Bediüzzaman, "Ferdiyet" makamına mazhar mıdır?
1. Risale-i Nur'un Şahs-ı Mânevîsi "Ferdiyet" makamına mazhar olduğunu biliyorum. Üstad Hazretleri de ayrıca o makamda bulunuyor mu?
2. ve o makamın şu zamanda Risale-i Nur'un Şahs-ı Mânevisi dışında mümessili olabilir mi onu öğrenmek istiyorum?
3. Bir de o Şahs-ı Mânevî'nin dairesi içinde bulunabilmek için neler yapmalıyız?
Değerli Kardeşimiz;
Her dönemin ve her asrın kendilerine ait hususiyetleri ve ilcaatları vardır. Bir dönemde, ferdiyetçilik öne çıkar ve insanlar o ferdin etrafında halkalanır, feyzi ve hakikatı onunla yudumlarlar. O asrın şartları da, o ferdi teyid eder. Cenab-ı Hak her asrın ve dönemin şartlarına ve hükümlerine göre, o muazzam kullarını donatıp gönderir. Ta ki, o asrı irşad ile terbiye etsin.
Daha çok, tasavvuf geleneğinde var olan gavsiyet, kutbiyet, ferdiyet gibi makamlar, bu ihtiyaca cevap veren müesseseler hükmünü almışlar. Bu makamlar, her dönemde dini ihya eden, o zamanın şartlarına münasip dini şerh ve te’vil eden ve insanları terbiye ve irşad eden zatlara verilen unvanlardır. Elbette, bu işin irşad ve içtimaî yönü olduğu gibi, bir de manevî ve riyaset yönü vardır.
Gavsiyet: Bütün makamları kat’ etmiş, asrının en büyük söz sahibi vaziyetine gelmiş, medet veren, insanlara manen yardım makamına erişmiş zatlara verilen bir unvandır. İlahi feyz ve cezbe onda tam tecelli etmiştir; âdeta velayet şehrinin reisi olmuştur. Onun iznini ve yardımını alamayanlar velayete çıkamadıkları gibi, onun riyasetinin dışına da çıkamazlar. Bu makama sahip nuranî zatlar, Allah’ın inayeti ile her dönemde ve her asırda yetişmişler.
Kutbiyet makamı ise, makamların en yükseği ve en son merhalesidir. Bu makama çıkanlar, âdeta Rasulullah Efendimiz (asm)’ın o asırda bir halifesi ve vekili durumunda olurlar. Bu iki makamı yani gavs ve kutbiyet makamını cem edenlere ise, “Kutb-u Azam” ya da “Gavs-ı Azam” denir. Bu makama gelen zatlar “Ferdiyet” makamına erişmişler demektir.
Kutub, değirmen taşının miline denilir. Tasavvufta ise, kâinatın manevî idaresinden mes’ul velilerinreisidir. Herhangi bir sıfatla birlikte kullanılmadığında kutub kelimesi bu başkanı dile getirmekle birlikte, birden çok kutubdan söz etmek mümkün olduğundan, kutub yerine Kutbu’l-Aktab (Kutublar Kutbu) ifadesi kullanılır. Kutba, kendisine sığınanlara yardım eden manasında; gavs ya da gavsu’l-a’zam da denir. Kutub, varlığın yaratılış nedeni olanHakikat-ı Muhammediyenin kendisinde tecelli ettiği büyük zattır.
1. Kutbiyet Makamı, makamların en yükseği ve en son merhalesidir. Bu makama çıkanlar, âdeta Rasulullah (asm)’ın o asırda bir halifesi ve vekili konumunda olurlar. Gavsiyet ve kutbiyet makamını cem edenlere ise, “Kutbu Azam” ya da “Gavs-ı Azam” denir. Bu makama gelen zatlar “Ferdiyet” makamına erişmişler demektir. Ferdiyet makamda bulunan zat, kimseden ders almadan, terbiyesine girmeden, doğrudan Allah ve Resulünden (asm) feyizlenir.
Günümüzde cemaat ve cemiyet manası kuvvet bulup inkişaf etmesinden dolayı, o ferdiyet manası artık cemaata aksetmiştir. Yani bütün o makam ve feyizler cemaatin uhdesine verilmiştir. Risale-i Nur ve talebeleri bu ferdiyet manasına mazhar olduklarından, ferdiyetin gerekleri ve harika hâlleri Nur dairesine intikal etmiştir. Onun için Nur talebesi başka kutup ve velilerin riyasetine girmeye mecburiyeti kalmıyor. Bu asrın dehşeti ve ağır şartlarından dolayı Allah kereminden bu asrın insanlarına böyle bir yolu açmış. Bir ikram, bir lütuf eseri, meşakkatsiz ve kısa bir zamanda, Risale-i Nur'un feyzi ve irşadı ile velayet mertebelerine ulaşmayı mümkün kılmıştır. Zaten ferdiyet makamı bir cihette vehbidir. Allah dilediğine ihsan eder.
Risale-i Nur'un ve onun cemaatinin şahsi manevisi, bu zamanın en yüksek manevî makamı olan "Ferid makamını" temsil ediyor. Cemaat içindeki talebe ve tabiler ise, bu Ferdiyet makamının hücreleri ve atomları mesabesindedir. Nasıl beden hücrelerden müteşekkil ise, bu manevî Ferid makamı da cemaatin fertlerinden müteşekkildir. Üstad Hazretleri de bu şahs-ı manevinin mümessili olması hasebi ile Ferd-i Ferid makamındadır. Ve bu makam daha sonra şahs-i maneviye intikal ediyor.
"Risale-i Nur'un şahs-ı mânevîsi ve o şahs-ı mânevîyi temsil eden has şakirtlerinin şahs-ı mânevîsi 'Ferid' makamına mazhar oldukları için, değil hususî bir memleketin kutbu, -belki ekseriyet-i mutlaka ile- Hicaz'da bulunan kutb-u âzamın tasarrufundan hariç olduğunu ve onun hükmü altına girmeye mecbur değil. Her zamanda bulunan iki imam gibi, onu tanımaya mecbur olmuyor. Ben, eskide, Risale-i Nur'un şahs-ı mânevîsini, o imamlardan birisini zannediyordum."
"Şimdi anlıyorum ki, Gavs-ı Âzam'da, kutbiyet ve gavsiyetle beraber, 'Ferdiyet' dahi bulunduğundan, âhir zamanda, şakirtlerinin bağlandığı Risale-i Nur, o Ferdiyet makamının mazharıdır. Bu gizlenmeye lâyık olan bu sırr-ı azime binaen Mekke-i Mükerremede dahi -farz-ı muhal olarak- Risale-i Nur'un aleyhinde bir itiraz kutb-u âzamdan dahi gelse, Risale-i Nur şakirtleri sarsılmayıp, o mübarek kutb-u âzamın itirazını iltifat ve selâm suretinde telâkki edip, teveccühünü de kazanmak için, medâr-ı itiraz noktaları o büyük üstadlarına karşı izah etmek, ellerini öpmektir."(Kastamonu Lahikası)
Üstad hazretlerinin “... değil hususî bir memleketin kutbu, belki ekseriyet-i mutlakayla Hicaz'da bulunan kutb-u âzamın...” tabirinden anlaşılan manaya göre, her beldenin kendine has bir kutbu vardır. Elbette Hicaz bölgesinin de bir kutbu vardır ki, diğer bölgelerin kutuplarının hepsinin üstünde bir makama sahiptir. Bir nevi bütün dünyanın manevî lideri ve kutbu şeklindedir. Nasıl Mekke, şehirlerin efendisi ise, Mekke’nin kutbu da kutubların efendisi hükmündedir. Bu kutbun hüviyetini herkesin bilmesi mümkün değildir. Bunu ancak maneviyatı kuvvetli olanlar bilebilirler.
“Her zamanda bulunan iki imam gibi, onu tanımaya mecbur olmuyor.” Bu tabirden de her dönemde iki imamın olduğu anlaşılıyor ve birbirlerinin riyasetine girmeye muhtaç değildirler. Risale-i Nur talebelerinin şahs-ı manevîsi bu imamlar sınıfından olduğu için, başka kutub ya da imamların riyasetine girmeye muhtaç değildirler.
Her zamanda İslam âlemi içerisinde, Peygamber Efendimiz (asm.)'ın ilim ve velayet kanatlarını temsil eden birer imam bulunur. Üstadımız bu hakikati; "her zamanda bulunan iki imam gibi" ifadesiyle dillendirmektedir. Bu iki imam ekseriyetle Mekke'de bulunan Kutb-u Azam'a tasarruf cihetiyle bağlıdırlar.
Fakat hem Kutbiyet hem de Gavsiyet makamlarını kendisinde bulunduran bir zatın Kutb-u Azam'a (şayet varsa) bağlı olması düşünülemez. Yani Ferdiyet dediğimiz hem Kutbiyet ve hem de Gavsiyet makamlarını ihtiva eden bir makama sahip olan birisi, doğrudan Kur'an’a ve Resulullah (asm.)'a bağlıdır.
İşte Üstadımız, zamanında Abdulkadir-i Geylani hazretlerine verilen bu makamın, Ahir zamanda da O’nun şakirtleri olan Risale-i Nur talebelerinin şahs-ı manevîsine de verildiğini ifade etmektedir.
2. Ferit makamı bir zamanda bir kişiye veya bir tek şahs-ı maneviye verilir.
3. Her bir zamanın bir hükmü vardır. Zamanlara göre hizmet ve manevî terakki düsturlarını koyan mürşidin emri doğrultusunda hareket etmeyenler, ona hakiki talebe olamayacaklarından, manen tarakki edemezler. Bu yollarda ilerleme kaydetmenin yolu, mürşide tabi olup koyduğu düsturlar doğrultusunda hareket etmektir.
Bu şahs-ı maneviye tabi olmanın yolu, Risale-i Nur'un düsturlarına uymaktır.
- Risale-i Nurlar için; neden "gizlenmeye layık büyük bir sır" deniliyor?
Bu gibi manevî makamların gizli kalması iktiza eder. Zira ekser insanlar bu gibi halleri anlamakta ve kabullenmekte zorlanıyorlar. Bu asırda enaniyet çok ileri gittiği, insanlarda makam ve mevki sevdası olduğu için itiraz ediliyor. Bu yüzden, bu gibi şeylerin mahrem tutulması hizmet açısından daha elzem ve daha münasiptir.
İlave bilgi için tıklayınız:
- FERDİYET HAKİKATİ VE BİR SIR.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü