Disiplinli olmak, istikrarı muhafaza etmek hakkında Üstad ve Risalelerden tavsiyeler var mı?
Değerli Kardeşimiz;
Üstad Bediüzzaman'ın, günlük hayatında esas tuttuğu ve yaşadığı kaide ve metotlar vardır. Kâinatın hiçbir noktasında tesadüfe yer vermeyen bir zat, elbette kendi hayatında da hiçbir hareket, davranış ve tavırda kaidesiz ve metotsuz yaşamamıştır.
Elbette hayatın ve yaşantının metotlu ve planlı olması zaman israfının engellenmesi ve ibadetteki hedefinin ve günahlardan kaçınmanın bir büyük vesilesidir. Bundan dolayı her zaman ve mekanda kaideleri ve metodları eksik edilmemelidir.
Bediüzzaman'ın günlük hareket kaideleri şunlardır:
İlk başta Üstad, ihlas ile her anında muhafaza ve en temel bir kaide olarak tutmuştur. Hiçbir musibet ve engelin ihlası bozmasına izin vermemiştir:
"Aziz, sıddık, muhlis kardeşlerim! Bizler imkân dairesinde bütün kuvvetimizle Lem'a-i İhlas'ın düsturlarını ve hakikî ihlasın sırrını mabeynimizde ve birbirimize karşı istimal etmek, vücub derecesine gelmiş." (Şualar, 14. Şua)
"اَلْحُبُّ لِلّٰهِ ٭ وَالْبُغْضُ فِى اللّٰهِ ٭ وَالْحُكْمُ لِلّٰهِ olan desatir-i âliye düstur-u harekat olmazsa nifak ve şikak meydan alır. Evet اَلْبُغْضُ فِى اللّٰهِ ٭ وَالْحُكْمُ لِلّٰهِ demezse, o düsturları nazara almazsa, adalet etmek isterken zulmeder." (Mektubat, 22. Mektup, Birinci Mebhas)
Üstad Bediüzzaman'ın, ihlas dışında en temel tuttuğu ikinci kaide uhuvvettir.
Hem kâinata bakışta hem kendi hayatımızdaki insanlara karşı uhuvvet ve kardeşlik nazarıyla bakılması ehemmiyetli bir içtimai kaideler bütünüdür:
"Zaten mesleğimizin esası uhuvvettir. Peder ile evlâd, şeyh ile mürid mabeynindeki vasıta değildir. Belki hakikî kardeşlik vasıtalarıdır." (Lem'alar, 21. Lem'a)
Üstad'ın hayatında esas tuttuğu diğer bir kaide de iman ve İslamiyet nazarıdır. Her amelde ve harekette imanın ve İslamiyetin gerektiği gibi yaşanmasıdır. Her engelin ve musibetin imanı arttırdığını ve her engelin birçok hikmeti olduğunu esas yapmaktadır:
"Arkadaş! İman bütün eşya arasında hakikî bir uhuvveti, irtibatı, ittisali ve ittihad rabıtalarını tesis eder. Küfür ise, bürudet gibi bütün eşyayı birbirinden ayrı gösterir ve birbirine ecnebi nazarıyla baktırır. Bunun içindir ki, mü'minin ruhunda adavet, kin, vahşet yoktur. En büyük bir düşmanıyla bir nevi kardeşliği vardır." (Mesnevi-i Nuriye, Katre)
Ayrıca Üstad'ın musibetlerde ve engellerde iman ve İslamiyet ile nazar etmeye yönlendirmesi, insanı hep güzel düşünüp güzel görmeyi sağlamıştır. Her olayda güzeli almaya çalışmıştır:
"Güzel gören, güzel düşünür. Güzel düşünen, hayatından lezzet alır." (Mektubat, Hakikat Çekirdekleri: 50)
"Âkıl odur ki: خُذْ مَا صَفَا دَعْ مَا كَدَرْ kaidesiyle amel eder, selâmet-i kalp ile gider." (Sözler, Sekizinci Söz)
Üstad'ın şahsi hayatında esas tuttuğu diğer bir kaide de tevhittir. Kâinata ve olaylara tevhit nazarıyla bakıp Allah'ın birliğine ve vahdaniyetine delil bulmaktır.
Bilhassa istiğna, tesanüt, kanaat, iktisat, israfın zıddı olan şükür, tevazu, sıdk ve sadakat vb. ahlaki kaideler, Üstad'ın bütün hayatında ve musibetlerde kendini göstermiştir. Bilhassa acz ve fakr düsturu ve metodu her durum da esas olmuştur:
"Risale-i Nur nifak ve şikakı, tefrikayı, fitne ve fesadı kaldırıp; kardeşliği, uhuvvet-i diniyeyi, tesanüd ve teavünü yerleştirir. Risale-i Nur mesleğinin bir esası da budur. Risale-i Nur gurur ve kibir ve hodfüruşluk ve zillet gibi ahlâk-ı seyyieden kurtararak, tevazu' ve mahviyet ve izzet ve vakar gibi güzel ahlaklara sahib kılar. Risale-i Nur, insan olan bir insana, acz ve fakrını derk ettirir. Bedîüzzaman der ki: "İnsan, acz ve fakrını anlamakla, tam Müslüman ve abd olur." (Sözler, Konferans)
Her zaman musibet ve engellerde meşru bir yolla ve müsbet bir hareketle, belli aşamalarla karşılık vermiştir. Kesinlikle küçük bir şerden dolayı hayrı bütünüyle terk etmemiştir:
"Tarîk-ı gayr-ı meşru ile bir maksadı takib eden, galiben maksudunun zıddıyla ceza görür." (Mektubat, Hakikat Çekirdekleri: 44)
"Tertib-i mukaddematta "tefviz" tembelliktir, terettüb-ü neticede tevekküldür. Semere-i sa'yine ve kısmetine rıza; kanaattır, meyl-i sa'yi kuvvetlendirir. Mevcuda iktifa, dûn-himmetliktir." (bk. age., ay. 95)
"...Bir şerr-i cüz'î için hayr-ı kesîri terketmek, şerr-i kesîr olur." (Sözler, 26. Söz, Birinci Mebhas)
Üstad'ın hayatında esas tuttuğu diğer bir kaide ve metod ise, boş durmamaktır:
"En bedbaht, en muzdarib, en sıkıntılı; işsiz adamdır. Zira atalet ademin biraderzadesidir; sa'y, vücudun hayatı ve hayatın yakazasıdır." (Mektubat, Hakikat Çekirdekleri: 109)
Üstad, her engel ve musibetin karşısında her zaman sonda kazananın hak ve hakikatin dolayısıyla müminlerin olacağına inanmıştır:
"وَالْعَاقِبَةُ لِلْمُتَّق۪ينَ sırrıyla اَلْحَقُّ يَعْلُو وَلَا يُعْلٰى عَلَيْهِ düsturuyla onların o muvakkat galebeleri, menfaat cihetinden onlar için ehemmiyetsiz olmakla beraber, cehennemi kendilerine ve cenneti ehl-i hakka kazandırmalarına sebeptir." (Lem'alar, 13. Lem'a)
Bir engelden veya musibetten dolayı o işten vazgeçmek yerine, her zaman mümkünse bir kısmından vazgeçmiştir:
"Bir şey bütün elde edilmezse, bütün bütün elden kaçırılmaz." kaidesiyle, "bu manevi bahçenin bütün meyvelerini koparamıyorum" diye vazgeçmek kâr-ı akıl değildir." (Lem'alar, 30. Lem'a, Altıncı Nükte)
Üstad her zaman diğerkâm olmuştur. Yani hiçbir zaman sadece kendi şahsını, ahiretini ve maneviyatını düşünmemiştir. Ümmeti ve diğer insanların saadetini de dert edinmiştir. Her zaman tebliğ ve neşr davasında birilerinin hidayeti için çaba ve gayret içinde olmaya çalışmıştır:
"Her ne vakit hizmete fütur verir, 'Neme lazım!..' deyip hususî nefsime ait işlerle meşgul olduğum zaman tokat yemişim. Hem de kanaatım geliyor ki; ihmalimden tokat yedim. Çünkü hangi maksadım beni iğfale sevketmiş ise, onun aksi ile tokat yerdim." (bk. age., 10. Lem'alar.)
"Kendisi bir çanak çorba, bir bardak su, bir lokma ekmekle tagaddi eder. Elbisesi pek basit ve fakiranedir. Beyaz Amerikan bezinden pamuklu bir hırka. Çamaşırını kirlenmeden değiştirir ve temizletir. Temizliğe fevkalâde itina eder. Kâğıt parayı tutmaz ve üstünde taşımaz. Mâmelek namına dünyada hiçbir şeyi yok. Kendi için yaşamaz, cem'iyet için yaşar." (Tarihçe-i Hayat, Isparta Hayatı)
Her engel ve musibetlerde normalde bir kişinin enerji ve şevki azalması gerekirken, kendisinde şevk ve gayret artmıştır:
"Bir müddeiumumî, iddianamesinde: 'Bedîüzzaman, ihtiyarladıkça artan enerjisiyle dinî faaliyete devam etmektedir.' Denizli mahkemesi, ehl-i vukuf raporunda: "Evet, Said Nursî'de bir enerji vardır, fakat bu enerjisini, tarîkat veya bir cem'iyet kurmakta sarfetmemiş, Kur'an hakikatlarını beyan ve dine hizmete sarfettiği kanaatına varılmıştır." denilmektedir." (Sözler, Konferans)
"Büyük felâketler, güler yüzlü intibahlar doğurur" derler ki, pek musîb bir söz. Herhangi bir hükûmet zulmü ve istibdadı artırdı, mazlum milletler istiklalini kazanıyor. Şu asırda dinsizlik ve tahribat fazlalaştı. İnşâallah mazlum ve masum ehl-i imanın yüzü gülecek. Parlak bir hakikat güneşi tulû' edecek." (Barla Lahikası, 184. Mektup: Zeki Zekâi'nin Fıkrasıdır)
Rahmetin zahmette olduğu hakikati, hayatının her anında esas olmuştur:
"Sa'yeden ve çalışan ise; şâkirdir, hamdeder, ömrün geçmesini istemez. اَلْمُسْتَر۪يحُ الْعَاطِلُ شَاكٍ مِنْ عُمْرِهِ وَ السَّاعِىُ الْعَامِلُ شَاكِرٌ küllî düsturdur. Hem o sır iledir ki: "Rahat, zahmette; zahmet, rahattadır." cümlesi darb-ı mesel olmuştur." (Lem'alar, 25. Lem'a)
"Maddeten, belki dünyanın en fakir adamıdır; fakat maneviyat âleminin sultanıdır." (Tarihçe-i Hayat, Isparta Hayatı)
Her engel ve sıkıntının kader cihetiyle Allah'a baktığını ve onun rızasını kazanmak için o sıkıntıya rıza ve teslimiyetle bakmış ve baktırmıştır. Eğer muhabbet ve sevgiyi yerinde sarf olmadığında da musibetin geldiğini bilmiştir:
"Çünkü yerinde sarfolunmayan bir muhabbet-i gayr-ı meşruanın cezası, merhametsiz bir musibettir." (Sözler, 24. Söz, 5. Dal)
"مَنْ اٰمَنَ بِالْقَدَرِ اَمِنَ مِنَ الْكَدَرِ darb-ı mesel olmuştur. Yani, kadere iman eden, gamlardan kurtulur." (Şualar, 11. Şua, 11. Mesele)
"...Teşekki kaderi tenkid ve teşekkür kadere teslimdir." (Şualar, 13. Şua)
Musibet, engel ve her türlü zorlukla beraber bir kolaylığın olduğunu bilmiş, ona göre hareket etmiştir:
"اِنَّ مَعَ الْعُسْرِ يُسْرًا sırrıyla, inayet-i İlahiye inşallah çabuk imdadımıza yetişir." (Şualar, 14. Şua)
Üstad Bediüzzaman'ın kendi aleminde esas tuttuğu diğer içtimai metod ve kaideleri kendi ifadeleriyle şöyledir:
"Bir Kısım Desatir-i İçtimaiye;
İçtimaî heyette düsturları istersen: Müsavatsız adalet, önce adalet değil. Temasülse, tezadın mühim bir sebebidir. Tenasübse tesanüdün esası. Sıgar-ı nefistir tekebbürün menbaı. Zaaf-ı kalbdir gururun madeni. Olmuş acz, muhalefet menşei. Meraksa ilme hocadır. İhtiyaçtır terakkinin üstadı. Sıkıntıdır muallime-i sefahet. Demek sefahetin menbaı sıkıntı olmuş. Sıkıntı ise madeni: Yeisle sû'-i zandır, Dalalet-i fikrîdir, zulümat-ı kalbîdir, israf-ı cesedîdir." (Sözler, Lemeat)
Son olarak Üstad Bediüzzaman'ın en büyük hayat kaidelerinden birisi de Kuran'ın, hayatı içtimaiyeye verdiği kaidelerdir. Bunları kısa ve öz olarak şöyle ifade etmiştir:
"Hikmet-i felsefe ile hikmet-i Kur'aniyenin hayat-ı içtimaiye-i beşeriyeye verdiği terbiyeler:
Amma hikmet-i felsefe ise, hayat-ı içtimaiyede nokta-i istinadı, "kuvvet" kabul eder. Hedefi, "menfaat" bilir. Düstur-u hayatı, "cidal" tanır. Cemaatlerin rabıtasını, "unsuriyet, menfî milliyeti" tutar. Semeratı ise, "hevesat-ı nefsaniyeyi tatmin ve hâcat-ı beşeriyeyi tezyid"dir. Halbuki kuvvetin şe'ni, tecavüzdür. Menfaatın şe'ni, her arzuya kâfi gelmediğinden üstünde boğuşmaktır. Düstur-u cidalin şe'ni, çarpışmaktır. Unsuriyetin şe'ni, başkasını yutmakla beslenmek olduğundan, tecavüzdür... İşte bu hikmettendir ki, beşerin saadeti selb olmuştur.
Amma hikmet-i Kur'aniye ise, nokta-i istinadı, kuvvete bedel "hakk"ı kabul eder. Gayede menfaate bedel, "fazilet ve rıza-yı İlahî"yi kabul eder. Hayatta düstur-u cidal yerine, "düstur-u teavün"ü esas tutar. Cemaatlerin rabıtalarında; unsuriyet, milliyet yerine "rabıta-i dinî ve sınıfî ve vatanî" kabul eder. Gayatı; hevesat-ı nefsaniyenin tecavüzatına sed çekip, ruhu maâliyata teşvik ve hissiyat-ı ulviyesini tatmin eder ve insanı kemalât-ı insaniyeye sevk edip insan eder. Hakkın şe'ni, ittifaktır. Faziletin şe'ni, tesanüddür. Düstur-u teavünün şe'ni, birbirinin imdadına yetişmektir. Dinin şe'ni, uhuvvettir, incizabdır. Nefsi gemlemekle bağlamak, ruhu kemalâta kamçılamakla serbest bırakmanın şe'ni, saadet-i dâreyndir." (Sözler, 12. Söz, Üçüncü Esas)
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü