"Cüz-i ihtiyarî denilen şey nedir? Ne kadar etrafı kazılırsa, altından cebir çıkıyor! Bu nasıl bir şeydir?" Burayı izah eder misiniz?
Değerli Kardeşimiz;
"S - Cüz-i ihtiyarî denilen şey nedir? Ne kadar etrafı kazılırsa, altından cebir çıkıyor! Bu nasıl bir şeydir?"
"C - Birincisi: Fıtrat ile vicdan, ihtiyarî emirleri, ıztırarî emirlerden tefrik eden gizli bir şeyin vücuduna şehadet ediyorlar. Tayin ve tabirine olan acz, vücuduna halel getirmez."
"İkincisi: Abdin bir fiile olan meyelânı, Eş’arîlerin mezhebi gibi mevcut bir emir ise de, o meyelânı bir fiilden diğer bir fiille çevirmekle yapılan tasarruf, itibarî bir emir olup abdin elindedir."
"Eğer Mâturidîlerin mezhebi gibi o meyelânın bizzat bir emr-i itibarî olduğuna hükmedilirse, o emr-i itibarînin sübut ve tayini, kendisinin bir illet-i tâmme olduğunu istilzam etmez ki, irade-i külliyeye ihtiyaç kalmasın. Çünkü çok defalar meyelânın vukuunda fiil vaki olmaz."
"Hülâsa: Âdetullahın cereyanı üzerine hâsıl-ı bilmasdarın vücudu, masdara mütevakkıftır. Masdarın esası ise meyelândır. Meyelân veya meyelândaki tasarruf mevcudattan değildir ki, bir müessire ihtiyacı olsun. Mâdum da değildir ki, hâsıl-ı bilmasdar gibi mevcut olan bir şeyin vücuduna şart kılınmasına veya sevap ve ikaba sebep olmasına cevaz olmasın."(1)
İradenin özünü teşkil eden meyalan ya da meyalandaki tasarruf, İlahi kudretin yaratma ve müdahil olduğu alan olan mahlukattan değildir. Dolayısı ile İlahi kudret iradenin özüne temas etmiyor ki cebre sebebiyet versin. İradenin özünü teşkil eden meyalan, var ile yok arasında bulunan nispi bir emirdir. Nispi emirler ise İlahi kudret ile ilişkilenmezler.
İrade mevcut olsa yani yaratılmış olsa idi, o zaman İlahi kudrete taalluk edip cebir lazım gelirdi. Madum olsa o zaman sorumlu tutulamazdı, çünkü olmayan bir şeyin mesul olması mümkün değildir. Demek irade mevcut ile madum arasında bir nispi emirdir.
Bir bina yapılırken usta binanın sağ sol, aşağı yukarı, alt üst, doğu batı gibi izafi ve nispi yönlerini çekiç ve iş araçları ile çakmaz. Bina vücut buldukça bu izafi kavramlar da bununla beraber terettübi olarak belirmeye ve tebayüne başlarlar. Ustanın çekici ile yapılmadıkları için bir fayans ve tuğla gibi mevcut sayılmazlar. Ama bir fayans veya tuğla gibi mevcut olmamaları tamamen yok ve hiç oldukları anlamına da gelmez.
Birisine "Binanın sağı neresi?" diye sorulsa, adam hemen gösterir, şayet sağ kavramı yok ve hiç olmamış olsa idi adamın sağı göstermesi mümkün olmazdı. Zira aslı olmayan bir şey ne ispat edilebilir ne de gösterilebilir. Demek adamın binanın sağını göstermesi izafi de olsa sağın var olduğuna bir delildir.
İnsan mahiyeti de bir bina gibidir. İnsan binası inşa olunurken bu binaya müterettib çok nisbi ve izafi hatlar ve kıyas araçları mevcudiyetsiz ve cisimsiz olarak varlık sahasına çıkarlar. Bunların Allah tarafından insan mahiyetine takılmasının sebebi ise, bu farazi hatlar ile Allah’ın mutlak ve idrak ve ihatası imkansız olan isim ve sıfatlarını bir nebze kıyas ile anlamak içindir.
İnsana verilmiş olan benlik yani sahiplenme duygusu ile insan cüzi ilim, irade, kudret gibi şeyleri kıyas ederek Allah’ın külli ilim, irade, kudret gibi mutlak sıfatlarını anlamaya çalışır.
İnsandaki irade de bu kabilden nispi ve terettübi bir varlıktır. Ama öyle bir varlık ki, cebir bunun kıyısına ve köşesine yaklaşamaz.
(1) bk. İşârâtü'l-İ'câz, Bakara Sûresi 7. Ayetin Tefsiri.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü
Yorumlar
Varlıkların tasnifi hakkında bu cevabı incelemenizi tavsiye ediyoruz, ulaşmak için tıklayınız.