Bediüzzaman'ın, Almanya hakkındaki görüşleri nelerdir? II.Dünya savaşında onlara dua etmiş midir?

Cevap

Değerli Kardeşimiz;

Üstadımız Diyanet âleminde, saltanat âleminde, siyaset âleminde ve cihat âleminde hem içtihatla hem de hizmet etmekle muvazzaftır. Dolayısıyla Risale-i Nur’da bu dört mesele kıymet ve keyfiyetine göre ihtiyaca binaen nazara verilmiştir.

Ayrıca her zamanın bir hükmü vardır. “Zaman da iyi bir müfessirdir.” Üstadımızın değerlendirmeleri ilcaatı zamana göre de düşünülmelidir. Mesela mazide mezkur hakikatlere binaen Üstad tarafından takdir edilen Almanlar; bugün Avrupa’nın lokomotifi olarak ülkemizin muhalifi ve vesayet örgütlerinin hamisi durumuna düşmüşlerdir. Aynı şekilde eskiden dostumuz olan Amerika bugün hasmımız, düşmanımız olan Rusya yakınlaşarak neredeyse dostumuz konumuna gelmiştir. Dün Osmanlıyı paralayıp parçalayan İngilizler, bugün Türkiye ile beraber olmak için menfaatleri icabı can atmaktadırlar ve hakeza..

Devletlerin siyasetleri menfaat üzerinedir. Maalesef dünyanın çarkı da kapitalist zihniyet üzerine bina edilmiştir. Çıkar ilişkileri her ülkenin menfaati ile ilgilidir. Burada esas olan inanç, ahlak, din ve fazilet her daim ıskalanmış ve itibar edilmemiştir. Ülkemizin konum ve vaziyeti ise hem dini muhafaza, hem de bu karışık ortamda varlığını ve gücünü himaye etmektir. Hep tarih boyu da böyle olmuştur.

Devletimizin siyaseten aldığı uluslararası kararlar mahiyeti itibarıyla yanlış dahi olsa, milletimizi ilgilendirir. Millet devletini bu gibi zamanlarda yalnız bırakamaz. Zira milletin varlığı ve birliği devlet sayesindedir. En kötü devlet, devletsizlikten daha iyidir.

İşte milletteki bu şuur, muazzez üstadımızda makes bulmuş, Osmanlı yıkıldıktan sonra bize yardım eden Almanlar gibi unsurlarla aradaki husumet unutulmuş yeni gelişmelere karşı ortak bir cephe oluşturulmuştur. “Düşmanın düşmanı, düşman kaldıkça dosttur” kaidesince cihan harbinde ittifaklar ve kamplar oluşmuştur.

Zamanla bu tarihi birliktelik, milletlerin fertleri arasında bazı yakınlaşmalara ve açılımlara sebebiyet vermiştir. Üstadımızın Avrupa’nın zekâ tarlaları diye bahsettiği kişilerden birisi de Alman olan Bismarck hakikati terennüm etmiş, bizim inançlarımızı kendi imkânlarınca paylaşmışlardır. Bu ise zamanla ahalide Almanya’ya taraftar olmayı ve dost olmayı netice vermiştir. Cumhuriyetin ilk başlarında ülkeyi idare eden siyasilerin bazıları da Almanya taraftarı olunca hükûmetler arası münasebetler de artmıştır. Bu da mahiyeti icabı dostlukların, ticaretlerin, sanayinin, huyların ve düşüncelerin de transferlerine vesile olmuştur. Bu o noktaya gelmiştir ki Almanlar en fazla işçiyi ülkemizden talep etmiş ve onları düğün dernekle karşılamışlardır. Bu ise İslamiyet’in Almanya alanına yavaş yavaş intikaline vesile olmuştur. Diyanet teşkilatımız oradaki Müslümanların ihtiyacı için sistemini adeta bir vilayet gibi oraya kaydırmıştır. Bugün Almanya’da bazı camilerde ezanlar aşikâre okunmaktadır. Diğer ecnebi ülkelere ise İslam’ın intikali daha geç olmuştur. Almanya’da ve Avrupa’da Risale-i Nur kürsüleri ve Bediüzzaman sempozyumları düzenlenirken, İslam âlemine çok sonradan ve gecikmeli olarak girilmiştir.

İşte;

- Cihan harbi ile ilgili tarihi ve siyasi gerçekler.
- Komünizmin hamisi olan Rusya’nın acımasızlığı ve yayılması.
- Abdülhamid Han'ın II. Wilhelm (Friedrich Wilhelm) ve Bismarck gibi iki mühim liderle tarihi münasebet ve irtibatları.
- Dostluğun hakkı ve hukuku.
- İnsan ve çalışanların transferleri ile oluşan halk tabanı.
- İngilizler gibi ihanet ve emperyalist bir zihniyet taşımayan, Alman siyaseti.
- Dünyada devletler üzeri haklar oluşması ve bunların getirdiği asgari müştereklerdeki ittifak.
- İstikbalde Almanya’nın Müslümanlara ve Risale-i Nur’a kader tarafından hazırlanmasının ilhamı.

Ve yukarıdaki bazı hakikatler de nazara alındığında Üstadımız; hem maziyi hem de söz konusu meseleler muvacehesinde o zaman Almanları takdir etmiş ve methedici ifadeler söylemiştir.

Bunu hayranlık olarak ifade etmek abartılı olur. Zira Üstadımızın ruhen onları tasvip edip hatta dua etmesi; Dünyaya, servete ve siyasete değil, iman davasına ve hakikatin zuhurunadır.

Risale-i Nurda “Almanlar” ile ilgili bölümler;

1. Sözler (Konferans Bölümü):

"Avrupa’da Kur’ân’a ve İslâmiyete karşı gösterilen hüsn-ü alâka ve bilhassa bahtiyar Alman milletinde fevc fevc İslâmiyeti kabul etmek gibi hâdiseler, o ihbarı tamamıyla tasdik etmişlerdir."​

2. Tarihçe-i Hayat : Isparta Hayatı

"Bugünkü dünyadaki ihtilâfları halledecek olan; aklen, fikren terakkî etmiş yirminci asır insanlarına hak ve hakîkati anlatabilecek yepyeni bir ilmî keşfiyâtı ve bir teceddüdü Amerika’da, Avrupa’da, husûsan Almanya’da taharrî eden cereyanlar meydana gelmiş; eğer idrak edebilirler ve görebilirlerse, işte Risâle-i Nur Külliyatı. Nitekim bu hakîkatin idrâk edilmeye başlandığını gösteren emâreler bahtiyar Alman milleti içinde görülmektedir."

3. İşaratü'l-İ'caz : Ecnebî Filozofların Kur'ân'ı Tasdiklerine Dair Şehadetleri

KUR'AN BÜTÜN DİNÎ KİTAPLARA FÂİKTİR!

Alman âlimlerinden ve müsteşriklerinden Jochahim du Rulpp Kur’ân’ın sıhhate verdiği ehemmiyetten bahsederken şu sözleri söylüyor:

İslâmiyetin, şimdiye kadar Avrupa muharrirlerinden hiçbirinin nazar-ı dikkatini celb etmeyen bir safhasını bahis mevzuu etmek istiyorum. İslâmiyetin bu safhası, onun sıhhati muhafaza için vuku bulan emirleridir. Evvelâ şunu itiraf etmek lâzımdır: Kur’ân, bu nokta-i nazardan bütün dinî kitaplara fâiktir. Kur’ân’ın tarif ettiği basit, fakat mükemmel sıhhî kaideleri nazar-ı dikkate alırsak, bu mukaddes kitap sayesinde, bütün dünyanın bazı kısımlarıyla, haşarat mahşeri olan Asya’nın müthiş bir tehlike olmaktan kurtulduğunu görürüz. Müslümanlık nezafeti, temizliği, nezaheti bütün sâliklerine farz etmekle, birçok tahripkâr mikropları imha etmiştir. Jochahim

4. Emirdağ Lâhikası - I ( 166 )

Kahraman Nazif’in ve Yâkub Cemal’in, şimâl-i garbîde, üç devletin Kur’ân’ı kabul etmesi Zülfikar’ın intişarına tevafuku; ve geçen sene, “Zülfikar çıkarsa, dahilen ve haricen büyük fütuhata vesile olacak” hükmünü tasdik etmesi büyük bir fa’l-i hayırdır diye, biz de o iki kardeşimizin kanaatine iştirak ediyoruz. Bu fırtınalı ve ilhadlı asırda, biri gizli Alman, üçü âşikâr devletlerin, beşerin bu asırda Kur’ân’a şiddet-i ihtiyacını hissetmesi ve bilfiil kabul etmesi büyük bir hâdise-i Kur’âniyedir. Değil üç devlet, belki yalnız on meşhur adam, on feylesof dahi, birden, uzak memleketlerde Kur’ân’ı tasdik etmesi, bizlere ve âlem-i İslâma büyük bir müjde ve avam-ı ehl-i imana büyük bir kuvve-i mâneviye temin eder.

5. Şualar : On Dördüncü Şuâ

"Evvelâ: Bütün benimle arkadaşlık eden zâtların şehadetiyle, on dokuz seneden beri hiçbir gazeteyi okumayan ve dinlemeyen ve sormayan ve bu on sene beş aydır Harb-i Umumîden, Alman’ın mağlûbiyetinden ve komünistin dehşetinden başka hiçbir haber almayan ve merak etmeyen ve bilmeyen bir adamın elbette siyasetle hiçbir alâkası yoktur ve siyasî cemiyetlerle hiçbir münasebeti olmaz."

6. Şualar : On Dördüncü Şuâ

“Şu halde, bana imansız demekle benim şahsımı, hem ordumu, hem de milletimi ve Çarı tahkir etmiş oluyor. Derhal divan-ı harp kurulunda isticvab edilsin.”

Bu emir üzerine divan-ı harp kuruluyor. Karargâhdaki Türk, Alman ve Avusturya zâbitleri, ayrı ayrı Bediüzzaman’a rica ederek Başkumandana tarziye vermesi için ısrar ediyorlar. Verdiği cevap bu oluyor:

“Ben âhiret diyarına göçmek ve huzur-u Resulullaha varmak istiyorum. Bana bir pasaport lâzımdır. Ben imanıma muhalif hareket edemem.”

7. İşaratü'l-İ'caz : Bakara Sûresi, 23-24. âyetin tefsiri

Evet, zahiren İslâmiyet dairesine girmeyen düşman feylesofları bile, bu hakikati tasdik etmişlerdir. Ezcümle, Amerikalı feylesof Carlyle, Alman edib-i şehîri Goethe’den naklen, Kur’ân’ın hakaikine dikkat ettikten sonra, “Acaba İslâmiyet içinde âlem-i medeniyetin tekemmülü mümkün müdür?” diye sormuştur.

8. Kastamonu Lâhikası : ( 100 )

Hattâ sizin bu kardeşiniz -siz de bilirsiniz- bu on sekiz senedir, o kadar muhtaç olduğum halde siyasete, hayat-ı içtimaiyeye temas etmemek için hükûmete karşı birtek müracaatım olmadığını ve bu sekiz dokuz aydır, küre-i arzın bu herc ü mercinden birtek defa ne sual ve ne de merak etmek ve ne de anlamak ve ne de medâr-ı sohbet etmediğimi, hattâ şimdi sulh olmuş mu, harp bitmiş mi, İngiliz ve Alman’dan başka kimler harp ediyor, bilmediğimi biliyorsunuz.

9. Kastamonu Lâhikası : ( 13 )

İKİNCİ MESELE: Yirmi sene evvel tab edilen Sünuhat risalesinde, hakikatli bir rüyada, âlem-i İslâmın mukadderatını meşveret eden ruhanî bir meclis tarafından bu asrın hesabına Eski Said’den sordukları suale karşı verdiği cevabın bir parçası şimdilik tezahür etmiştir. O zaman, o manevî meclis demiş ki: “Bu Alman mağlûbiyetiyle neticelenen bu harpte Osmanlı Devletinin mağlubiyetinin hikmeti nedir?”

Cevaben Eski Said demiş ki: “Eğer galip olsaydık, medeniyet hatırı için çok mukaddesatı feda edecektik. Nasıl ki yedi sene sonra edildi. Ve medeniyet namıyla âlem-i İslâm, hususan Haremeyn-i Şerifeyn gibi mevâki-i mübarekeye, Anadolu’da tatbik edilen rejim kolaylıkla, cebren teşmil ve tatbik edilecekti. İnâyet-i İlâhiyeyle onların muhafazası için kader mağlûbiyetimize fetva verdi.”

10. Kastamonu Lâhikası : ( 31 )

Bu içinde bulunduğumuz Alman ve İngiliz harbinin bidayetinden devamı müddetince hadsiz zındıka ve münafıkların hiç yoktan, sebepsiz olarak, şahsıma bir isnadat olsun için, gerek münevver fikirli âlim ve gerekse cahil mülhid, hemen hemen birkaç dostlarım müstesna, memleket halkı ve kudsî hizmetimden küstürmek için şeytan-ı aleyhi mâyestehık bütün memleket halkını iğfal ederek aleyhime tahrik etmiş olacaktır ki, “Nazif, muhalif bir siyasetle ittihad-ı İslâma taraftar eder, siyaset propagandası yapıyor” zihniyetini şiddetle aleyhimde, memleket halkına ve erkân-ı hükûmete kadar sirayet ettiriyorlar. Ve bütün şeytanların tecessüsleri tahrik edilmiş. Güya aleyhtarlarım benden bir intikam almak hasebiyle gıyabımda, hem müthiş cereyanı şiddetlendirmek için kendilerince menfur telâkki ettikleri Almancı” namıyla hakaretlere maruz bırakmaktan çekinmediler. Halbuki ben, lillâhilhamd, Risale-i Nur’un irşadıyla, hakaik-i imaniye ve Kur’âniyeyi bütün kâinatın fevkinde gördüğümden ve itikad ettiğimden, değil küre-i arzdaki cereyanlara, belki bana verilse de, bütün dünya saltanatına da âlet edemem. Ben, yalnız hakikatçi ve imancı ve Kur’ân’cı Risale-i Nur’un bir hâdimiyim. Kaç senedir bütün bu hücumlarıyla beraber, iki eser-i inâyet var.

Bazı Makaleler

1 - Said Nursi’nin Alman hayranı olduğu doğru mudur?

Prusya’nın Alman birliğini kurduğu 1870’lerden itibaren Türkiye’de, Rusya ve İngiltere’ye mukabil muvazene unsuru olarak bir Almanya hayranlığı yayılmaya başlamıştı. 1908’de iktidarı ele alan İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin ekserisi Germanofil idi ve bu cemiyetin başında bulunanlar memleketi Almanya’nın menfaatleri için Cihan Harbi’ne sokmakta beis görmemişti. Said Nursi de o devirde İttihatçılarla beraber olmak hasebiyle Almanya’ya yakınlık duymuştu. Hatta Kastamonu Lahikası’ndan anlaşıldığı üzere, aleyhtarları kendisine ve talebelerine “Almancı” adını bile takmıştı. (Mektub 31)

1921’de yazıp neşrettiği Rumûz adlı eserinde, Avrupa, bilhassa İngiliz ve Fransız emperyalist medeniyeti ile Alman enternasyonal-sosyalistliğini mukayese eder ve Alman tarafını tutar. (Asar-ı Bediiye, s. 83) Bundan dolayı 1953 senesinde hakkında tahkikat açılır. Ehlivukuf, bu yazıda sosyalistliğin methedildiği kanaatine varır. Said Nursi buna cevaben, “Eski Harbi Umumi'nin bidayetinde ve içinde, o harpte müttefikimiz olan Almanla alâkamızı kırmak ve Garplılaşmak perdesi altında bir siyaseti dinsizliğe alet yapmaya çalışan bazı münafıklar diyorlardı ki: Alman Sosyalistlikle gidiyor, dinimize zarar verecek.” Ben de o zaman demiştim: “Sosyalistlik İslâmiyete ilişemez ve dinimize zarar veremez. Hem bizi sosyalistliğe sokamaz. Fakat Garblılaşmak, İngiliz ve Fransızın medeniyetinin fena kısmı, bizim dinimizi kısmen, terk etmeye mukabil, zararlı bir medeniyete bizi mecbur edecekler. Onun fenalıkları iyiliklerine galebe eden böyle medeniyete; bizim müttefikimiz olan Almanın sosyalistliği dinimize ilişmediği ve bizi sosyalistliğe sevk etmediği için tercih ediyorum diye o zaman demiştim. İşte mes'elenin hakikati bu iken, kırk sene evvel bu mesele yazılmış ve neşredilmiş, kimse ilişmemiş ve muhakemelerde beraatler görmüştür. Şimdi hasta olduğum için, müdde-i umumî ifademi almaya yanıma geldi ve dedi ki: Urfa'da ehl-i vukuf Hutbe-i Şamiye’nin zeylindeki vecizelerden, ‘sosyalistlik garbî medeniyetlere müreccahtır’ diye olan kelimesine bolşevikliğin lehinde bir propaganda yapılıyor, demiş. Bolşeviklik ayrı, sosyalistlik ayrıdır. Sosyalist Alman nerede? Komünist Rus nerede? Böyle vukufsuz ehl-i vukufun yanlış raporlarıyla Nurun kahraman fedailerine ilişmek, bence Rus hesabına bir propagandadır.” (Abdülkadir Badıllı, Tarihçe, I/486-487)

II. Cihan Harbi esnasında Afyon mahkemesinde savcıya verdiği ifadede, “On senedir kat'iyen dünya cereyanlarından ve vaziyetlerinden, Alman'ın mağlûbiyeti ve bolşeviğin istilâsından başka hiçbir haber almayacak derecede içtimai hayattan çekilmiş olduğunu söylemesi dikkate şayandır. Yani kendisini alakadar eden ve üzen tek şey Almanların mağlubiyetidir. (Şualar) Bu devirde Türkiye'de hükümet ricalinden hayli şahıslar, ayrıca Nadir Nadi, Peyami Safa, Nihal Atsız gibi okur yazar takımı ya İttihatçılık damarıyla, ya da Anti-Komünistlik saikiyle amansız bir Alman hayranı idi. Almanya’nın galip geleceğine inanır, bundan Türkiye’ye de bir menfaat geleceğini umardı.

Said Nursi der ki: "Resmî ilânıyla, 'Allah'a istinad edip dinsizliği kaldıracağım, İslâmiyeti ve İslâmları himaye edeceğim.' diyen bir hükûmet [Almanya] yüz milyon küsur iken, dört yüz milyona yakın nüfusa hükmeden bir diğer devlete ve dört yüz milyon nüfusa yakın ve onun müttefiki olan Çin'e ve Amerika'ya ve onlar ise zahîr ve müttefik oldukları olan bolşeviklere galibâne, öldürücü darbe vuran o hükûmetteki muharip cemaatin şahs-ı mânevîsiyle, mücadele ettiği dinsizlerin ve taraftarların şahs-ı mânevîleri tecessüm etse, yine minare boyunda bir insana nispeten küçük bir insanın nispeti gibi olur.” (Kastamonu Lahikası, 50. mektub)

Bu ifadelerle II. Cihan Harbi’nde komünist Rusya ile mücadele ve harp eden Alman hükümetine sitayişkarane işaret etmektedir. Bu devrede Almanların galibiyeti için dua ettiğini yakınları anlatır. Fakat 1943’lü yıllardan sonra SSCB’nin Alman ilerleyişini durdurması ve Almanların mağlubiyete uğramaya başlaması üzerine hükümetin tavrına muvazi olarak Said Nursi de tavrını değiştirdi. Abdulkadir Badıllı, Tahiri Mutlu’dan duydukların şöyle anlatır: “Bir müddet sonra Almanların çok acib zulümlere başladığını ve masum çoluk çocuk demeden bombalarla imha ettiğini işitince, [sanki Almanya bunlara yeni başlamış gibi] dua defterinden onların ismini sildi ve sırt çevirdi. Hatta Tahiri ağabey, Alman mağlubiyetinin Üstad’ın duasını kesmesinden sonra başladığını söylüyordu.” (II/1054)

Nursi’nin eserlerinde İslamiyete ve Risale-i nurlara teveccüh olduğuna inanıldığı için, Almanya ve Almanlar hep mümtaz bir şekilde anılır, hatta “Bahtiyar Almanya” tabiri kullanılır. Tarihçe-i Hayat’ta der ki: "Risale-i Nur, Avrupa, Amerika ve Afrika'da da hüsn-ü teveccühe mazhar olmuş; başta bahtiyar Almanya ve Finlandiya olmak üzere, birçok memleketlerde okunmaya başlanmıştır.”

2 - Almanlar İslama sahip çıktı

‘Kalbe ihtar edilen bir mesele’nin tahlili

Kastamonu Lahikası isimli eserinde Bediüzzaman, Hadis-i Şerifi yorumlamaya devam etmektedir:

İkincisi: ‘’Resmi ilanıyla, ’Allah’a istinat edip dinsizliği kaldıracağım, İslamiyeti ve İslamları himaye edeceğim’ diyen bir hükümet (Almanya-İtalya) yüz milyon küsur iken, dört yüz milyon nüfusa hükmeden diğer bir devlete (İngiltere) ve dört yüz milyon nüfusa yakın (Rusya) ve onun müttefiki olan Çin’e ve Amerika’ya ve onlar ise zahir ve müttefik oldukları olan Bolşeviklere galibane, öldürücü darbe vuran o hükümetteki muharip cemaatin şahs-ı manevisiyle, mücadele ettiği dinsizlerin ve taraftarların şahs-ı manevileri tecessüm etse, yine minare boyunda bir insana nisbeten küçük bir insanın nisbeti gibi olur.’’ (Sayfa, 54)

Bediüzzaman’ın yukarıdaki ifadelerini açmaya çalışalım:

‘’Almanlar kendilerini İslam’ın koruyucusu olarak sundular.’’

‘’New york Times, Ortadoğuda Hitleri ‘İslamın koruyucusu’ olarak tanıtan Nazi propogandacılarını haber yapıyordu.’’

‘’Bütün Müslüman Dünyada İtalyan propogandacılar Mussolini’yi ‘İslamın Koruyucusu’ olarak yüceltti.’’

‘’1941 senesinde Berlin’e giderek Hitler’le görüşen ve Müslümanları Alman ordusunda savaşa çağıran Filistin Başmüftüsü Emin el Hüseyn’i Führer’in ‘Herhangi bir İslam ülkesini köleleştirme ya da ezme niyetinde olmadığını’’ anlattı.

Almanya’nın ve İtalya’nın öncülüğünde Bütün Avrupa Bolşevizme karşı örgütlenmeye başladı.

‘’Berlin, Bolşevizme karşı bir Avrupa ittifakını teşvik etmeye başladı.’’

‘’Alman savaş uçaklarından atılan notlarda Almanya’nın Rus halkını komünizm belasından kurtarmak için Sovyetlere savaş açtığı iddia edilecekti.’’

‘’İslam merkezi Enstitüsü 18 Aralık 1942 günü öğleden sonra saat dört buçukta Berlin’in merkezinde.. resmen açıldı.’’

Alman ordularında Bolşeviklere karşı Müslüman askerler toplanarak birlikler oluşturuldu. ‘’Bu, tarihte; Müslüman olmayan bir gücün öncülüğünde, en büyük Müslüman seferberliği kampanyalarından biri oldu.’’

ALMANLAR HİÇ BİR ZAMAN İSLAM DÜŞMANI OLMADI

II. Dünya savaşında Alman orduları içerisinde Doğu savaş alanında: ‘’35.000 ila 40.000 civarında Müslüman Volga Tatarları, 110.000 ila 180.000 Müslüman Türkistanlı, Kafkasyadan 110.000 Müslüman, 25.000 ila 38.000 Azerbaycanlı Müslüman’’ asker vardı.

Toplamda 350.000 civarında Müslüman (Balkan Müslümanları hariç) Asker alman orduları içerisinde doğu bölgesinde Bolşeviklere karşı savaşıyordu.

‘’Almanlar, ‘hiçbir zaman’ İslam düşmanı olmamış ve bir İslam ülkesine hiç saldırmamış.’’

Bu savaş boyunca Almanya radyolarında, İslamı anlatan programlar yapıldı:

‘’Bir müslümanla gelecekte bir buluşma ayarlayacaksanız ‘inşallah’ sözünü eklemeyi unutmayın.’’

‘’Müslüman bir kentte, ne kadar meraklı kız ve kadın pencere parmaklıklarından sokağa bakarsa baksın onları selamlamak ya da el sallamak büyük bir düşüncesizlik olur…’’

Bu kadar detay, Alman askerlere talimat olarak veriliyordu. Almanya’da o kadar çok İslam’ı tanıtan bildiri dağıtıldı ki, Almanlar İslam’dan çok etkilendiler.

Hatta bunlar içerisinde, savaş döneminde ve sonrasında Müslüman olanların sayısı bir hayli fazladır:

‘’Irk teorisyeni Ferdinand Clauss rejimin belli başlı ırk ideologlarından biriydi… Clauss savaştan sonra İslamın büyük bir hayranı olarak kaldı ve Müslüman oldu.’’

‘’Nazi propogandacısı Johann Von Leers, Almanya’da ideolojik bir İslam yorumunu öne çıkaran önemli şahsiyetlerden biriydi… Savaştan sonra Leers, Mısır’a yerleşti, Müslüman oldu.’’

Yaptığımız iktibaslar özellikle de Almanya’nın İslama sahip çıktıklarını gösteriyor.

Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?

BENZER SORULAR

Yükleniyor...