"Dinlerini parça parça edip gruplara ayrılanlar var ya, senin onlarla hiçbir ilişkin yoktur. Onların işi ancak Allah’a kalmıştır. Sonra Allah onlara yaptıklarını bildirecektir." Bu ayet Nur cemaatindeki ayrılıklara bakar mı?
Değerli Kardeşimiz;
Harici / Vehhabi cahillerinin en büyük sapkınlıklarından birisi de kâfirler ve dallinler hakkında nazil olmuş ayeti müminlere tatbik etmeleridir.
Kur’an ayetlerini sağlıklı bir şekilde anlayabilmek için, öncelikle ayetlerin iniş sebebi, siyak ve sibakı, ayet hakkında başka bir ayette izah var mı yok mu, hadislerde bu ayet hakkında bir tevil ve tabir yapılmış mı onlara bakmak gerekir. Bütün bunlara bakmaksızın ayetin direkt meali ile sağa sola saldırmak, tam bir ahmaklık ve cehalet örneğidir.
“Dinlerini parça parça edip gruplara ayrılanlar var ya, senin onlarla hiçbir ilişkin yoktur. Onların işi ancak Allah’a kalmıştır. Sonra Allah onlara yaptıklarını bildirecektir.” (En’am, 6/159)
Müşriklerin durumu bildirildikten sonra 154. âyetten itibaren Yahudi ve Hristiyanların dini gruplaşmalarına işaret ediliyor. Bu âyeti gayri müslimler hakkında düşünen âlimler yanında, Müslümanlar arasında çıkan bid’at fırkalarını kapsayacağını düşünenler de vardır. Ayet, dinin hükümlerinin bir kısmına inanmayan ve böyle bir parçalanmadan ileri gelen fırkalara da şamildir.
Fakat dinin kesin hükümlerini inkâr etmeyen muteber içtihad, fıkhî mezhep, tasavvufî meşreb veya uygulamada ortaya çıkan dini hizmet gruplarını bu âyeti ileri sürerek mahkûm etmek, bu ayeti yanlış anlamak olur. Onun için müfessir İbn Kesir: “Zahir olan odur ki ayet; Allah’ın dininden ayrılan ve ona muhalif olanlar hakkındadır.” diye uyarmaktadır.
Bu ayette Yahudi ve Hristiyanların dini gruplaşmaları birinci planda, Şia, Haricilik, Mutezile ve benzeri bidat fırkalar ikinci planda değerlendiriliyor. Nakşilik, Kadrilik, Nurculuk, Süleymancılık gibi hak meslek ve meşrepler, bu ayetin konusu ve kapsamında değildirler. Çünkü bu hak meslekler İslam inancına sımsıkı sarılmış batıl bir düşüncesi olmayan meşreplerdir.
Mesela, Nurcular ile Nakşiler arasında dini/ameli hiçbir ayrışma bir bölünme bir husumet bir parçalanma söz konusu değildir. Onların ayrışması tamamen hizmet metodu fıtrat farklılıklarından kaynaklamaktadır. Tek bir ordunun havacı, karacı, denizci sınıflarına ayrılması gibi.
Mezheplerin ihtilaf ettiği kısım, dinin muhkem ve esas kısmı değil dinin teferruat ve detay kısımlarıdır. Kur’an ve sünnetin yüzde doksanlık kısmı muhkem ve esas olup yoruma kapalıdır, burada ihtilaf ve farklılık caiz olmaz. Bunlar ekseri iman ve farz olan kısımlardır. Kimse bu alanda fikir yürütemez herkes bu alanda ittifak etmek zorundadır. Faizin haram zekatın farz olması gibi.
İhtilafın ve farklılaşmanın olduğu kısım ise, daha çok Kur’an ve sünnetin yüzde onluk mütaşabih ve yoruma açık olan teferruat kısmı içindir. Mezheplerin gezindiği noktalar Kur’an ve sünnetin yoruma açık bu yüzde onluk teferruat kısmıdır. Bu sebeple dinin teferruat olan bölümlerini muhkem sınıfına sokmak ve mezheplerin bu noktalardaki ihtilaflarına yanlış bakmak doğru olmaz. Allah ve Resulü (asv) kasıtlı ve bilinçli bir şekilde bu yüzde onluk teferruat kısmı yoruma açık bırakmıştır ki her coğrafya, iklim ve kültür erbabı kendine uygun esnekliği bulabilsen ve ona göre hayatını dine uyarlayabilsin. Bu ciheti ile İslam evrensel bir dindir bütün iklim, coğrafya ve kültürel farklılıkları ve kimlikleri bünyesinde hazmedebilir.
Mezheplerin asıl ihtilaf noktasına yukarıda bir parça değindik. İhtilafın felsefesi insanlığın teferruatta cem olmasının imkânsızlığıdır. Bu mana ve felsefe anlaşıldıktan sonra, ihtilafın teknik kısmı ve detayları o kadarda önemli değildir. İhtilafın teknik kısmını bütünü ile burada izah etmemiz mümkün değildir.
Müteşabih ayetlerin yoruma açık olması, hadislerin senedindeki ihtilaflar, tefsir usulündeki farklılıklar, içtihattaki kabiliyetler ve bunların derece ve mevkilerinin muhtelif olması gibi, bir çok teknik detaylar ihtilafa gerekçe olmuştur. Usul kitaplarında bu ihtilaflar uzunca izah edilir.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü
Yorumlar
Burada iki farklı içtihadın iki farklı insanda nasıl sadık ve doğru olduğu ifade ediliyor. Yani iman ve ibadet esaslarının dışında ki teferruata ait konularda hak birden fazla olabilir. Öyle ise Ehlisünnet dairesinde ki müçtehitlerin bir birine zıt olan bütün içtihatları hak ve musaddıktır.
Bazılarının zannettiği gibi feri (iman ve farza temas etmeyen)konularda hak tek ve bir değildir. Feri konularda birden fazla hak birden fazla doğru olabilir. Üstad Hazretleri bu örnekle bu hakikati akla yaklaştırmak istiyor.
Bu konuda iki görüş oluşmuştur birisi Musavvibe diğeri Tahtie.
Musavvibe: "Dört mezheb de hak'tır ve füruatta hak taaddüd eder" diyenlere, ilm-i usulde musavvibe denir. Hakkın feri konularda çoğalması insanların coğrafi ve iklim şartlarından doğan farklılıklarına işaret ediyor.
Mesela uzak doğu kültüründe böcek yemek normalken bizim kültürümüzde iğrençtir. Şimdi hangisi hak hangisi hatadır diyebiliriz elbette her iki durumda kendi kültüründe haktır. Bu sebeple Maliki mezhebinde böcek yemek caizken Hanefi mezhebinde caiz değildir. Şimdi Hanefi mezhebinin hükmü ile Maliki mezhebinin hükmü arasında birisi hata ama doğru olma ihtimali var diğeri doğru ama hata olma ihtimali var demek yerine her iki hükümde konumunda hak ve doğru demek en güzel olan değil midir?
İşte musavvibe ekolü bütün hak mezheplerin hükümleri kendi konumuna ve özel şartlarına göre hak ve doğrudur diyerek mezhep taassup ve tutuculuğuna geçit vermiyorlar.
Yine abdestte başı mesh etmek husussunda Hanefiler de başın dörtte biri Şafilerde başa bir parmakla değmek yeterli iken Malikilerde başın tamamı yıkanır vesaire. Şimdi kutuplarda yaşayan Müslümanlar açısından hak olan Şafilerin fetvası iken Afrika da yaşayan Müslümanlar için Malikilerin fetvası haktır normal iklimde olan Müslümanlar içinde Hanefilerin fetvası haktır. Şimdi hak burada bir değil üçtür. Her üç mezhebin görüşü de coğrafi koşullara göre haklılık arz ediyor. Öyle ise dinin teferruat kısmında hak çoğalabilir bu sebeple Peygamber Efendimiz ümmetimin ihtilafında yani farklı hak mezheplerde olmalarında rahmet vardır diye buyurmuştur.
Bu iki misalde tahtienin savunduğu hak tek ve birdir çoğalamaz fikrine reddiye vardır.
Tahtie: "Mezhebim haktır, hata ihtimali var. Başka mezheb hatadır, sevap ihtimali var" diyenler ki, bu hatalı anlayışa izafeten "Tahtie" denmiştir. Bu fikirde taassup ve tutuculuk hakimdir. İslam birliğine ve beraberliğine ciddi anlamda zarar verme kabiliyetinde olan bir akım ve anlayıştır.
Yani bunların fikrine göre hak mezhepler içinde birisi hakka isabet etmişken diğerleri isabet edememiştir diyerek diğer hak mezhepleri töhmet altında bırakıyorlar. Bu fikir yukarda izah ettiğimiz masavvibe ve onların savunduğu salim yola uygun düşmüyor. Bu sebeple Üstad Hazretleri bu fikri kabul etmiyor.
Üstad Hazretleri bu manaya şu şekilde işaret ediyor: Halbuki cumhur-u avam, mezhepte imtizaç etmiş olan zaruriyatı, nazariyat-ı içtihadiyeden vâzıhan temyiz etmediğinden, sehven veya vehmen Tahtieyi filcümle teşmil edebilir. Bu ise, hatar-ı azîmdir. Bence, Tahtîeci, hubb-u nefisten neşet eden inhisar zihniyeti illetiyle malûldür. Ve Kur'ân'ın câmiiyetinden ve umum tabakat-ı beşere şümul-ü hitabından gafletle mes'uldür.
Hem Tahtîecilik fikri, sû-i zan ve tarafgirlik hissinin menbaı olduğundan, İslâmda lâzım olan tesanüd-ü ervah, tevhid-i kulûb, tehâbbüb ve teâvüne büyük rahneler açmıştır. Halbuki hüsn-ü zanla, muhabbet ve vahdetle memuruz. Sünuhat
Bu tahtie fikri nefis ve benlik sevgisinden gelen bir fikirdir ve Müslümanların siyasi birliğine ciddi anlamda tehdit oluşturma kabiliyetinde olan bir akımdır. Halbuki buna mukabil olan Musavvibe fikri İslam ümmetinin birliğine ve dirliğine hizmet eden salim bir akımdır. Hem de tahtie fikri insanlarda suizannı teşvik eden bir mizaçtadır.
Dinin asıl meseleleri ile teferruat olan meseleleri iç içe geçtiği için avam insan bu ikisini ayıramayıp dinin asıl meselelerini de teferruat gibi algılayıp onu da hata görebilir bu da Allah korusun insanın imanını zedeler. Bu riskten dolayı musavvibe akımının dediği gibi hak olan mezheplerin hepsine bütünü ile hak demek en güzel yoldur.
Efendi ile amele konusunda izah etmek istenilen husus yukarda takdim ettiğimiz iki örnekte ki gibidir.
Tarım işçisi, tarz-ı maişet itibarıyla, namahrem kadınlarla iç içe olmaya ve necasetten taharet esasına uygun olmayan necis şeylerin içine karışmaya müptelâ olduğundan, san’at ve maişet itibarıyla tabiat ve nefs-i emmâresi meydanı boş bulup tecavüz edebilir. Bu yüzden Şafi mezhebi kadına temas edersen abdest bozulur diyerek ona bir koruma zırhı oluşturuyor.
Ama efendi yani şehirli birisi için bu riskler bulunmuyor zira şehir hayatında insan hem üstüne başına dikkat eder yani temiz olmak zorundadır hem de çarşı pazarda kadına temas etmesi mukadderdir bu yüzden Hanefi mezhebi kadına temas abdesti bozmaz, az bir necasete ruhsat var diyor.
Bir ayetin iniş sebebinin hususi olması, hükmünün umumi olmasına engel değildir, bu ayet illede Yahudilere ve Hristiyanlara bakıyor denilmez, bildiğiniz üzere üstad, 25. sözde amme suresinde geçen dağları kazık yaptık ayetini 6 farklı şekilde tefsir ediyor, her bir tefsirinde de çok ince manalar var, zaten kuranı kerimin mucizelerinden birisi de Lâfzındaki câmiiyettir, yani siz, ayetin hitap ettiği kesim ve manası budur, diye sınırlandıramazsınız, her bir ayetin her bir asra bakan manaları var, En’am suresi, 159. ayette de böyle, bu ayet hem Yahudilere, hem Hristiyanlara, hem de Müslümanlara bakıyor. Müslümanlarda dinlerini parça parça ayırıp gruplara bölünürse ALLAH hesabını sorar. Peygamber efendimiz ümmetimin ihtilafında hayır vardır demiş, üstadımız bu hadis-i şerifi yorumlarken, Hadîsteki ihtilâf ise, müsbet ihtilâftır. Yani, herbiri kendi mesleğinin tamir ve revâcına sa'y eder. Başkasının tahrip ve iptaline değil, belki tekmil ve ıslahına çalışır demiş ama Müslümanlar menfi bir şekilde gruplara ayrılıp, dinlerini parça parça ederse o zaman ayetteki cezaya müstehak olur.