"Bir şeyin olmasını murad ettiği zaman onun işi sadece 'Ol' demektir; o da oluverir. Her şeyin hüküm ve tasarrufu elinde olan Zât, her türlü kusur ve noksandan münezzehtir. Siz de Ona döneceksiniz." Sekizinci Nota ile bu iki âyetin ilgisi nedir?
Değerli Kardeşimiz;
"Bir şeyin olmasını murad ettiği zaman onun işi sadece 'Ol' demektir; o da oluverir. Her şeyin hüküm ve tasarrufu elinde olan Zât, her türlü kusur ve noksandan münezzehtir. Siz de Ona döneceksiniz." (Yâsin, 36/82-83)
Birinci ayette, itaat sırrını gösterir. Meselâ, bir kumandan "Arş!" emri ile bir neferi tahrik ettiği gibi, aynı emir ile bir orduyu da tahrik eder.
"Şu temsil-i itaat sırrının hakikati şudur ki: Kâinatta, bittecrübe, her şeyin bir nokta-i kemâli vardır. O şeyin, o noktaya bir meyli vardır. Muzaaf meyil, ihtiyaç olur; muzaaf ihtiyaç, iştiyak olur; muzaaf iştiyak, incizab olur. Ve incizab, iştiyak, ihtiyaç, meyil, Cenâb-ı Hakk'ın evâmir-i tekviniyesinin, mahiyet-i eşya tarafından birer habbe ve nüve-i imtisâlidirler. Mümkinât mahiyetlerinin mutlak kemâli, mutlak vücuddur; hususi kemâli, istidadlarını kuvveden fiile çıkaran ona mahsus bir vücuddur."
"İşte, bütün kâinatın 'Kün' emrine itaati, bir tek nefer hükmünde olan bir zerrenin itaati gibidir. İrâde-i Ezeliyeden gelen kün emr-i ezelîsine mümkinâtın itaati ve imtisâlinde yine irâdenin tecellîsi olan meyil ve ihtiyaç ve şevk ve incizab, birden, beraber mündemiçtir. Latîf su, nâzik bir meyille, incimâd emrini aldığı vakit demiri parçalaması, itaat sırrının kuvvetini gösterir." (1)
İkinci ayet'te ise; bu istihdamdaki mükemmeliyet ve kusursuzluk nazara veriliyor
Her şeyin var edilmesi “Kün!” emriyle olduğundan, bu emir azla çoğa, büyükle küçüğe, fert ile nev’e bir bakar.
Üstad Hazretleri “Ol!” emri için; “Güya emreder, yapılır.” buyurur.
Henüz ortada olmayan bir şeye "ol" denilmesi, onun var olmasının irade edilmesi demektir. Bu irade bir emir gibidir ve derhal yerine gelir. “Güya” kelimesi bize bu dersi vermektedir. Kün emri hakkında çok öz ve harika bir tesbit:
“Kadîr-i Zülcelâlin kudretine karşı, eşyanın nihayet derecede musahhariyet ve itaatine ve o kudretin nihayet derecede külfetsiz ve suhuletle iş gördüğüne işareten اِنَّمَااَمْرُهُاِذَااَرَادَشَيْپًااَنْيَقُولَلَهُكُنْفَيَكُونُ ferman eder.” (Mektubat, Yirminci Mektup, İkinci Makam, Onuncu Kelime)
Çekirdek, ol emriyle ağaç olduğu gibi, nutfe de yine ol emriyle insan olur. Henüz varlığından hiçbir işaret olmayan şeylere verilen “ol” emri ise, Allah’ın ilminde mevcut olan mahiyetlere haricî vücut giymelerinin emredilmeleri şeklinde anlaşılabilir. O halde, “ol” emri her iki halde de yok olan bir şeye verilmiyor. Ya var olan bir şeye terakkisi veya şeklini değiştirmesi için verilmiş oluyor yahut ilim dairesindeki eşyaya kudret dairesine geçmeleri emredilmiş oluyor.
İlâhî sıfatlar için eşyanın yoktan yaratılmalarıyla, mevcut şeylerin bir araya getirilerek yaratılmaları arasında hiçbir fark yoktur. Çünkü bütün İlâhî sıfatlar sonsuz ve mutlaktır. Sıfatlar sonsuzdur; yani ne kadar eşya yaratılırsa yaratılsın, bu sıfatlarda hiçbir değişme olmaz. Matematikte de bu böyle değil mi? Sonsuzdan neyi çıkarırsanız onun sonsuzluğunda hiçbir değişme olmaz, o daima sonsuzdur. Daha doğrusu, sonsuzdan bir şey çıkmaz, bu çıkarma farazîdir.
Sıfatlar mutlaktır; yani İlâhî sıfatlar icraatta bulunurken, onları kayıtlayacak hiçbir sıfat düşünülemez.
Kün emri üzerinde çeşitli yorumlar yapıldığı ve bazılarınca yanlış değerlendirildiği için bu meseleye birkaç cümle ile cevap vermek yerine bu konuda daha önce neşrettiğimiz iki yazının bir özetini takdim edeceğiz:
Ol Emri
“Ol” emrini inkâra kalkışanlar, bir asır önce bu dünya yüzünde yoktular. Şimdi ise varlık sahasında boy gösteriyorlar. Bu var oluş ya kendi iradeleriyle oldu, bu takdirde, “ol” emrini almak yerine, kendi kendilerine “olayım” dediler. Yahut iradeleri dışında var edildiler. Yâni “ol” emrine muhatap oldular.
Bu emir onların sandığı gibi heceli, sesli, mahreçli bir emir değildi. Zaten bu emrin canlı ve cansız her şeye verilmesi böyle bir anlayışa mâni.
Öyle ise bu emri nasıl anlayacağız? Bence meselenin en önemli yanı, buraya kadar olan kısmı. Yâni, şu mevcut eşya kendi iradeleriyle, kendi kudretleriyle mi yokluktan kurtulup varlık âlemine geldiler; yoksa bir emirle, bir kudretle mi?
Hiç kimse birinci şıkka “evet” diyemeyeceğine göre, ikinci şık sabit oluyor.
Bu emrin mahiyetine gelince:
Tefsir-i Kebir sahibi Fahreddin-i Râzi Hazretleri “ol” emri hakkındaki değişik te’villeri sıralar ve en kuvvetli te’vil olarak şunu kaydeder:
“Cenâb-ı Hakk’ın “ol” demesinden maksat, eşyanın yaratılmasında İlâhî kudretin sür’atle nüfuz ettiğini göstermektir. Bir de bu, Hak Teâlânın eşyayı düşünmeksizin, denemeksizin yarattığını gösterir.”
İslâm âlimleri, “Her şeyin melekûtu O’nun elindedir” âyetindeki “el” tabirini, kudret olarak tefsir ettikleri gibi, bu “ol” emrini de yine kudret ve irade olarak tefsir etmişler. Ve bundan murat, “Allah’ın dilediği şeyin, hiçbir engel olmaksızın, hemen meydana gelmesidir.” demişler.
Üstat hazretleri bu manayı veciz bir şekilde şöyle nazara vermiştir:
“Kadîr-i Zülcelâlin kudretine karşı, eşyanın nihâyet derecede musahhariyet ve itaatine ve o kudretin nihâyet derecede külfetsiz ve suhuletle iş gördüğüne işareten اِنَّمَا اَمْرُهُ اِذَا اَرَادَ شَيْپًا اَنْ يَقُولَ لَهُ كُنْ فَيَكُونُ ferman eder.”
Nur Külliyatından bir başka hakikat dersi:
“Eşya fena ve zevale gitmiyor, daire-i kudretten daire-i ilme geçiyorlar” Gözümüzden kaybolan eşyanın yokluğa gitmeyip Allah’ın ilminde bâki kaldığını bize ders veren bu güzel ifadeleri mevzumuz yönünden tahlil ettiğimizde şu hakikate varırız:
Her şey, yaratılmalarından önce de Allah’ın ilim dairesinde mevcuttu. İşte “ol” emri ilim dairesinde mevcut olan bu eşyaya veriliyor. Yâni, Allah’ın onları yaratmayı irade etmesi ve onların da böylece varlık sahasına çıkışları sanki bir emirle oluyor.
O halde, “kün” emri bir temsildir. “İlim dairesinden kudret dairesine geç” mânasını ifade eder.
Hidrojen ve oksijen “ol” emriyle birleşir ve su olurlar.
Yenilen gıda bir süre sonra insan tohumu olur, yine “ol” emriyle.
Ve rahimde nutfeye yeni bir emir gelir: Alaka ol. Bu emir ve benzerleri aralıksız tekrarlanır. İlâhî kudret ve irade o tohumu halden hâle evirip çevirir ve sonunda insan vücut bulur. Demek ki, nutfeye doğrudan “insan ol” denmemiş, sadece “alaka ol” denmiştir. Eğer “insan ol” emri verilseydi bebekler, rahimlerde bir anda teşekkül ederlerdi.
Üstat hazretleri hayatın mahiyeti hakkında verdiği bir dizi hakikat dersinden birisinde “hem şuûn ve sıfât-ı İlâhiyenin bir mikyâsı” buyurur. İşte, ilim dairesinden kudret dairesine geçmenin en yakın misalini kendi mahiyetimizde buluyoruz. Şöyle ki:
Biz zihnimizde bir cümleyi kurduğumuzda o cümle artık yok değildir, var olmuştur, ama henüz ilim dairesindedir, yani sadece bizim malumumuzdur. Bu cümleyi başkalarının da işitmesini irade ettiğimizde, ağzımızdan hemen o cümle dökülür. Sanki o cümle harice çıkmak için bir emir almış gibi, bir anda sesle kendini gösterir. Burada o cümlenin ilimden kudret dairesine geçmesi bizim irade etmemizle ve bir anda gerçekleşmiştir.
Demek ki, “Ol!” emri, yok olan bir şeye değil, Allah’ın ilminde mevcut olan mahiyetlere verilmektedir. Bu manayı Üstad’ın şu ifadelerinden anlıyoruz:
“Adem-i mutlak zaten yoktur, çünkü bir ilm-i muhit var.”
“Eşya zevale ve ademe gitmiyorlar, belki daire-i kudretten daire-i ilme gidiyorlar.”
Her iki ifadeyi birlikte değerlendirdiğimizde şu neticeye varıyoruz: Mutlak yokluk olmadığına göre, ol emriyle varlık sahasına giren mahlûklar, yaratılmadan önce yine Allah’ın ilminde idiler.
Bir âyet-i kerîmede, ibda ve inşa birlikte nazara verilir:
“Doğrusu Allah indinde İsa’nın meseli, Âdem meseli gibidir. Onu topraktan yarattı, sonra ona ol dedi, o da oluverdi.” ( Âl-i İmran Sûresi, 59)
Bu âyetin verdiği derse göre, önce Âdem peygamberin bedeni yaratılmıştır. Balçıktan yaratılan bu beden bir terbiyeden geçerek, ruhun misafir olmasına uygun bir noktaya geldiğinde, kendisine ruh ilka edilmiştir. Burada geçen “Ol!” emri için tefsir âlimleri “Canlı bir mahlûk ol” manası vermişlerdir. Demek oluyor ki, zerrelere Âdem aleyhisselamın bedenini teşkil etmeleri için “ol” emri verilmiş, sonra da o bedene “Canlı ol!” emri verilmiştir. Burada iki ayrı “ol” emri verilmesi gösteriyor ki, ol emri, inşa ile yaratmanın bütün safhalarında da, çokça verilmektedir.
Ol emrinin hakikati ne olursa olsun, varlık sahasına gelen her şeyin “ol emri” aldığı kesindir. Arıya ol emri verilmiş de arı olarak yaratılmıştır. Bir başkasına bülbül ol, bir diğerine koyun ol, daha başkasına deniz ol, güneş ol, ay ol, bedenimizdeki organlara göz ol, ağız ol, ciğer ol emirleri verilmiştir ki, böyle olmuşlardır. Aksi halde bu emri henüz yoklukta iken kendi kendilerine vermeleri gibi bir muhali kabul etmekle karşı karşıya kalırız.
Kader Risalesi’nin başında yer alan şu âyet-i kerîme de eşyanın daire-i ilimden daire-i kudrete geçtiğini ders vermektedir:
“Hiçbir şey yoktur ki hazineleri yanımızda olmasın. Biz onu ancak belli bir ölçüyle indiririz.” (Hicr Sûresi, 21)
(1) bk. Sözler, Yirmi Dokuzuncu Söz.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü