"Çünkü resul olmasaydı, tebliğ ve tâlime memur olmazdı." cümlesini izah eder misiniz?
Değerli Kardeşimiz;
"S - بِسْمِ اللهِ ve اَلْحَمْدُ ِللهِ gibi âyetlerde makasıd-ı erbaaya işaretler var mıdır?"
"C - Evet, قُلْ kelimesi, Kur’ân’ın çok yerlerinde mezkûr veya mukadderdir. Bu mezkûr ve mukadder olan قُلْ kelimelerine esas olmak üzere بِسْمِ اللهِ tan evvel قُلْ kelimesi mukadderdir. Yani, 'Ya Muhammed! Bu cümleyi insanlara söyle ve tâlim et.' Demek besmelede İlâhî ve zımnî bir emir var. Binaenaleyh, şu mukadder olan قُلْ emri, risalet ve nübüvvete işarettir. Çünkü resul olmasaydı, tebliğ ve tâlime memur olmazdı. Kezalik, hasrı ifade eden câr ve mecrûrun takdimi, tevhide îmadır."(1)
Kainatın yaratılış gayesi Yaradan'ın zat, sıfat, esma ve şuunatının; tezahürat ve tecelliyatını görmek ve göstermek istemesidir.
Bu amaç ve gayenin kahir ekseriyeti Yaradan'ın kendi cemal ve kemalini görmesi, teşbih etmesi ve takdir etmesidir. İkinci gaye ise, zişuurların nazarında ve tefekkür aynasında görmesi ve göstermesidir.
Zişuurlar içerisinde bu amaç ve gayeyi en külli derecede ve mertebede yapacak olan insanlardır. İnsanların bu gayeyi tahakkuk ettirebilmesi için, yani külli bir tefekkür ve külli bir ubudiyeti zuhur ettirebilmeleri için Cenab-ı Hakk'ın marziyyatını ve bu amacın nasıl gerçekleşeceğini bilmeleri lazımdır.
Mabud ile abd arasındaki mesafe sonsuzdur. Mabudiyyet makamından, kullara yapılacak bir tebliğ ve vazifelendirme kemalatının şiddet-i zuhurundan algılanamayacaktır. Bu sebepten dolayı mabud ile abd arasında yetmiş bin perdeden bahsedilmektedir.
İşte en kutsi ve ulvi makamdan; kul makamında olan insanlara bu marziyyatın intikali için "ala meratibihim" vazifeliler lazımdır.
Bu vazifeli olanlar bir cihetle ulviyeti ve kudsiyeti açısından mabuda muhatap olabilecek liyakatte olmaları icap ettiği gibi, bir cihetle de kulların anlayış ve idrakine intikal ve tenezzül edebilecek hususiyete de haiz olmaları icap eder.
İşte bu vazifeliler kervanının birinci halkası resullerdir ve en yüksek makama ve vazifeye haizdirler. Sonra nebiler gelir. Daha sonra onların arkadaşları olan sahabeleri. Daha sonra mürşidler, müceddidler, evliyalar, asfiyalar ve ulemalar da mahiyeti itbariyle bu vazifeden nasipdardırlar.
İşte Cenab-ı Hak (c.c), kulların vazifelerinde daim ve kaim olabilmeleri için tebliğ vazifesiyle vazifelendirdiği mezkur zevatı ihtiyar etmiştir.
Muazzez Üstadımız bunu Lemeat'ta veciz bir ifadeyle şöyle ifade etmektedir: “Nübüvvet beşerde zaruriyedir."(1) yani tebliğ olacak ise araya vasıta dediğimiz peygamberlerin ve peygamberlik müessesenin girmesi icap etmektedir. Evet, karıncayı emirsiz, arıları beysiz bırakmayan kudret-i ezeliye elbette beşeri de nebisiz ve resulsüz bırakmayacaktır.
Yukarıdaki hakikatten de anlaşılacağı üzere Cenab-ı Hak, kendisini bildirmek ve tanıtmak için tebliğ dediğimiz amaca hizmete vazifelileri murat etmiştir. Çünkü izzet ve azamet ister ki sebepler olsun ve abd ile mabud arasında bu köprü üzerinden münasebetler kurulsun.
Ancak tevhid ve celal bu sebeplerin hakikat nokta-i nazarında müessir olmadığını, müessir-i hakiki ancak ve ancak Allah u zülcelal olduğunu icap ettirir. Bu mesele iman meselesi olup, sebepler mevzu ise muamelat konusuna girer.
Mademki kıyamete kadar bu din himaye edilecektir. Öyle ise bu himayenin vesileleri, taşıyıcıları ve hameleleri de kıyamete kadar vazifeli olarak gönderilecektir.
Dipnotlar:
(1) bk. İşaratü'l-İ'caz, Fatiha Suresi.
(2) bk. Sözler, Lemeat.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü
Yorumlar