"Esbab-ı maddiyenin elbette tesirleri, mübaşeretle ve temasla olur." Manevî âlemde nasıl oluyor? Güneş örneği veriliyor; güneş bizzat temas etmiyor, ama dolaylı yoldan temas oluyor. Dolaylı yoldan olmayan bir örnek verebilir misiniz?
Değerli Kardeşimiz;
“Cenâb-ı Hakk’ın mahlukatındaki tasarrufu, yalnız bir emir ve irade ile olur. Bizzât mübaşereti yoktur. Şemsin kâinatı tenvir ettiği gibi.”(1)
Allah temas ve mübaşeret etmeden bir şeye "ol" dedi mi derhal meydana gelir. Bir şeyi icat etmesi için onunla temas etmeye muhtaç değildir. Yerçekimi kuvveti bizi yeryüzüne bağlar, fakat dokunarak değil. Mıknatıs da çiviyi dokunmadan çeker.
Mübaşeretsiz tasarruf, dokunmaksızın iş görmek demektir. Mualecesiz iş görmek ise, herhangi bir çaba göstermeksizin sadece irade ile o işi gerçekleştirme mânasına gelir.
Mübaşerette iki tarafın da maddî olması gerekir. Taraflardan birisi maddî olmasa dokunma meydana gelmez. Meselâ, elimiz de maddidir, kitap da. Onun için kitabı tutmamız için ona dokunmamız gerekir. Ama göz nuru maddî olmadığı için, kitabı okurken gözümüzün ona temas etmesi gerekmez. Göz o kitapta bir bakıma mübaşeretsiz iş görür.
Bizim görme sıfatımız gibi, mıknatısın da çekim gücü maddî değildir. Bu çekim kuvveti çivileri onlara dokunmaksızın çeker.
Keza, güneşin cazibesi de maddî değildir, gezegenlerini dokunmadan çevirir. Güneşin maddesi yeryüzündeki eşya ile temasta değildir, ama onun maddeden bir derece uzak olan ışığı, eşya ile temas edebilmekte ve onları aydınlatmaktadır. Güneş, “tenvir” fiilini eşya ile temas etmeksizin icra ettiği gibi, cazibesiyle de bütün gezegenlerini yine dokunmaksızın çekip çevirir. Bu misallerde olduğu gibi bir kısım mahlûklar böyle temassız iş görebiliyorsa, maddeden münezzeh ve mukaddes olan Allah elbette temas etmeden iş görebilir ve fiil icra edebilir.
Burada güneş yüzde yüz temassız tasarruf ediyor değildir, sadece temassız tasarrufa yakın bir örnek olduğu için takdim ediliyor.
Mübaşeretsiz yani dokunmadan tasarrufun en güzel bir örneği de ruhumuzda kendini gösterir.
“İnsanın... ruhu bütün cesedine öyle bir münasebeti var ki, bütün âzâsını ve eczâsını birbirine yardım ettirir.” (Sözler)
Ruhumuz, organlarımızı birbirine yardım ettirirken dokunmadan iş görür. Organlarımız kesif ve maddî ise de ruhumuz lâtiftir ve nuranîdir. Biz ruhumuzdaki kuvvet sıfatıyla eşyayı kaldırırız, ama eşyaya dokunan o sıfat değil, ellerimizdir. Bir cümleyi ezberlediğimizde ondaki kelimeler hafızamızda kaydedilir, yine dokunmaksızın. Meselâ, yere düşen kalemimizi elimizle tutar ve yukarı çekeriz. Elimizin kendisini ise mübaşeretsiz kaldırırız. Yâni, ruhumuz elimizin bir yerinden tutup da onu yukarı kaldırmış değil. Onun elimizdeki tasarrufu, mübaşeretsizdir ve sanki bir emir ve irade ile gerçekleşir. Yâni, biz elimizi kaldırmayı irade ettiğimizde el hemen yukarı kalkar; sanki ona “kalk” emri verilmiş gibi. El ruhun emrindedir ve ona son derece itaatlidir, o neyi dilerse hemen yerine getirir.
Işığın camı kırmadan odamıza girmesi, röntgen ışığının etimizi delmeden kemiği göstermesi, yerçekiminin eşyayı dokunmaksızın çekmesi hep mübaşeretsizdir.
Meleklerin bizim amellerimizi yazmaları da dokunmaksızın ve temassızdır.
Demek oluyor ki, bir varlık maddeden uzaklaştığı nispette mübaşeretsiz iş görme sahasında ilerleme kaydeder.
Cenâb-ı Hakk’ın eşyayı “Ol!” emriyle vücuda getirmesinin, bir derece anlaşılmasında, bizim için en güzel örnek ruhun bedendeki bu icraatlarıdır.
“Bir şeyi irade ettiği zaman O’nun işi, sadece o şeye ol demesidir, o da hemen oluverir.” mealindeki âyet-i kerîmeyi Üstad hazretlerinin şu ifadeleri çok güzel tefsir ediyor:
“Emr-i tekvinîsi, kudret ve irâdeyi tazammun ettiğini ve bütün eşya evâmirine gayet musahhar ve münkad olduklarını ve mübâşeretsiz, muâlecesiz halk ettiği için icadındaki suhulet-i mutlakayı ifade için, sırf bir emirle işler yaptığını, Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyân ile ferman ediyor.” (Sözler)
Üstaımız bu âyetle ilgili bir bahiste; “güya emreder yapılır” ifadesini kullanır. Burada geçen “güya” kelimesi çok mühimdir. Elimizi kaldırma örneğimizde, sanki ruhumuz ele “kalk!” diye emretmiş de o da bu emri süratle yerine getirerek hemen kalkmıştır.
Üstat Hazretleri, Allah’ın bir şeyi yaratmayı dilediğinde o şeyin hemen vücut bulmasını “güya emreder yapılır” şeklinde çok ince ve hassas bir ifade ile bizlere ders vermiş oluyor.
Üstat Hazretleri On Altıncı Söz’de güneşin maddî-nuranî bir varlık olduğunu beyan eder. Güneş maddî olduğu halde, ışığının, hararetinin, kuvvetinin nuranî olması dolayısıyla yeryüzündeki sayısız denecek kadar eşyada birlikte iş görür, bütün eşyayı birlikte aydınlatır, bütün gözlere beraber ışık verir. Bütün bu icraatlarını mübaşeretsiz yapar. Maddî-nuranî bir mahlûk olan güneşe bu kabiliyetin ihsan edilmesi açıkça gösterir ki, bir ismi Nur, bütün esmâsı ve sıfatı nuranî olan Cenab-ı Hak bütün icraatlarını, mübaşeretsiz olarak, sırf bir emir ve irade ile yapar.
(1) bk. Mesnevî-i Nuriye, Zeylû'l-Hubab.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü