Bediüzzaman, Nakşibendi ve Geylani Hazretlerinden daha mı büyüktür ki, bunların kurmuş oldukları tarikatı sonlandırıp ya da onları himayesine alıp tarikat döneminin bittiğini söyleyebiliyor?
Bediüzzaman, Nakşibendi ve Geylani Hazretlerinden daha mı büyüktür ki, bunların kurmuş oldukları tarikatı sonlandırıp ya da onları himayesine alıp tarikat döneminin bittiğini söyleyebiliyor? Geylani'nin ayaklarının, tüm evliyaların omuzunda olması ile birlikte değerlendirir misiniz?
Değerli Kardeşimiz;
Evvela; Risale-i Nurlar Kadirî ve Nakşî tarikatını kaldırmış ve bu mübarek feyiz yollarını kapatmış değildir. Tam aksine yapmış olduğu iman hizmeti ile bu feyiz yollarını teyit ve takviye ediyor. İmam Rabbani Hazretlerinin hükmü ile; iman ve farzlarda kusur varsa, tarikatta yol alınamaz. Risale-i Nurların mesleği iman ve farzların yeniden ihya edilmesi üzerine gidiyor. Dolayısı ile Risale-i Nurlar yapmış olduğu iman hizmeti ile tarikatın alt yapısını güçlendirmiş oluyor.
İkincisi; eski zamanlarda ferdiyetçilik ön planda olduğu için, o dönemlerin müceddidleri bir cihetle şahsi kemalatları ve makamları ile temayüz ediyorlardı. Ama zaman değişti, ferdiyetçilik yerine cemaat manası ön plana çıktı. Böyle olunca Üstad Hazretlerinin şahsi kemalatının yanında, cemaatin kolektif aklı ve hizmeti de tıpkı müceddid gibi önem kazandı. Bir cihetle cemaat ikinci bir müceddidlik payesi ve imtiyazı kazandı denilebilir. Risale-i Nurlar Üstad Hazretlerinin cari ve baki şahsiyeti iken, Nur talebelerinin şahsı manevisi de fiil ve hizmet noktasından bir müceddid vazifesi görüyor. Risale-i Nurlarda geçen şu ibare bu manayı teyit eder mahiyettedir:
"Bu asırda, Cenab-ı Hakka hadsiz şükür olsun ki, Risale-i Nur'un hakikatine ve şakirtlerinin şahs-ı manevîsine, hakaik-i imaniye muhafazasında tecdid vazifesini yaptırmış; yirmi seneden beri o vazife-i kudsiyede tesirli ve fatihâne neşriyle gayet dehşetli ve kuvvetli zındıka ve dalâlet hücumuna karşı tam mukabele edip, yüz binler ehl-i imanın imanlarını kurtardığını kırk binler adam şehadet eder."(1)
Üçüncüsü; bir müçtehit ya da müceddidi, başka bir müçtehit ya da müceddide rekabet şeklinde takdim etmek doğru değildir. Her müceddidin değeri ve büyüklüğü kendi zamanın şartları ve gerekleri ile ölçülür. Mesela; Hazreti Mevlana’nın dönemi ile Üstad Hazretlerinin dönemi arasında dağlar kadar fark vardır, her ikisi de kendi döneminin en büyüğüdür. Üstad Hazretleri bu hususu veciz bir şekilde şöyle özetliyor:
"Hz. Mevlâna benim zamanımda gelseydi, Risâle-i Nur'u; ben onun zamanında gelseydim, Mesnevî'yi yazardım. Onun hizmeti Mesnevî tarzındaydı, şimdi ise Risâle-i Nur tarzındadır."(2)
Allah dostlarını, avam insanların rekabetli bir tarzda mukayese etmesi; hiç hoş bir yaklaşım değildir.
"Hazret-i Şeyh, veraset-i mutlaka noktasında, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın kadem-i mübarekini omuzunda gördüğü için, kendi kademini evliyanın omuzuna o sırdan bırakıyor. Kasidesinde zahir görünen, temeddüh ve iftihar değil, belki tahdis-i nimet ve âli bir şükürdür. Yalnız bu kadar var ki, muhibbiyet makamı olan makam-ı niyazdan mahbubiyet makamı olan nazdarlık makamına çıkmış. Yani tarik-i acz ve fakrdan, meşreb-i aşk ve istiğraka girmiş. Ve kendine olan niam-ı azime-i İlâhiyeyi yâd edip, bihakkın müftehirane şükretmiştir."(3)
Üstad Hazretleri burada, Hazreti Gavs’ın “Benim ayağım evliyaların omzunda.” sözünün ne manaya geldiğini izah ediyor. Burada bir dava ve övünme değil, temsil ettiği Al-i Beytin şahs-ı manevisinin bütün evliyaların üstünde bir makamda olduğunu ve velayete ancak bu Al-i Beytin dairesinde ulaşılabileceğini ifade ediyor.
Bu ifadenin diğer bir boyutunda da; Hazreti Gavs’ın Allah katındaki makam ve mevkisinin ne kadar yüksek ve ulvi olduğuna işaret vardır. Yani normalde acz ve fakr yolu ile giden Hazreti Gavs, bir anda manevi bir istiğrak ve aşk ile mahbubiyet makamına girince, acaip bir şekilde naz makamı ile üstündeki nimetlere şükür makamında, zahiren övünmek, hakikat noktasında şükür olan o sözleri sarf etmiş.
Çok büyük evliyalarda da bazen bu istiğrak ve aşk halleri görülmüş. İstiğrak, manevi sarhoşluk ve aşkın verdiği cezbe halidir. Hazreti Şeyh de böyle bir hale girip şükür makamında “Benim ayağım evliyaların omzunda.” demiş.
Dipnotlar:
(1) bk. Kastamonu Lâhikası, (117. Mektup)
(2) bk. Son Şahitler, IV/15.
(3) bk. Sikke-i Tasdik-i Gaybî, Sekizinci Lem'a.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü
Yorumlar
Müceddid-i Elf-i Sânî İmâm-ı Rabbânî Ahmed-i Fârukî ders verirken diyordu:
"Bütün tarîkarların en mühim neticesi hakáik-ı îmâniyenin inkişâfıdır.Ve birtek mesele-i îmâniyenin vuzuh ile inkişâfı,bin kerâmâta ve ezvâka müreccahtır."
Hem, diyordu: "Eski zamanda büyük zâtlar demişler ki,Mütekellimînden ve ilm-i kelâm ulemâsından birisi gelecek,bütün hakáik-ı îmâniye ve İslamiyeyi delâil-i alkiye ile kemâl-i vuzuhla ispat edecek. Ben istiyorum ki,ben o olsam, belki( HAŞİYE ) o adamım diye.
HAŞİYE:Zaman ispat etti ki,o adam adam değil, Risâle-i Nur’dur.Belki,ehl-i keşif Risâle-i Nur’u ehemniyetsiz olan tercümanı ve nâşiri sûretinde,keşiflerinde müşâhede etmişler; "Bir adam" demişler.