"Cadde-i Ahmediyede (a.s.m.) gittikleri halde, bilmiyorlar ki cadde-i Ahmediyedir ve cadde-i Ahmediye dahilindedir. Hem bazen oluyor ki, Peygamberi bilmiyorlar; fakat gittikleri yol, cadde-i Ahmediyenin eczasındandır." İzah eder misiniz?
Değerli Kardeşimiz;
"Cadde-i Ahmediye'de gittikleri hâlde, o caddede olduklarını bilmemeleri" ile "Peygamberi bilmiyorlar, ancak gittikleri yol cadde-i Ahmediye'nin eczasındandır." cümlesinin müşterek ciheti; bir mazerete binaen Peygamberi (asm.) bilmemeleridir. Ya hiç duymamışlardır ya da yanlış duymuşlardır. Dolayısıyla mazur kabul ediliyorlar.
Bunlar kimler olabilir?
Peygamber Efendimizin (asm) nübüvvetinden öncekiler de olabilir; ondan sonrakiler de. Nübüvvetin her tarafa yayılmasından sonra ise, o dönemin tevhid inancına sahip bir kısım Ehl-i kitap mensupları da bu sınıfta yer alabilir. Günümüzde de fetret devrinin şartlarını haiz yerlerde yaşayan kimseler olabilir.
Peygamber Efendimizi (asm) duymadıkları hâlde tevhid inancına kavuşmaları ise iki şekilde mümkündür:
1. İslam öncesi semavi dinlerin muharref olmayan inancını taşımış olabilirler.
2. Peygamber Efendimizin (asm) getirdiği ilahi hakikatleri başkalarından almış ve fıtratlarına uygun buldukları için kabul ve tasdik ederek yaşamış olmaları da ihtimal dâhilindedir. Ancak bunlar, Resul-i Ekrem Efendimizin hayatını tam temsil ederek yaşıyorlar demek değildir. Daha çok itikadî noktada sağlam bir inanca sahip olmalarıdır.
İmam-ı Gazâlî Hazretleri o zamanda yaşayan Hristiyanların ve henüz Müslüman olmamış Türklerin durumunu ele almakta ve şöyle buyurmaktadır:
“İtikadıma göre, inşâallah Allah-u Teâlâ, zamanımızdaki Rum, Hıristiyan ve Türklerin pek çoğunu da Rahmet-i İlâhiye şümulüne alacaktır. Bunlardan maksadım, uzak memleketlerde yaşayan ve kendilerine İslâm’ın daveti ulaşmayan Rum ve Türklerdir. Bunlar üç kısımdır:
1. Hazret-i Muhammed’in (sav.) ismini hiç duymamış olanlar. Bunlar ehl-i necattır ve cennete gireceklerdir.
2. Hz. Peygamber’in ismini, onun güzel vasıflarını ve gösterdiği mucizeleri duymuş olanlar. Bunlar, buna rağmen ona iman etmezlerse kâfir sayılırlar ve cehenneme girerler.
3. Bu kimseler, ta küçüklüklerinden beri Hz. Peygamber’i ‘İsmi Muhammed olan ve peygamberlik iddiasında bulunmuş biri’ şeklinde tanımışlardır. Tıpkı bizim çocuklarımızın ‘Müseylimetü’l-Kezzab’ olan yalancı birinin peygamberlik iddia ettiğini duymaları gibi. Kanaatime göre bunların durumu birinci grupta olanların durumu gibidir. Çünkü bunlar Hz. Peygamber’in ismini, haiz bulunduğu vasıfların zıdlarıyla birlikte duymuşlardır. Bu ise hakikati araştırmak için insanı düşünmeye ve araştırmaya sevk etmez.” (bk. İmam-ı Gazzalî, İslâm’da Müsamaha, s, 60-61, Terc. Süleyman ULUDAĞ)
Bugün de çeşitli ülkelerde İmam-ı Gazzâlî Hazretlerinin tasnifindeki üçüncü gruba giren insanlara rastlamak mümkündür. Dünyanın ücra bir köşesinde içtimaî hayattan uzak ve Din-i Hakk’ı bulma imkânından mahrum kimseler olabileceği gibi, esaret kamplarında hür dünyanın varlığından bile habersiz nice mazlumlar vardır. Bunların içinde bulundukları hayat şartları ve imkânları ile Din-i Hak olan İslam dinini bulmalarının zorluğu meydandadır. Hikmeti nihayetsiz ve rahmeti her şeyi ihata eden Allah-u Azimüşşân’ın bu gibi kimselere muamelesi, elbette içinde bulundukları şartlarla mütenasib olacaktır.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü