"Bediüzzaman Efsanesi ve Said Nursi Gerçeği" adlı kitapta geçen yabancı belgelere göre, Bediüzzaman'ın hayatını barındıran makaleye cevabınız nedir?
link: https://www.cnnturk.com/turkiye/ilk-kez-yayimlanan-yabanci-belgelerle-said-nursi
Değerli Kardeşimiz;
Ülkemizde ya küçüklerin kendilerini olduğundan daha büyük gösterme çabaları ya ideolojik hisler ya da kendi kitaplarına rağbeti artırmak hülyaları gibi uzayıp giden bazı sebeplerden dolayı, önemli şahsiyetlere daima saldırma, onları önemsizleştirme ve bir kavga zemini oluşturma hastalığı vardır. Bu gibi klinik vakalı ruh hastaları oldukça da bu durum -maalesef- devam edecektir.
Emrah CİLASUN “Bediüzzaman Efsanesi ve Said Nursi Gerçeği” adlı kitabıyla, Said Nursi’nin hayatını yabancı arşiv belgeleriyle anlatmaya çalışmış. Buna kimsenin diyecek bir şeyi yoktur, olamaz da. Fakat yazılan şeyler yalan-yanlış ve iftira dolu ise, elbette her aklıselim ve vicdan sahibi insan, bunun karşısında durur ve gerekli cevabı ağzına tokat gibi yapıştırır.
İşte bu hakikat ehli kişilerden birisi de Üstad Bediüzzaman Hazretlerini her zaman hürmetle yad etmiş ve kendisinin de O’nun bir talebesi olduğunu ilan etmiş olan büyük alim Sadrettin YÜKSEL'in oğlu Sosyolog, Araştırmacı Yazar Müfit YÜKSEL’dir.
Müfid YÜKSEL, ilgili kitabın “tezvirât dolu”, “ilmilikten ve akademik formattan tümü ile uzak ve ısmarlama” olduğunu; yazarın “belgeleri kullanma yöntemini bile” bilmediğini, yazarın Nursî hakkındaki iddialarının “sağlıklı temeli”nin bulunmadığını ve bu çalışmanın “PKK’lılar tarafından” desteklendiğini twitter hesabından ifade etmişti.
Emrah CİLASUN, kendisine yapılan eleştiriler üzerine yaptığı açıklamada:
"Doğrusu ODTÜ mezunu bir sosyologtan ben, münakaşanın dışında, kenarında değil bilakis göbeğinde durup, tez sunmasını ve daha “müfit” bir açıklama yapmasını beklerdim. Ya da bugüne kadar kendisi de dâhil bir dizi Nurcu “akademisyen”in neden zahmet edip de yabancı arşivlerde Said Nursî hakkında araştırma yapmadıklarını izah etmesini beklerdim. Hatta bu araştırmayı bir komünistin yapmış olmasından ötürü Nurcu camiaya özeleştiri vermesini arzu ederdim." demişti.
Müfit YÜKSEL, okuyucularıyla facebook hesabından şunları paylaştı:
"Emrah CİLASUN, Sosyal medyadaki bazı spot eleştirilerime cevap vermiş. Emrah CİLASUN'un "Bediüzzaman Efsanesi ve Said Nursi Gerçeği" başlıklı kitabına yönelik bir kısım cevaplarımız aşağıda yer almaktadır:
ECNEBİ BELGELER, BEDİÜZZAMAN'I YÜCELTİYOR
1. Emrah CİLASUN’un Bediüzzaman'la ilgili bulduğu bir kısım Ecnebi Belgeleri (Foreign Documents), Bediüzzaman'ı küçültmüyor, yalancı çıkarmıyor, aksine doğruluyor ve yüceltiyor.
2. Esir olarak halde Rus askerlerinin gözetiminde olan Bediüzzaman'ın, Moskova'nın kuzeyinde bulunan Kosturama'yı Sibirya'da zannetmesi gayet doğal. Dün yakın arkadaşımız Akif Köseoğlu’nun gayet yerinde ifadesiyle "Bediüzzaman esir iken elinde coğrafya atlası ile dolaşacak değildi.”
SADECE ONA MAHSUS BİR DÜZENLEME DEĞİLDİR
3. Birinci Dünya Harbi esnasında Bediüzzaman Milis rüesasından ve alay müftüsü olarak harbe iştirak etmiştir. Kürdistan'da gönüllü / milis kuvvetlerinin çoğu zaten bu şekilde örgütlenmişti. Hatta, Kürdistan’da anne tarafından akrabalarımız da savaş esnasında bu şekilde milis kuvvetler teşkil etmişti. Bu düzenleme ve rütbe verilme sadece Bediüzzaman'a mahsus bir düzenleme değildi. Buna dair bazı belgeler bizzat tarafımdan yayınlanmıştır. Birinci Dünya Harbi esnasında Teşkilât-ı Mahsusa tüm Gönüllü / Milis kuvvetler ve reisleri ile irtibat kurmuştur. Bu durum, Bediüzzaman’ın Teşkilât-ı Mahsusa mensubu olduğunu göstermez.
SAVAŞTA SİVİL ERMENİLERE DOKUNMADILAR
4. Bitlis ve Muş’ta, Bediüzzaman’ın başında bulunduğu Keçe Külahlıların karşı karşıya geldiği Ermeniler, köylerinde veya kasabalarında oturan / mukim siviller değildi. Rus ordusu saflarında gönüllü milis olarak bizzat savaşan, Van ve Bitlis’i harabeye çevirip mezâlim sergileyen Ermeni Taşnak ve Hınçak mensuplarıydı. Nitekim Bediüzzaman’ın gerek Tarihçe-i Hayatı’nda gerekse diğer eserlerde bu husus sık sık vurgulanmıştır. Bediüzzaman’ın veya Norşinli Şeyh Muhammed Ziyâeddin’in başında bulunduğu Milis / Gönüllü kuvvetlerin Sivil Ermenilerin katledilmesine yönelik bir hareket veya teşebbüsleri söz konusu olmamıştır.
İTTİHAT VE TERAKKİ İLE ARASI NEDEN BOZULDU?
5. Bediüzzaman'ın İttihat ve Terakki idaresi ile arası, ilkin Bediüzzaman'ın "İki Mekteb-i Musibetin Şehâdetnâmesi ve Divân-ı Harb-i Örfi" adlı eserinin İttihatçılar tarafından toplattırılması ile açılmış, 1913'te Van'da bir medrese binasının İttihatçılar tarafından boşaltılıp İttihat Terakki Kulübü haline getirilmesi ile doruğa çıkmıştır.
ŞEYH SAİD HADİSESİ
6. Bediüzzaman’ın "Ben bu orduya kılıç çekmem." sözü Şeyh Said Hadisesi sırasında değil, 1914'teki Şeyh Molla Selim'in öncülüğündeki Bitlis Hadisesi sırasında söylenmiştir. (Şuâlar, Sözler Yayınevi, Shf.324) Bediüzzaman'ın Şeyh Said Hadisesi esnasında Şeyh Said veya başkası ile bu hususta bir mektuplaşması / yazışması da söz konusu olmamıştır. Zira, Şeyh Said Hadisesi, askerlerin provokasyonu neticesinde aniden patlak veren bir ayaklanmadır. Önceden planlanıp, programlanmış bir ayaklanma şeklinde olmadığından, ayaklanmaya ilişkin önceden yazışma bulunmamaktadır. Sadece ayaklanma esnasında Hamidiye Kürt Süvâri Alayları reislerinden Haydaranlı Merhum Kör Hüseyin Paşa, bu ayaklanmaya aşireti ile birlikte iştirake karar verir ve Bediüzzaman'dan destek almak üzere Van'a gider, Bediüzzaman'dan bu konuda yardım talep eder. Bediüzzaman, bu ayaklanmanın muvaffak olamayacağını, sonuçta bölgeye / Kürdistan'a çok zararların erişeceğini, Kör Hüseyin Paşa'ya, kendisinin de buna iştirak etmemesini salık veren bir konuşma yapar. Kör Hüseyin Paşa ile Bediüzzaman arasında Van'da geçen bu görüşmeyi 80'li yıllarda, konuşmalara şahit olan Bediüzzaman’ın o dönemdeki talebesi Merhum Molla Hamid'ten bizzat dinlemiştik.
MEDRESETU'Z-ZEHRA AÇMA PROJESİ HANGİ DÖNEME AİT
7. Bediüzzaman'ın Kürdistan'da yeni tarz bir medrese, “Medresetu'z-Zehrâ” açma projesi, sadece İttihat-Terakki dönemine ait bir proje olmayıp, 1907'de ilk İstanbul'a gelişinde Yıldız Sarayı'nda Mabeyne verdiği layihada dile getirilmiş bir husustur. Nitekim bu layihanın metni tarafımdan da neşredilmiştir. Bu layihanın metni ilkin bizzat Bediüzzaman tarafından 1908'de "Şark ve Kürdistan" gazetesinde aynen neşrolunmuştur. Daha sonra, aynı yıl adı geçen layiha bazı ilavelerle iki kez "Kürd Teâvün ve Terakki" Gazetesinde de neşrolunmuştur.
Medresetu'z-Zehrâ'nın Van- Edremit'te inşâsı için, 25.000 Liranın tahsisi hususu Van Valisi Tahsin (Uzer)'in talebiyle olmuş, paranın te'diyesi taksite bağlanmış, ilk temel atma için sadece 2000 lira gönderilmiştir. Buna dair belgeler elimizde mevcuttur. Ayrıca bu konuda, tüm belgeleri de içeren "Medresetu'z-Zehrâ Projesini Bugünden Okumak: Bölge / Kürt Medreselerini Din Eğitimi Merkezli Olarak Islah ve Geliştirme İmkânları ve Bunun Toplumsal Barışa Katkısı" başlıklı bir kitap çalışmamız da yayınlanacaktır.
ESARETTEN KAÇIŞ AÇIKLAMASI
8. Bediüzzaman'ın Kosturama'da bir Tatar mahallesinde Camiye gitmesine izin verilmesi hususu, Tarihçe-i Hayat dahil tüm kaynaklarda yer alır. Zaten bir süre sonra esirlere nisbi bir serbestiyet de sağlanmıştır. Kimse zaten zincirlere bağlı bir esaretten söz etmemiştir. Bediüzzaman'ın Petersbourg, Varşova üzerinden Almanya, Avusturya ve İstanbul'a esaretten avdetine ait detaylar, bir kaçış öyküsü anlatılmamıştır. Bediüzzaman muhtemelen Rusya'daki Menşevik, Bolşevik Devrimlerinin verdiği kargaşalık ortamından istifade ile esaretten kurtularak İstanbul'a avdet edebilmiştir.
Bu konuda detaylı bir bilgi zaten bulunmadığından bir kaçış öyküsü de anlatılamaz. Nitekim bu olaya ilişkin, Almanlar tarafından Almanya'da alınan bir fotoğraf ve Sofya'da Osmanlı Ataşemiliterliği (Askeri Ataşelik) tarafından verilen belgeden / pasaport öncesine ait bir belge de bulunmamaktadır. Bu belgenin hem Arap, hem de Latin harfli olması son derece doğaldır. Pasaport veya eski tabirle Mürur Tezkiresi gibi olan tüm belgelerde aynı durum söz konusudur. XIX. yüzyılın ikinci yarısında Osmanlı Resmi belgelerinin, Mürur tezkiresi, telgraf gibi resmi belgeler, çoğu genellikle iki dilli (Osmanlıca ve Fransızca ) olagelmiştir. Osmanlı'nın Bulgaristan'daki bir dış temsilciliğinin verdiği bu belgenin bir kaç dilde olması gayet tabiidir. Belgede Osmanlı Türkçesinin yanı sıra Bulgarca ve Almanca birlikte yer almıştır. Bugün bile pasaportlar birkaç lisanda basılmaktadır. Nitekim, Türkiye Cumhuriyeti Pasaportları hâlihazırda Türkçe ve İngilizcedir.
DERSİM FACİASI SÖZLERİ
9. Bediüzzaman'ın Dersim Faciası ile ilgili sözleri şu şekildedir:
“Bin dokuzyüz otuz sekiz (1938) senesinde 'Dersim Fâciası' ki 'Doğu Mecmuası''nın 17. sayısında 'Doğu Fâciası' serlevhasıyle, bu vak'anın tam tamına aynını yazdı ki, hiç dünyada emsâli vukû bulmamış öyle bir zındıklık, münafıklık ve vatan ve millete hadsiz bir düşmanlık olduğunu kat'i isbât ediyor. Elbette, öyle fevkalâde cânî, canavar memurlara bin def'a zındık dense, değil suç olmak bilakis tasdik ile mukâbele lâzım.”
“İşte o dâvanın doğruluğuna delâlet eden yüz emâreden tek bir emâresi; Bin dokuz yüz otuz sekiz (1938)'deki “Dersim Faciası”nda binler mâsumları, ihtiyar kadınları hem öldürüp, hem ateşlere atmak ve bir isyan tevehhümü ve ihtimâli yüzünden yaktırması, 'Beşinci Şuâ'nın o hükmünü kat'i ve hakikat olarak gözlerine sokuyor."
O ARABAYI MENDERES HEDİYE ETMEDİ, BEDİÜZZAMAN KABUL ETMEZDİ ZATEN
10. Bediüzzaman'a 1957'de Adnan Menderes tarafından Chevrolet marka bir araba hediye edilmesi iddiasına gelince; Bediüzzaman hayatı boyunca hediye kabul etmemiş ve hediye kabul etmemesiyle tanınmıştır. Kaldı ki, devletten gelecek olan bir hediye... Bediüzzaman için kullanılan araba / taksi anılan tarihte bizzat talebeleri tarafından, aralarında para toplanarak satın alınmıştır. Bunu arabayı satın alanlardan bizzat dinlemişimdir. Arabanın, Bediüzzaman'ın son dönemlerde şöförlüğünü yapan Said Özdemir, bu arabayı yıllarca hizmete yönelik olarak kullanmaya devam etmiştir. Rahmetli babamı ziyarete geldiği zamanlarda dahi evimize bu arabayla gelirdi. Bu araba halen Isparta’da muhafaza edilmektedir.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü
Yorumlar
Allah razı olsun, tam kat'î bir cevap aldım.
Allah razı olsun.