"Cemal ve kemal-i manevîsini iki vecihle müşahede etme; yani biri bizzat nazar-ı dekaik aşinasıyla, diğeri ise gayrın nazarıyla bakma" hususunu nasıl anlamalıyız? Buradaki “cemal ve kemal-i manevî” ifadesi ne manaya geliyor?
Değerli Kardeşimiz;
İnsanın manevî güzelliği, onun ruh âleminin, kalp dünyasının, ahlâk yapısının güzelliğini ifade eder. Temsildeki padişahın ilim ve fenlere vukufiyeti, sanayi-i garibeden anlaması manevî bir kemaldir.
Cenâb-ı Hak maddeden münezzeh olduğundan O’nun cemal ve kemali manevîdir. Zât’ının güzelliği, esmâsının güzellikleri, sıfatlarının nihayetsizliği, rahmetinin eşsizliği, iradesinin küllî, kudretinin mutlak olması gibi bütün kemal ve cemaller hep manevîdir.
Bu tabirler temsildeki sultan için kullanılmıştır. İlim, sanat ve fen konusunda çok ileri seviyede olan o sultan, kendi yaptığı eserin bütün inceliklerini bilir, onlarda ne gibi sanatlar sergilediğine vakıftır. Kendi eserlerini böylece müşahede eder. Bir başkası ise bu inceliklerden habersiz olarak, sadece o eserlerin görünen güzelliklerine, haşmetine, tenasübüne bakarak hayran olur. Bizim Süleymaniye Camiini seyredip hayran kalmamızla, bir mimarın seyri arasında çok fark vardır; onun nazarı daha dakiktir, sanat inceliklerini bizden çok daha iyi bilir ve görür.
Aynen bu misâl gibi, Allah’ın nihayetsiz ilim ve hikmetiyle, nâmütenahi kudret ve iradesiyle yarattığı bu kâinat ve içindeki mevcudatı bizim seyretmemiz çok üstünkörü, çok sathîdir. Meselâ, biz bir insana bakarken sadece organlarının şeklini ve onları kaplayan derisini görürüz. Kulağın ötesinde çalışan işitme tezgâhlarını, kafatasında yer alan beyni ve sinir sistemini, duyu merkezlerini, bütün organlarının ve hücrelerinin çalışmalarını, ruhla bedenin alakasını ve böyle daha nice mucizeleri göremeyiz. Bir doktor bunları bize göre daha derin manada bilse bile, o da mesela, beyin tezgâhının çalışmasını sürekli seyredip daima hayret edecek değildir. Milyarlarca insanın beyin tezgâhlarının çalışmasını sadece beyin ameliyatı yapan birkaç doktor, kısa bir süre içerisinde ve bir derece seyredebilirler. Hâlbuki bu faaliyetler mutlaka seyirci isterler. Üstad'ın ifadesiyle,
“Evet, hüsün elbette bir âşık ister; taam ise, aç olana verilir. Hâlbuki ins ve cin, şu nihayetsiz vazifeye, şu haşmetli nezarete ve şu vüsatli ubudiyete karşı milyondan birisini ancak yapabilir. Demek bu nihayetsiz ve mütenevvi vezaife ve ibadata, nihayetsiz melaike envaı ve ruhaniyat ecnası lâzımdır.”(1)
Melekler gibi, ruhanîlerin de hakikî manada temaşa edemeyecekleri nice ince sanatlar insanda sergilenmektedir. İşte bütün bunlar Allah’ın nihayetsiz ilim ve hikmeti ile ortaya çıktıkları gibi, onları hakikî manada seyreden de yine Allah’tır.
“... ezel ebed Sultanı olan Sâni'-i Zülcelâl, nihayetsiz kemalâtını ve nihayetsiz cemalini görmek ve göstermek istemiştir ki şu âlem sarayını öyle bir tarzda yapmıştır ki; her bir mevcud, pek çok dillerle onun kemalâtını zikreder. Pek çok işaretlerle cemalini gösterir. Esma-i hüsnasının her bir isminde ne kadar gizli manevî defineler ve her bir unvan-ı mukaddesesinde ne kadar mahfî letaif bulunduğunu, şu kâinat bütün mevcudatıyla gösterir...”(2)
Dipnotlar:
(1) bk. Sözler, On Beşinci Söz.
(2) bk. age., Otuz Birinci Söz, Üçüncü Esas.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü
Yorumlar
Gayrın nazarıyla bakmasını, biraz daha açar mısınız?
Bir ressam güzel tablolar yaptıktan sonra önce kendi bir nazar eder sonra sergi açarak başkaların görüş ve fikirlerini almak ister. Ressamın kendi nazarı “dekaik-i aşinasıyla müşahede etmesi” anlamına gelirken, başka insanların nazar etmesi de “gayrın nazarı ile bakmak” anlamına geliyor.
Benzer bir durum kainat için de geçerlidir. Allah kainatı yarattıktan sonra önce kendi dekaik-i aşinasıyla müşahede ediyor sonra diğer şuurlu mahlukatı yaratarak kainatı okumasını istiyor. İnsanların, meleklerin ve cinlerin kainata ve kainattaki tecellilere bakışları, tefekkürleri, tasavvurları ise gayrın nazarı oluyor.
Allah her bir insanı diğerinden özel ve farklı bir istidat ve bakış açısı ile yaratmış bu yönü ile adeta her bir insan farklı bir alem farklı bir müşahid farklı bir tecelli formu niteliğindedir. Şunu rahatlıkla ifade edebiliriz ki her bir insanın Allah’ı kainatı ve tecellileri okuması hissetmesi, algı biçimi şahsına münhasır ve şahsına özgü ve özeldir. İmanın esasında müttefik olabilirler ama insanların nazarları birbirinin tıpatıp motamot aynısı değildir.
Her bir insan ayrı bir müşahede, farklı bir nazar kendine özgü ve özel bir renk ile kainata bakar. Aynı manzaraya farklı açılardan bakıp farklı yorumlar yapmak gibi.
Mesela Hazreti Musa (as)’ın kainatı okuması ile Hazreti İsa (as)’ın okuması esas noktalarda aynı olmakla birlikte hususi noktalarda birbirinden çok farklı olduğu için Allah hepsinin hususi müşahidliklerine ayrı bir değer veriyor ve o hususi gözlerle kainatı müşahade ediyor.
"İşte bütün bunlar Allah’ın nihayetsiz ilim ve hikmeti ile ortaya çıktıkları gibi, onları hakikî manada seyreden de yine Allah’tır."diyorsunuz, ben de öyle düşünüyorum.
O zaman insanın kainatı okuması, Allahın yarattığını müşahede etmesine göre hiç hükmündedir.
Diğer canlılara göre insan Esma-i İlahiyeyi en çok okuyabilenidir gerçi ama dünyada insan olmasa da Allah kendi yarattıklarında gözüken esmayı kusursuz okur, insana veya şuurlu varlıklara HAŞA gerek yok o zaman. İnsanın yaratılmasa, sadece insan dışındaki varlıklar yaratılsaydı da olurdu o zaman? (Yani melekler, cinler, insanlar olmasaydı onun dışında tüm varlıklar olsaydı)
Mesela Allah ağaçları yaratınca ondaki esmayı yine en iyi o görür. İnsan ne kadar bilebilirki?
Allah razı olsun bu yorumları yapanlardan. karolin abi sizin sitede yaklaşık 100 e yakın yorumlarınızı okudum çok güzel sorular sormuşsunuz muaz abi çok güzel cevaplar vermiş muaz abi ilmin çok güzel. Allah senden razı olsun tek tek ilgilenmen ne büyük bir lüks bizim için.
Allah cümlemizden razı olsun, teşekkür ederim iltifatınız için Ahmet Bey.
"İlahi hikmet onu iktiza ediyor yada Allah bunu istedi" gibi cevaplardan ben şunu anladım. Aslında siz ne kadar cevap verseniz de bir yerden sonra bizi aşıyor.Allahın neden istediğini yine Allah en iyi bilir, insanoğlu aciz kalır.
Gerisini fazlaca bilemeyiz. "Allah bilir"
Belki de bir yerden sonrası da birçok mevzu için gaybi konu oluyor.
Üstad sonunda da "La yalemul gaybe illallah, diyor.