yeri değildir. A’mâl-i sâlihanın ücretleri, meyveleri, nurları berzahta, âhirettedir. O bâki meyveleri bu dünyaya çekmek ve bu dünyada onları istemek, âhireti dünyaya tâbi etmek demektir. O amel-i salihin ihlâsı kırılır, nuru gider. Evet, o meyveler istenilmez, niyet edilmez. Verilse, teşvik için verildiğini düşünüp şükreder.'”
"Evet, bu asırda, bir iki mektupta beyan edildiği gibi, o derece hayat-ı dünyeviye damarına dokunmuş ve yaralamış ve heyecana getirmiş ki, mübarek ve ihtiyar ve hoca ve ehl-i salâhat olan bir zât dahi, dünyada bir nevi hayat-ı uhreviye ezvâkını istiyor; birinci derecede, dünyada zevk-i hayat onda hükmediyor."
"Dördüncüsü: Bizimle alâkadar bir zât, pek çokların şekvâ ettikleri gibi, eskiden şiddetli bir tarikatta okuduğu evradındaki zevk ve şevkini kaybettiğini ve sıkıntı ve uyku galebe ettiğini müteessifâne şekva etti."
"Ona dedik: Maddî hava bozulduğu vakit nasıl ki sıkıntı veriyor; asabî sinelerde inkıbaz hali başlıyor. Öyle de bazan mânevî hava bozuluyor. Hususan mâneviyattan yabanîleşmiş bu asırda ve bilhassa hevesat ve müştehiyat-ı nefsaniyeyi taammüm etmiş memleketlerde ve hususan şuhur-u muharreme ve şuhur-u mübarekede mânevî havayı tasfiye eden âlem-i İslâmın intibah ve teveccüh-ü umumîsi, o mübarek şuhurun gitmesiyle tevakkuf etmesinden fırsat bulup, havayı bozan dalâletlerin tesirleri zamanında ve bilhassa kış tazyikatı altında, bir derece hayat-ı dünyeviye ve hevesat-ı nefsaniyenin tasallutlarının noksaniyetinden, ehl-i İslâm ve ehl-i imanda, hayat-ı uhrevîyeye çalışmak iştiyakı, baharın gelmesiyle hayat-ı dünyeviyenin ve hevesat-ı nefsaniyenin inkişafıyla o iştiyak-ı uhreviyeyi gizlemesi ânında elbette böyle kudsî evradlarla zevk, şevk yerinde, esnemek ve fütur gelir."
"Fakat, madem خَيْرُ اْلاُمُورِ اَحْمَزُهَا sırrıyla, meşakkatli, külfetli, zevksiz, sıkıntılı a’mâl-i sâliha ve umur-u hayriye daha kıymetli, daha sevaplıdır. O sıkıntıda, o meşakkatteki ziyade sevabı ve makbuliyeti düşünüp, sabır içinde mesrurâne şükretmek gerektir."(1)
Dipnotlar:
(1) bk. Tirmizi, 4/2226.
(2) bk. Kastamonu Lahikası, 91. Mektup.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü
Yorumlar