Bediüzzaman'ın, "Şer'i cumhuriyet" ve "Laik cumhuriyet"e bakışı nasıldır? Bu bağlamda laik demokrasi hangisinin kapsamına giriyor? Doğu meselesini yorumlar mısınız?
Değerli Kardeşimiz;
"Eskişehir Mahkemesinde gizli kalmış, resmen zapta geçmemiş ve müdafaatımda dahi yazılmamış bir eski hatırayı ve lâtif bir vakıa-i müdafaayı aynen beyan ediyorum."
"Orada benden sordular ki: "Cumhuriyet hakkında fikrin nedir?"
"Ben de dedim: "Eskişehir mahkeme reisinden başka daha sizler dünyaya gelmeden ben dindar bir cumhuriyetçi olduğumu elinizdeki Tarihçe-i Hayatım ispat eder. Hülâsası şudur ki: O zaman şimdiki gibi, hâli bir türbe kubbesinde inzivada idim. Bana çorba geliyordu. Ben de tanelerini karıncalara verirdim, ekmeğimi onun suyuyla yerdim. İşitenler benden soruyordular. Ben de derdim: Bu karınca ve arı milletleri cumhuriyetçidirler. O cumhuriyetperverliklerine hürmeten, tanelerini karıncalara verirdim."
"Sonra dediler: "Sen Selef-i Salihîne muhalefet ediyorsun."
"Cevaben diyordum: "Hulefâ-i Râşidîn, herbiri hem halife, hem reis-i cumhur idi. Sıddîk-ı Ekber (r.a.), Aşere-i Mübeşşere ve Sahabe-i Kirama elbette reis-i cumhur hükmünde idi. Fakat mânâsız isim ve resim değil, belki hakikat-i adaleti ve hürriyet-i şer'iyeyi taşıyan mânâ-yı dindar cumhuriyetin reisleri idiler." (1)
Yukarıdaki ifadelerden anlaşılan manaya göre, İslam hakikatlerinin önünde duran en büyük engellerden birisi de istibdat, yani dikta ve zorba rejimlerdir. Yönetim ve siyasi noktadan İslam aleminin saadet ve geleceği ancak İslam’a uygun bir cumhuriyet ve demokratik rejimdir. Yoksa istibdadın farklı versiyonları olan krallık ve saltanatın İslam alemine bir hayrı yoktur.
Bugün İslam dünyasında maalesef hep istibdadı temsil eden dikta ve dayatmacı rejimler hakimdir. Üstad Hazretlerinin en hoşlanmadığı şeylerden birisi de bu tip yönetim rejimlerdir. Üstad Hazretleri şiddetli bir şekilde İslam bünyesine uygun cumhuriyeti, şimdiki tabiri ile demokrasiyi savunuyor.
Üstad Hazretleri aynı zamanda geleceğin İslam’a gebe olduğunu söylemesi ile bu dikta rejimlerin de son bulacağını zımni olarak ifade etmiş oluyor. Zaten dünyanın değişen ve gelişen şartları bu bağnaz yönetim şekillerini tarihin çöp sepetine atması mukadderdir.
Şeriat: Genel itibari ile doğru yol, hak din yolu, büyük ve geniş cadde, nur, aydınlık, ışık manalarına geliyor. Özel itibari ile Kur'an-ı Kerim ve Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm'ın târif ettiği ve bildirdiği yol. Allah (C.C.) tarafından Peygamber Aleyhisselâm vâsıtasiyle vaz' ve tebliğ olunan hükümleri içeren İlâhî kanunların bütününe denir. Allah’ın tesis edip razı olduğu sistem, düzen, şartlar manasına da gelir.
Günümüzün dinsiz ideolojileri şeriatı menfi propaganda ile bir öcü gibi göstermeye çalışıyorlar. İslam yerine şeriat tabirini kullanıyorlar. Halbuki İslam ile şeriat aynıdır. İslam diyerek hücum etseler toplumun tepkisi ile karşı karşıya kalacaklar. Bu sebeple daha çok üstü kapalı olan şeriatı tercih ediyorlar.
Üstad Hazretlerinin şeriat hakkında bazı ifadeleri şöyledir:
"Şeriat, doğrudan doğruya, gölgesiz, perdesiz, sırr-ı ehadiyet ile rububiyet-i mutlaka noktasında, hitab-ı İlâhînin neticesidir."(2)
"Dediler: "Şeriat-ı garrâdaki medeniyet nasıldır?" Dedim: "Şeriat-ı Ahmediyenin (a.s.m.) tazammun ettiği ve emrettiği medeniyet ise ki, medeniyet-i hazıranın inkişâından inkişaf edecektir. Onun menfi esasları yerine, müspet esaslar vaz' eder."
"İşte nokta-i istinad, kuvvete bedel haktır ki, şe'-ni adalet ve tevazündür. Hedef de, menfaat yerine fazilettir ki, şe'ni muhabbet ve tecazüptür. Cihetü'l-vahdet de unsuriyet ve milliyet yerine, rabıta-i dinî, vatanî, sınıfîdir ki, şe'ni samimî uhuvvet ve müsalemet ve haricin tecavüzüne karşı yalnız tedâfüdür. Hayatta düsturu, cidal yerine düstur-u teavündür ki, şe'ni ittihad ve tesanüttür. Hevâ yerine hüdâdır ki, şe'ni insaniyeten terakkî ve ruhen tekâmüldür. Hevâyı tahdit eder; nefsin hevesat-ı süfliyesinin teshiline bedel, ruhun hissiyat-ı ulviyesini tatmin eder."(3)
"Ve o iman dalının bir budağı hükmünde olan İslâmiyetin erkân-ı hamsesi aralarında ve o erkânın ta en ince teferruatı ve en küçük âdâbı ve en uzak gayâtı ve en derin hikemiyâtı ve en cüz'î semerâtına varıncaya kadar, aralarında hüsn-ü tenasüp ve kemâl-i münasebet ve tam bir muvazenet muhafaza edildiğine delil: O Kur'ân-ı camiin nusus ve vücuhundan ve işarat ve rümuzundan çıkan Şeriat-ı Kübrâ-yı İslâmiyenin kemâl-i intizamı ve muvazeneti ve hüsn-ü tenasübü ve resaneti, cerh edilmez bir şahid-i âdil, şüphe getirmez bir burhan-ı kàtı'dır."(4)
Laiklik: Laikliğin ortak ve genel bir tarifinde bugün insanlık ittifak edemediği için, en genel tanımı ve tarifi, din ve vicdan hürriyeti şeklinde tespit ve tayin edilebilir. Ama maalesef Türkiye'de din ve vicdan özgürlüğü kemali ile uygulanmıyor. Laiklik daha çok mason ve dinsizlerin istibdat ve inkarlarına bir perde olarak tatbik ediliyor. Bu cihet ile laikliğe taraf olmak dinsizlere taraf olmak demektir.
Üstad Hazretleri laiklik hakkında ya da Türkiye’de nasıl anlaşılıp tatbik edildiği hususunda şunları söylüyor:
"Lâiklik İslâmiyet düşmanlığı mıdır? Lâiklik dinsizlik midir? Lâiklik, dinsizliği kendilerine bir din ittihaz edenlerin dine taarruz hürriyeti midir? Lâiklik, din hakikatlerini beyan edenlerin, imanî dersleri neşredenlerin ağızlarına kilit, ellerine kelepçe vuran bir istibdad-ı mutlak düsturu mudur?"
"Lâiklik, bir vicdan ve fikir hürriyeti olduğuna göre, dinsizler ve din düşmanları, İslâmiyet aleyhinde her çeşit hücumları, taarruzları yapar, anarşik fikirlerini o hürriyet-i vicdan ve fikir bahanesiyle neşreder de, fakat bir İslâm âlimi o hürriyet-i fikir düsturuna istinaden bin yıldan beri İslâmiyetin serdarı olmuş bir millet içinde ve o milletin bin yıllık an'anesine, kanunlarına ittibâ ederek ve yine o milletin saâdeti uğrunda, ahlâk ve namusun muhafazası yolunda dinî bir ders beyan etmesi lâikliğe aykırıdır diye suçlu gösterilir, devletin nizamlarını dinî inançlara uydurmak istiyor diye mahkür gösterilir. Biz böyle bir gayr-ı mümkünün, mümkün olmasına ihtimal vermiyoruz. Adaletin buna müsaade etmeyeceğini şüphesiz biliyoruz.(5)
İslam’ın inançlara ve kültürlere tanımış olduğu özgürlüğe laiklik nazarı ile bakabiliriz. Bunun dışında dine mesafeli ve dini vicdana hapsedip, İslam’ı kamusal alandan tecrit eden laiklik anlayışına İslam cevaz vermez. Müslüman’ım diyen birisi de bu doktrini kabul edemez diye düşünüyoruz.
Cumhuriyetin ilk döneminden beri devletin Doğu Anadolu’ya yaklaşımı ulus temelli, milliyetçi, etnik temelli bir yaklaşım olmuş. Bu yaklaşım ister istemez bölge halkının devletle olan münasebetlerinde problemler çıkardı ve iş teröre kadar gitti.
Artık görülüyor ki, ulus temelli, etnik anlayışlı politikalar çözüm üretmiyor, dar geliyor, problemleri çözmüyor, kangrenleştiriyor, kronikleştiriyor. Milliyetçilik ve laiklik anlayışı o bölge insanlarının kara noktalarıdır, açmazlarıdır. Daha hoşgörülü, esnek, kuşatıcı, bölge insanlarını kazanmaya, devletle yakınlaşmalarını sağlamaya yönelik politikalar geliştirilmeli. Devletin insanları kuşatıcı, bölge insanının şartlarını dikkate alarak, kültür noktasında etnik kimlik noktasında ihtiyaçlarını kaale alarak bir politika geliştirilmesi gerekir.
Risale-i Nurların genelinden çıkardığımız sonuç şöyle; hukukun üstünlüğü, temel hak ve özgürlüklerin temin edilmesi, her türlü istibdadın kaldırılıp tam bir hürriyet ve demokrasinin inşa edilmesi, din ve fen ilimlerinin beraber okutulabileceği bir eğitim sistemi, kimliklerin tanınması, iktisadi imkanların temin edilmesi, yerel yönetimlerin güçlendirilmesi (özerklik anlamında değil). Bütün bunlar temin edildikten sonra, özerklikten dem vurmak iyi niyetlilik olmaz. Risale-i Nurlar bu tür etnik milliyetçilik kokan bakış açılarına cevaz vermiyor mülahazasındayız.
Dipnotlar:
(1) bk. Tarihçe-i Hayat, Denizli Hayatı, Denizli Mahkeme Müdafaatı.
(2) bk. Mektubat, Yirmi Dokuzuncu Mektup, Dokuzuncu Kısım.
(3) bk. Sünuhat, Rüyada Bir Hitabe.
(4) bk. Sözler, On Üçüncü Söz.
(5) bk. Emirdağ Lahikası-II, (89. Mektup)
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü
Yorumlar