Cumhuriyeti ilan eden Türk Hamiyet ve Milliyetperverleri kimlerdir?
Değerli Kardeşimiz;
"Bin üç yüz yirmi dört (1324) ederek, Avrupa zâlimleri devlet-i İslâmiyenin nurunu söndürmek niyetiyle müthiş bir suikast plânı yaptıkları ve ona karşı Türkiye hamiyetperverleri, hürriyeti “yirmi dört (24)”te ilânıyla o plânı akîm bırakmaya çalıştıkları halde, maatteessüf, altı-yedi sene sonra harb-i umumî neticesinde yine o suikast niyetiyle, Sevr Muahedesinde Kur’ân’ın zararına gayet ağır şeraitle kâfirâne fikirlerini yine icrâ etmek olan plânlarını akîm bırakmak için Türk milliyetperverleri cumhuriyeti ilânla mukabe..." (1)
Buranın izahında ilm-i cifirle muazzez Üstadımızın verdiği mana çok manidardır. Bu konudaki genel değerlendirmeleri birkaç maddede toplamak mümkündür.
Evvela, Birinci Şua’nın telifinde iki soruya verilen cevap öne çıkmaktadır. Özellikle 2. soruda “Risale-i Nur’un makbuliyetine dair asıl söz sahibi olan Kur’an ne söylüyor? Kur’an’da bir işaret var mı? sorusuna tam 29 ayetin işarî ve remzî mânalarından deliller getirilmektedir. Binaenaleyh 1324’de yaşanan tarihi hâdiseler tebeî olarak dikkate alınabilir. Nitekim Üstad da İslâm’ın nurunu söndürmek isteyen ehl-i küfre karşı dönemin hamiyetli siyasilerinin mukabele için 1324’te II. Meşrutiyeti ilan ettiklerini ancak daha önemlisi ise Risale-i Nur’un tekâmül seyrini işlemektedir.
İkinci olarak Üstad, 1908’de meşrutiyetin ilanını müsbet karşılamış, makaleleriyle, nutuklarıyla hatta şarktaki aşâire yaptığı seyahatteki izahatlarıyla -Münazarat eseri- hürriyetin doğru anlaşılması için gayret göstermiştir. Zaten Üstad kendisini “dindar bir cumhuriyetçi” olarak tavsif etmiş, Asr-ı Saadeti örnek göstermiştir. Ancak 1922’de Ankara’ya geldiğinde gördüğü vaziyet ve Mecliste yaşananlar onu Yeni Said’e döndürmüş, hatt-ı hareketini de değiştirmiştir.
Üçüncüsü, 2. Meşrutiyetin kapsamında Padişahın hem saltanat hem de hilâfet vazifeleri bulunmaktadır. İngiltere’de halen devam eden kilise ve saltanatın kral uhdesinde birleştirilerek seçilmiş hükümetler vasıtasıyla ülkeyi yönetmesi gibi bir sistem 1876 Kanun-u Esasi’si ile Osmanlı Devletinde de kurulmuştur. 1. Meşrutiyetle 1876’da teşkil olunan ve üyeleri seçimle gelen Meclis-i Mebusan 1877 Osmanlı Rus Harbi sebebiyle 1878’de askıya alınmış, 1908’de 2. Meşrutiyet’in ilanı ile de tekrar açılmıştır.
Dördüncüsü, “Cumhuriyeti (o dönemde adı meşrutiyet) ilan eden Türk hamiyet ve milliyetperverleri” ile kastedilen kimseler; 1324 (1908)’de devleti idare eden II. Abdülhamid ve sair devlet ricali ile Abdülhamid’e meşrutiyetin ilanı için baskı yapan İttihat ve Terakki’nin mason olmayan azalarıdır. Padişaha meşrutiyetin ilanı için baskı yapan İttihat ve Terakki’nin mason azaları ise iktidarı ele geçirmeye çalışmaktadır. İttihat ve Terakki’nin mason olmayan hamiyetperver üyeleri çoktur. O dönemi yakinen bilen Üstad, cemiyet üyeleri içinde mason olan kısmın % 10 civarında olduğunu söyler.
Beşincisi, Abdülhamid’in 2. Meşrutiyeti ilan kararı, devletin maruz kaldığı saldırıları bertaraf etmede iç çekişmelerin doğurduğu zafiyeti telafi, siyasi ve entellektüel kapasitesi en güçlü muhalif grup olan İttihat ve Terakki’yi Meclis içine çekerek sokak muhalefetini teskin, Ayan ve Mebusan Meclisleri üzerinden ortak bir siyaset dili oluşturmak, muhalifleri karar mekanizmasına katmak, hülasa ortak aklı (şûrayı) harekete geçirmektir. Zira Girit’in Yunanistan’a bağlanması, Bosna-Hersek’in Avusturya tarafından yutulması, Bulgaristan’ın istiklâliyeti, İngiliz, Fransız ve Rusların Osmanlı Devleti’ni paylaşma plânları, bağımsız bir Ermenistan ile Yahudilere Filistin’de yurt açma çabaları hep aynı döneme rastlamaktadır.
Ancak meşrutiyetin ilanını müteakip yaşanan 31 Mart hâdisesi hesapta olmasa da şer güçlerin hesabında vardır ve 2. Abdülhamid hal’ edilerek iş bitirilecektir.
Evet Avrupa zalimleri, Osmanlının, yani İslam devletinin nurunu söndürmek ve akıbetini hazırlamak için müthiş bir gizli plan hazırlamışlardı. Eğer saltanat devam ettirilse idi, güya hürriyet ve demokrasi adına Osmanlının her halükarda işini bitirme kararında idiler.
Ancak cennetmekân Abdulhamit Han, çevresi ile bu meseleyi ciddi manada değerlendirmiş. II. Meşrutiyeti -istemeyerek dahi olsa- ilan etmekle, hürriyete ve meşruti yönetime geçileceğinin sinyalini vermiştir. Böylece hanedanın tam yetkisini kısıtlamıştır. Bu vesile ile millete ve vatana hamiyetini göstermiştir. Âdeta saltanatını memleketin istikbaline ve yeni doğacak devletine bir cihette feda etmiştir. Bu vesile ile de Avrupalıların zalimane planlarını boşa çıkarmış ve tatbikatını geciktirmiştir.
Sonra cihan harbinin vuku bulması, akabinde yeni doğması muhtemel Türkiye Cumhuriyeti devletinin varlığını ortadan kaldırmak için, Avrupalılar yine o zalimane planlarını tatbik etmek istediler.
Bundan sonra Üstadın ecnebi tahakkümüne mukabele noktasında Sevr’den bahsederek hamiyetperverlerin Cumhuriyetle mukabelesi, kanaatimizce 1920’de Ankara’da dualarla açılan Meclisi kastetmektedir. Nitekim Anadolu’daki mukavemeti bağilik olarak gören ve fetva veren şeyhülislama mukabil, karşı fetva ile baskı altındaki payitahtın iradesinin geçersiz olduğunu beyan etmiş ve daha sonra Ankara'da açılan yeni Meclis’te beyanname neşretmiştir.
Binaen aleyh Sevr sonrası açılan yeni meclisi tasvip etmekte ve bir nevi Cumhuriyet olarak görmektedir. Ancak ne Lozan’ı ne de 1923’de ilan edilen Cumhuriyeti tasvip ettiğine dair buradan bir mana çıkarmak mümkün değildir. Daha sonraki mahkeme safhalarında bu tavrını teyit eden çok açıklamaları vardır.
(1) bk. Şualar, Birinci Şuâ, Yirmi Sekizinci Âyet.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü
Yorumlar