"Ben her şeyden vazgeçerim, fakat adalet-i İlâhiyenin huzurunda bu dehşetli gıybete karşı hakkımı helal etmem. İllâ bir şart ile helâl edebilirim..." Kavl-i leyyin esas alan Üstad, neden burada çok sert. Bu hoca kim, ne gıybet yapmış açıklar mısınız?
Değerli Kardeşimiz;
"Ben herşeyden vazgeçerim, fakat adalet-i İlâhiyenin huzurunda bu dehşetli gıybete karşı hakkımı helal etmem. Titresin! Bütün sâdâtın ceddi olan Fahr-i Âlem Aleyhissalâtü Vesselâmın Sünnet-i Seniyesini muhafaza için hayatını ve herşeyini feda eden bir mazlumun şekvâsı, elbette cevapsız kalmayacak."
"İllâ bir şart ile helâl edebilirim ki: Bu Ramazan-ı Şerifte bana ve hâlis kardeşlerime verdiği endişe ve telâşı, hakperestlik damarıyla, büyüklere lâyık ulüvv-ü cenapla, enaniyet-i taassubkârânesini hakikate ve insafa feda edip tâmire çalışmasıdır; müşfik ve munsıf bir hoca tavrıyla, kusurumuz varsa bize lütufkârâne ihtar ve ikazdır. Cenab-ı Hak, Settârü'l-Uyûbdur; hasenat seyyiata mukabil gelse, affeder. İman hizmetinde yüz binler insanın imanını tahkikî yapmak hasenesine karşı benim gibi bir biçarenin hüsn-ü niyetle, kuvvetli emarelerle inayet-i İlâhiyeden tasavvur ettiği bir müjde-i Kur'âniyenin tefehhümünde bir yanlış, belki yüz yanlış varsa da o hasenata karşı gelemez, setr-i uyûb perdesini yırtamaz. Her neyse..."(1)
İstanbul hadisesi (Gıybet) Üstad'ın ifadesi ile ulemadan ve sâdâttan ve meşayihten ve ahbaptan ve hemşehriden olan bir zatın, Üstad'ın hizmetine, risalelerin içeriğine dair cami kürsüsünde olan şiddetli tenkit ve hücumudur. İnsanları risalelerden, hizmetten uzaklaştıracak ve hizmete darbe vuracak mahiyette bir yaklaşım sergilenmiştir. Üstad Hazretleri isim vermediği için bizim de herhangi bir ismi verip suizana sebebiyet vermemiz doğru olmaz.
Muaraza edilen konuyu ise, Üstadımız şöyle ifade etmektedir.
"On sekiz sene müddetinde sünnet-i seniyeyi muhafaza için başına şapka koymadığından, on sekiz senedir haps-i münferit hükmünde ihtilâttan men' ve yalnız bir odada hayatını geçirmeye mecbur edilen ve hususi ibadetgâhında ezan-ı Muhammedî okuyup "Allahu Ekber" dediğinden ve "Lâ ilâhe illâllah" hakikatini güneş gibi gösterdiğinden, yüz arkadaşıyla taht-ı tevkife alınan ve mahkûm edilen bir adamı, yüzer emare ve karinelere istinaden inayet-i ilâhiyeden geldiğine kat'î bir kanaatle işârât-ı Kur'aniyeden bir müjdeyi hem kendine, hem musibetzede arkadaşlarına bir teselli niyetiyle beyan ettiği için, onu gıybet ve galiz tabiratla teşhir etmek ve onun dersleriyle imanlarını kurtaran, masum şakirtlerini ondan tenfir edip şüpheler vermek; güya ortalıkta medâr-ı inkâr hiçbir şey yok ve hiçbir münkeratı ve cinayeti görmüyor gibi, yalnız o biçarenin mevhum bir hatasını, sekiz senede seksen müdakkiklerin nazarında saklanan ve sathî ve inâdî nazarına göre, bir içtihadî yanlışını görüyor zannıyla galiz tabirlerle zemmetmek, elbette bu asırda, bu memlekette Kur'an-ı Mucizü'l-Beyânın kasten işaretine medar olabilir azim bir hadisedir."(2)
Kavl-i leyyin, makama ve şartlara uygun hareket etmek demektir. Yoksa her şeye uysal bir şekilde katlanmak demek değildir. Yeri geldiği zaman müdafaa ve hak namına sert konuşmak da bir kavl-i leyindir.
Diğer bir husus, Üstad Hazretleri şahsı için değil, iman hizmetine bir zarar geldiği için sert çıkmıştır. Buna rağmen kapıyı da açık bırakmıştır. Bizim alacağımız en büyük ders, iman hizmetinde bulunan hiçbir cemaat ya da meşrebi tenkit etmemek olmalıdır.
Nitekim Üstadımız şahsına gelen saldırılara sabretmiştir. On Altıncı Mektup'ta geçen şu ifade gibi çok cümleler geçmektedir risalelerde:
"Eğer ehl-i dünya tarafından başıma gelen şu eziyet, şu sıkıntı, şu tazyik, ayıplı ve kusurlu nefsim için ise, helâl ediyorum. Benim nefsim belki bununla ıslah-ı hal eder; hem ona keffâretüzzünub olur. Dünya misafirhanesinin safâsını çok gördüm. Azıcık cefâsını görsem, yine şükrederim."(3)
Bu olaydan nasıl bir ders çıkarmamız gerektiğini ve vechi rahmetin ne olduğunu ise Üstadımız Kastamonu Lahikası'nda şöyle ifade etmiştir:
"Bu iki cihette kalbden bir sual çıktı. “Acaba Nur hakkındaki bu yeni İstanbul hâdisesinde veçh-i adalet ve rahmet nedir?”
"Hatıra böyle bir cevap geldi ki:"
"Risale-i Nur’a, ehl-i ilim ve ehl-i dikkati ciddiyetle bakmaya ve tetkik etmeye sevk etti. Elbette Risale-i Nur’u tetkik eden bir âlim, insafı varsa taraftar olur. Ve Risale-i Nur, ulema dairesinde ve İstanbul âfâkında tezahür edecek. İşte veçh-i rahmet ve inâyet."
"Amma, kader-i ilâhinin veçh-i adaleti şudur ki:"
"Risale-i Nur’un hakikatıyla ve şakirtlerinin şahs-ı mânevîsiyle tezahür eden fevkalâde imanî hizmetlerin ehemmiyetli bir kısmını biçare tercümanına vermek ve ehl-i dünya ve ehl-i siyaset ve avâmın nazarında birinci derece ve hakikat nazarında, imana nispeten ancak onuncu derecede bulunan siyaset-i İslâmiye ve hayat-ı içtimaiye-i ümmete dair hizmeti, kâinatta en büyük mesele ve vazife ve hizmet olan hakaik-i imaniyenin çalışmasına râcih gördüklerinden, o tercümana karşı arkadaşlarının pek ziyade hüsn-ü zanları ehl-i siyasete, inkılâpçı bir siyaset-i İslâmiye fikrini vermek cihetinde, Risale-i Nur’a karşı hayat-ı içtimaiye noktasında cephe almak ve fütuhatına mâni olmak pek kuvvetli ihtimali vardı. Bunda hem hatâ, hem zarar büyüktür."
"Kader-i İlâhî, bu yanlışı tashih etmek ve o ihtimali izale etmek ve öyle ümit besleyenlerin ümitlerini tâdil etmek için, en ziyade öyle cihetlerde yardım ve iltihaka koşacak olan ulemadan ve sâdâttan ve meşayihten ve ahbaptan ve hemşehriden birisini muarız çıkardı, o ifratı tâdil edip adalet etti. “Size, kâinatın en büyük meselesi olan iman hizmeti yeter” diye, bizi merhametkârâne o hâdiseye mahkûm eyledi. Sonra, lillâhilhamd, o muarızı susturdu, o ateşi söndürdü. Fakat münafıklar söndürmemek için çalışıyorlar."(4)
Dipnotlar:
(1) bk. Sikke-i Tasdik-i Gaybi, Küçük Hüsrev Feyzi'nin Bir İstihracı
(2) bk. Kastamonıu Lâhikası, (118. Mektup)
(3) bk. Mektubat, On Altıncı Mektup
(4) bk. Kastamonu Lahikası, (119. Mektup)
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü