Bir arkadaş, "Allah darılır mı?" diye bir soru sordu. Ben biraz kendimce cevaplar vermeye çalıştımsa da tam tatmin olmadı. Yardımcı olur musunuz?
Değerli Kardeşimiz;
Darılmak, memnun olmak, keyif almak, lezzet duymak, tebessüm, öfkelenmek ve buna benzer haller ve keyfiyetler şuunat-ı İlahiyedendir.
Şuunat-ı İlahiye: Allah’ın Zatına has olan hal ve keyfiyetlerin genel adıdır. Bu hâl ve keyfiyetlerin cüzi tecellileri insanın mahiyetinde mevcuttur. İnsan bu cüzi tecelliler ile o şuunatı bir parça anlar ve hisseder. Tabi insandaki cüzi tecelli ile Allah’taki külli şuunat arasında bir benzerlik ve tam bir mukayese yoktur.
Hâlık (yaratıcı) Allah’ın bir ismidir; hâlıkıyet ise şe’nidir. Yâni, yaratıcı olmak Allah’ın şânındandır. Bu hâlıkıyetini icra etmek diledi mi, bu dilemeyi, yâni bu iradeyi, ilim, kudret gibi sıfatlar takib ediyor ve halk (yaratma) fiili icra ediliyor. Böylece yaratılan o mahlûkta Hâlık ismi tecelli ediyor.
Rab, Cenâb-ı Hakk’ın bir başka ismi. Rab, yâni terbiye edici. Rububiyet (terbiye edici olmak) ise Allah’ın bir şe’ni, bir şuunatıdır. Bütün İlâhî isimler böylece düşünüldüğünde, her birinin şuunât-ı ilâhiyyeden bir şe’n’e dayandığı anlaşılır.
Sevmek, lezzet almak, hoşlanmak insan için birer şe’ndir. Allah da mahlûkatını sever ama, bizim bir eserimizi sevmemiz gibi değil. İşte bu İlâhî muhabbeti, mahlûkatın sevgilerinden ayırmak için “mukaddes” kelimesi kullanılır.
Allah da kulunun ibadetinden memnun olur. Ama, bu memnuniyet bir padişahın kendisine itaat eden bir askerinden memnuniyeti cinsinden değildir. İşte bunu zihinlere yerleştirmek için “memnuniyet-i mukaddese” tabiri kullanılıyor. Bunlar da şuunat-ı İlahiyedendirler. Allah’ın bütün mahlûkatının ihtiyaçlarını görmekte bir lezzet-i mukaddesesi vardır. Ama bu lezzet, bizim bir fakiri giydirmekten yahut doyurmaktan aldığımız lezzet gibi değildir.
Üstad Hazretlerinin şu ifadeleri bu hususta önemli bir mikyas ve mizan olabilir:
"Yirmi İkinci Söz'de izah edilen şu temsile bak ki: Nasıl mükemmel, muntazam, san'atlı, saray gibi bir eser, bilbedâhe, muntazam bir fiile delâlet eder. Yani, bir bina, bir dülgerliğe delâlet eder. Ve mükemmel, muntazam bir fiil, bizzarure, mükemmel bir fâile ve mahir bir ustaya, bir dülgere delâlet eder. Ve mükemmel usta ve dülger ünvanları, bilbedâhe, mükemmel bir sıfata, yani san'at melekesine delâlet eder. Ve mükemmel sıfat ve o mükemmel meleke-i san'at, bilbedâhe, mükemmel bir istidadın vücuduna delâlet eder. Ve mükemmel bir istidat ise, âli bir ruh ve yüksek bir zâtın vücuduna delâlet eder."
"İşte, bütün âlemdeki âsâr-ı san'at ve bütün mahlûkat, herbiri birer eser-i mükemmel olduğundan, herbiri bir fiile; ve fiil ise isme; isim ise vasfa; ve vasıf ise şe'ne; ve şe'n ise zâta şehadet ettikleri için, masnuat adedince, birtek Sâni-i Zülcelâlin vücub-u vücuduna şehadet ve ehadiyetine işaret ettikleri gibi, heyet-i mecmuasıyla, silsile-i mahlûkat kadar kuvvetli bir tarzda bir mirac-ı marifettir. Hiçbir cihette içine şüphe girmeyen müteselsil bir burhan-ı hakikattir."(1)
Ayrıca Risale-i Nur'da geçen şu ifadeler temkin açısından şuunatlara nasıl bakmamız gerektiğine bir işaret olabilir:
“İşte bu en yüksek makam-ı mahbubiyeti, Süleyman Efendi, 'Ben sana âşık olmuşum.' tabiriyle beyan etmiştir. Şu tabir bir mirsad-ı tefekkürdür, gayet uzaktan uzağa bu hakikate bir işarettir. Bununla beraber, madem bu tabir şe'n-i rububiyete münasip olmayan mânâyı hatıra getiriyor; en iyisi, şu tabir yerine 'Ben senden razı olmuşum.' denilmeli."(2)
Dipnotlar:
(1) bk. Sözler, Otuz Üçüncü Söz, On Sekizinci Pencere.
(2) bk. a.g.e., Yirmi Dördüncü Mektup'un İkinci Zeyli.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü