"Bir asrın dini mevzulardaki arıza ve hastalıklarına; önce tamir, sonra tahkim, sonra da tezyin yoluyla hareket edilir" diye geçiyor. Ben imana ait Risale-i Nur haricindeki bir kitabı okurken, tezyin babında düşünerek okusam doğru olur mu?
Değerli Kardeşimiz;
Soruda anlaşıldığı kadarıyla, Risale-i Nurların sadece imanı tamir ve tahkim ettiği ama tezyine yetmediği; dolayısıyla başka feyz kaynaklarına ihtiyaç duyulduğu ifade edilmektedir. Bu görüşün ilk kısmına (yani tamir ve tahkime) karşılık gelen Zübeyr Ağabey’in şu ifadelerini hatırlıyoruz:
“Temelleri yıptarılmış bir binanın odalarını tamir ve tezyine çalışmak, o binanın yıkılmaması için ne derece bir fayda temin edebilir? Köklerinin çürütülmesine çabalanan bir ağacın kurumaması için, dal ve yapraklarını ilâçlayarak tedbir almaya çalışmak, o ağacın hayatına bir fayda verebilir mi?"
"İnsan, saray gibi bir binadır, temelleri erkân-ı imâniyedir. İnsan, bir şeceredir, kökü esâsât-ı imâniyedir. İmânın rükünlerinden en mühimmi, imân-ı billâhdır, Allah'a imândır. Sonra nübüvvet ve haşirdir. Bunun için, bir insanın en başta elde etmeye çalıştığı ilim, imân ilmidir. İlimlerin esası, ilimlerin şâhı ve padişahı, imân ilmidir.”(1)
Fakat sorunun ikinci kısmı ki, Risale-i Nur’un tezyin konusunda eksik olduğu yanlıştır. Kalbin tezyinini meslek ittihaz eden Tasavvufun kahramanlarından İmam-ı Rabbânî (r.a.), Mektubat'ında demiş ki:
"Hakaik-i imaniyeden bir meselenin inkişafını, binler ezvak ve mevâcid ve kerâmâta tercih ederim."
Hem demiş ki: "Bütün tariklerin nokta-i müntehâsı, hakaik-i imaniyenin vuzuh ve inkişafıdır."
İfade oldukça net; tarikatların ulaşacağı nihai noktanın iman hakikatlarının daha bir netleşmesi ve açılmasıdır.
Ayıca Üstad'ın Otuz Üçüncü Söz hakkında şu ifadeleri konuyu netleştirmektedir:
“Şu Otuz Üç Pencereli olan Otuz Üçüncü Mektup, imanı olmayanı, İnşallah imana getirir. İmanı zayıf olanın imanını kuvvetleştirir. İmanı kavî ve taklidî olanın imanını tahkikî yapar. İmanı tahkikî olanın imanını genişlendirir. İmanı geniş olana, bütün kemâlât-ı hakikiyenin medarı ve esası olan marifetullahta terakkiyat verir, daha nuranî, daha parlak manzaraları açar. İşte bunun için, 'Bir pencere bana kâfi geldi, yeter.' diyemezsin. Çünkü, senin aklına kanaat geldi, hissesini aldı ise, kalbin de hissesini ister, ruhun da hissesini ister. Hattâ hayal de o nurdan hissesini isteyecek. Binaenaleyh, her bir Pencerenin ayrı ayrı faydaları vardır.” (2)
Bu ifadeler iman hakikatlerinin daha iyi anlaşılması vasıta değil gaye olduğunu anlatmaktadır. Bu kâinatı bilinmek için, yani kendi cemal ve kemalini görmek ve göstermek için yaratan rabbimizin muradı marifetullah ve muhabbetullahtır. Bu da iman hakikatlerinde gelişerek derinleşerek mümkündür. Üstad bunu Yirminci Mektup da net bir şekilde söyler.
“Kat'iyen bil ki, hilkatin en yüksek gayesi ve fıtratın en yüce neticesi, iman-ı billâhtır. Ve insaniyetin en âli mertebesi ve beşeriyetin en büyük makamı, iman-ı billâh içindeki marifetullahtır. Cin ve insin en parlak saadeti ve en tatlı nimeti, o marifetullah içindeki muhabbetullahtır. Ve ruh-u beşer için en hâlis sürur ve kalb-i insan için en sâfi sevinç, o muhabbetullah içindeki lezzet-i ruhaniyedir.” (3)
Dipnotlar:
(1) bk. Sözler, Konferans.
(2) bk. Sözler, Otuz Üçüncü Söz.
(3) bk. Mektubat, Yirminci Mektup.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü
Yorumlar
Cevabiniz için Allah razi olsun; ben tezyin hususunda hata etmişim. Peki sizce Risale-i Nur'lar haricinde iman hakikatlarinden bahseden eserleri okumamız, Risale-i Nur'a karşı sadakata mani olur mu? Ya da Üstadımız'ın, "Risale-i Nurlar size kafidir, başkalara lüzum yok" demesine aykırı bir hareket olur mu? Allah hizmetlerinizden dolayı razı olsun; birçok müşkülümü halletmeme yardımcı oldunuz.
Nur talebelerinin sadece Risale-i Nur okudukları, tenkit yollu olarak söyleniyor. Ne dersiniz?