Bediüzzaman Said Nursi, İmam Rabbani, İmam Gazali, İbni Arabi gibi zatların Kur'an ve sünnetten istihrac yaptığı mevzuları, bazı şahısların kabul etmemesine ne cevap verebiliriz? Kitap ve sünnette bu mevzu yok, dendiğinde ne denebilir?

Cevap

Değerli Kardeşimiz;

Tefsir, lafzi ve işari olmak üzere iki kısımdır. Lafzi tefsir ayetin zahiri kalıbını ve ona mebni olan manaları nazara verirler. İşari tefsirler ise daha ziyade delalet, tazammum ve istilzam üzerine giderler. Yani ayetin ince ve herkes tarafından görülmesi mümkün olmayan manaları nazara verilir. Bu sebeple işari tefsirlerin latif tespitleri ayetin zahirinden kopukmuş gibi durur ve öyle algılanır. Ama münasebet latif ve nurani bir şekilde mevcuttur. Risale-i Nurların ayetlerle olan münasebetlerine bu cihetle de bakmak gerekir.

"O takvâ sahipleri ki, görmedikleri halde Allah'a ve Onun bildirdiklerine iman ederler." (Bakara, 2/3)

Âyet ve hadislere yaklaşım ve onları tefsir ve tevil etmedeki bazı kıstasları Üstad Hazretleri şu şekilde beyan ediyor:

"Birincisi: 'Bu kelâm peygamberin kelâmıdır.' Bu kaziye ise, tevatürün -eğer olsa- neticesidir."

Burada mevzu bahis olan şey; hadisin senedidir. Yani bu sözü gerçekten Peygamber Efendimiz (asv) söylemiş midir, endişesinin giderilmesidir ki, bu endişeyi İmam Buhari ve Müslim gibi hadis uzmanları giderir. Hadis uzmanlarınca kabul edilen bir hadisi inkar etmek, sapkınlık ve yalancılıktan başka bir şey değildir. Maalesef günümüzde bir çok kötü niyetli ulema-i su kapsamında olan alimler buna yelteniyorlar.

"İkincisi: 'Kelâmın mânâ-yı muradı hak ve sadıktır.' Bu kazıye ise, mucizelerden tevellüd eden burhanın neticesidir."

Peygamber Efendimiz (asv)'den rivayet olunduğu kati olan bir hadis hakkında, acaba Peygamber Efendimiz (asv) bu hadiste hak mı batıl mı konuşmuş, diye lakırdı yapmak küfürdür. Zira, Allah, açık ve net bir şekilde, Peygamber (asv)'in hak konuşacağını ayetlerinde ilan etmiştir. Bu ayetler ortada iken, bizim "Acaba?" diye endişede bulunmamız; iman ve teslimiyet ile bağdaşmaz.

"Bu ikisinde ittifak etmek gerektir. Fakat birincisini inkâr eden, mükâbir, kâzip olur. İkincisini inkâr eden adam dalâlete gider, zulmete düşer."

Nitekim Üstad Hazretleri bu cümlede, bu iki durumun hükümlerini ifade ediyor. Her iki hükümde de ittifak edilmesi gerektiğini söylüyor. Yok ittifak edilmeyip inkar edilirse, birinci hükme göre yani; sahih hadis inkar olunursa kişi yalancı ve kibir ehlinden olur ki sonu azap ve ateştir. İkinci hükme göre; "Peygamber acaba hak mı konuştu?" diye şüphe ve endişeye düşmek ki; bunun hükmü küfür ve dalalettir.

"Üçüncü kaziye: 'Bu kelâmda murat budur. Ve bu sadefte olan cevher budur; ben gösteriyorum.' Bu kaziye ise, teşehhî ile değil, içtihadın neticesidir. Zaten müçtehid olan başka müçtehidin taklidine mükellef değildir."

Üçüncü önermede ise; hadiste acaba Allah Resulü (asv) neyi murat etmiştir diye, Peygamber Efendimiz (asv)'in hadisteki kast ve muradını anlamaya çalışmak ve aramaktır ki; bu caiz ve makbuldür. Bunu da en güzel ifa edenler, ilimde rasih ve derin olan alimlerdir. Müçtehitlerin içtihatları ve usulüne uygun yorumları, hep bu önermenin bir mahsulüdür. Tarihteki yüz binlerle ifade edilen tefsir ve şeriat kitapları bunun en somut örnekleridir.

"Bu üçüncü kaziyede ihtilâfat feveran ederler. Kal u kîl buna şahittir. Bunu inkâr eden adam, eğer içtihadla olsa, ne mükâbirdir ve ne küfre gider. Zira âmm, bir hâssın intifasıyla müntefi değildir. Binaenaleyh, her eve kendi kapısıyla gitmek lâzımdır. Zira her evin bir kapısı var. Ve her kilidin bir anahtarı vardır."(1)

Bu üçüncü önermeye göre bir müçtehit, başka bir müçtehidin içtihat ve yorumunu inkar edip kabul etmese, ne kibirli olur ne de küfre düşer. Bilakis başka bir içtihat yaptığı için sevap kazanır. İmam Azam ve İmam Şafi (ra)’in mezheplerinin ihtilafı bu noktadan ileri geliyor. Lakin cahil ve avam birisi bir müçtehidi sırf cehlinden dolayı inkar ederse bu dalalet olur.

Müçtehit ve evliyaların sözlerini Kur’an ve sünnette yok deyip inkar edecek adamın Kur’an ve sünnetin zahir ve hafi, sarih ve işari bütün manalarını bilip kıyas edecek bir derinliğe ve ilme sahip olması iktiza eder. Yoksa birkaç meal ve sapkın adamın tefsirini okuyup alleme kesilmek dalaletten başka bir şey olmasa gerek.

Ayet ve hadislerin zahir ve muhkem yönünden başka bir de batini ve işari yönleri vardır. Bu hususu Üstad Hazretleri hadise dayanarak şu şekilde beyan ediyor:

“Herbir âyetin mânâ mertebelerinde bir zâhiri, bir bâtını, bir haddi, bir muttalaı vardır. Bu dört tabakadan herbirisinin (hadîsçe شُجُونٍ وَغُسُونٍ tâbir edilen) fürûatı, işârâtı, dal ve budakları vardır.”(2)

İşte hadisin tarif ettiği üzere ayet ve hadislerin zahirini ve muhakem kısmını incitmeden ve inkar etmeden işari ve batini yönlerini şerh ve tabir etmek, bütün İslam alimlerinin ittifakla kabul ettiği bir usuldür. Hal böyle iken manası kapalı olan müteşabih hadislerin hakiki manalarını tevil ve tabir yolu ile izah ve şerh etmek batinilik değil tefsir ilmi sınıfındandır. Bu hakikatleri ve usulleri bilmeyen ihatasız adamlar tefsir ilmi ile Hurufilik ilmini aynı kefeye koyuyorlar.

Hatta müteşabih ayet ve hadisleri zahiri üstüne vermekte ciddi imani ve fikri riskler vardır. Mesela “Allah arşa istiva etti.” ayetindeki istiva terimini zahiri üzere anlamak küfür olur. Zira istiva, yani oturmak terimi mekan ve zaman mefhumunu akla getiriyor, halbuki Allah zaman ve mekandan münezzehtir. Öyle ise istiva teriminden kast edilen mana Allah’ın mahlukat üstündeki tasarruf ve hükümranlığıdır. Buna benzer yüzlerce ve binlerce ayet hadisler vardır ki, bunların zahirleri murat değil, işaret ettikleri batini ve işari manalar muraddır. Tabi manası açık ve zahir olmayan ayet ve hadislere işari ve batini mana vermek keyfi değil, belli bir usul ve ilmi çerçeve içindedir. Üstad Hazretleri ve diğer makbul evliyaların bu gibi ayet ve hadislere getirmiş olduğu bütün yorum ve tevillerin hepsi Ehl-i sünnet usulüne uygun ve mutabık tevil ve yorumlardır.

Özellikle ahir zaman, deccal ve mehdi gibi kavramlara işaret eden hadisler müteşabih olup, manası kapalı olduğu için yoruma muhtaç hadislerdir. Yoksa bu gibi hadisleri olduğu gibi kabul etmek hurafeye kapı açmak ve Adetullaha zıt hareket etmek olur ki, bundan en çok İslam düşmanları istifade ediyor. Cahil ve avam güruhun ayet ve hadisleri zahire hamletmesi önemli bir hurafe kaynağıdır.

Dipnotlar:

(1) bk. Muhakemat, Birinci Makale (Usuru'l-Hakikat)

(2) bk. Şualar, Birinci Şua (Yirmi Dördüncü Ayet)

Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü

Okunma sayısı : 6.193
Sayfayı Word veya Pdf indir
Bu içeriği faydalı buldunuz mu?

BENZER SORULAR

Yükleniyor...