"Eşyada esas bekadır, adem değildir. Hattâ ademe gittiklerini zannettiğimiz kelimât, elfaz, tasavvurât gibi serîü’z-zeval olan bazı şeyler de ademe gitmiyorlar..." devamıyla izah eder misiniz?
Cts, 7-Kas-2015 - 12:24 tarihinde gönderildi
Değerli Kardeşimiz;
İ’lem Eyyühe’l-Azîz! Eşyada esas bekadır, adem değildir. Hattâ ademe gittiklerini zannettiğimiz kelimât, elfaz, tasavvurât gibi serîü’z-zeval olan bazı şeyler de ademe gitmiyorlar. Ancak sûretlerini ve vaziyetlerini değişerek zevalden masun kalıp bazı yerlerde tahassunla adem-i mutlaka gitmezler. Fen dedikleri hikmet-i cedide, bu sırra vakıf olmuş ise de, vuzuhuyla vakıf olamamıştır. Ve aynı zamanda, “Âlemde adem-i mutlak yoktur. Ancak terekküb ve inhilal vardır” diye ifrat ve hatâ etmiştir. Çünkü, âlemde Cenab-ı Hakk'ın sun'iyle terkip vardır. Allah'ın izniyle tahlil vardır. Allah'ın emriyle îcad ve îdam vardır.
يَفْعَلُ اللَّهُ مَا يَشَاءُ وَ يَحْكُمُ مَا يُرِيدُ
“Eşyada esas bekadır, adem değildir.”
Varlıkların, ademden yâni yokluktan kurtarılıp vücûda getirilmeleri gösteriyor ki, eşyada esas bekadır, devamdır. Yâni, hiçbir şey yok olsun diye yaratılmaz, zâten yok idi hiç yaratılmaz, yoklukta bırakılırdı.
Yaratıldıktan sonra varlığının devam ettirilmesi de bir nevi bekadır. Vazifesini yapıp bu dünya sayfasından silinme zamanı geldiğinde de yine yokluğa gitmez. “Ancak sûretlerini ve vaziyetlerini değişerek zevalden masun kalıp bazı yerlerde tahassunla adem-i mutlaka gitmezler.”
Başka şekillere girerek, farklı görevler üstlenerek, hâfızalarada ve levh-i mahfuzda suretlerini bırakmakla ve yaptıkları tesbihlerin âlem-i misâlde temsil edilmesiyle bir bakıma bekaya mazhar olurlar.
“Fen dedikleri hikmet-i cedide, bu sırra vakıf olmuş ise de, vuzuhuyla vakıf olamamıştır. Ve aynı zamanda, “Âlemde adem-i mutlak yoktur. Ancak terekküb ve inhilal vardır” diye ifrat ve hatâ etmiştir.”
Bazı bilim adamlarının “Var olan şey yok olmaz, yok da var olmaz.” şeklindeki ifadeleri bu sırra bir derece vakıf olduklarını göstermekle birlikte bu bilgi tam ve açık değildir. Zira, onların bir kısmının bu sözden maksatları maddeye ezeliyet vererek yaratılışı inkâr etmektir. Yâni, “madde halden hale girmekle varlıklar ortaya çıkıyor ve bir süre sonra bir başka hale dönüşmekle de ortadan kayboluyorlar. Ama o varlıkların temel taşları olan madde yok olmuyor, o maddeden bu defa başka varlıklar ortaya çıkıyor.” diyorlar. Böylece hiçbir şeyin yok olmadığı gerçeğini ifrat ile başka bir şekle dönüştürmüş oluyor ve hata ediyorlar.
Maddenin ezelî olamayacağı bu gün fenni olarak da ispat edilmiş bulunuyor. Fizikçilerin şimdi geldikleri nokta, maddenin enerjiden doğduğu ve enerjinin kesifleşmesiyle ortaya çıktığıdır. O halde bu adamların şimdi “Madde ezelidir.” sözünü “Enerji ezelidir.” şekline çevirmeleri gerekiyor. Enerji ise kendiliğinde ortaya çıkmış bir kuvvet değil, Allah’ın kudretinin bir tecellidir. Allah’ın zâtı gibi kudreti ve diğer sıfatları da ezelidir. Bu kudret tek başına müstakil bir kuvvet gibi olmayıp beraberinde hayat, ilim ve irade sıfatları da vardır. O halde, bir sıfatı hayat olan Allah, mahlukatı yaratmayı irade ettiğinde kudretiyle onları var etmektedir. Bu var etme ise yoktan değildir, yâni “yokluk” diye hayali bir şey düşünüp eşyanın ondan yapıldığını vehmetmek yanlıştır. Eşyanın yoktan yaratılması “yok iken var edilmeleri” manasınadır.
Nur Külliyatında eşyanın yokluğa gitmedikleri, daire-i kudretten daire-i ilme geçtikleri ifade edilmekle, yine eşyanın yokluktan gelmediği ilim dairesinden kudret dairesine geçtikleri de nazara verilmiş oluyor.
On Birinci Söz’de hayat için “sıfat ve şuun-i İlâhîyenin bir mikyası” denilmesinden hareket ederek bu hakikatin küçük bir misâlini kendi eserlerimizde de seyredebiliriz. Meselâ, bir cümleyi önce zihnimizde şekillendiririz. Böylece o cümle var olmuş olur. Ancak, bu cümlenin taşıdığı mananın başkalarına da bildirilmeyi istediğimizde onu yazarız yahut konuşuruz. Böylece cümlemiz ilim dairesinden kudret dairesine geçmiş olur.
O halde, yaratılan her şey yokluktan gelmeyip, Allah’ın ilminde nasıl takdir edilmişlerse irade ve kudret sıfatlarının icraatıyla o şekilde varlık âlemine geçmektedirler. Buna göre, eşya yok iken Allah’ın irade ve kudretiyle var ediliyorlar, yoksa yok olan bir şey kendi kendine var oluyor değil.
“Âlemde Cenâb-ı Hakk'ın sun'iyle terkip vardır. Allah'ın izniyle tahlil vardır. Allah'ın emriyle îcad ve îdam vardır.”
Kâinat kitabında elementler birer harf görevi yaparlar. Her şey bu harflerin belli tertiplerle bir araya getirilmesiyle yazılır, yaratılırlar. Bir kitaptaki yazıları, harflerin ezeli olduğuyla açıklamaya çalışmak boşuna bir çabadır ve aldanmaya zorlanmaktan başka bir şey değildir.
Kâinat kitabındaki bir cümleyi, meselâ insan bedenini, elementlerin yazdıklarını iddia eden kimsenin, o elementlerin “bu cümleyi ezeli ilimleriyle önceden bildiklerini, onu yazmaya karar verdiklerini ve birbirlerine yardım ederek bu cümlenin ifade ettiği manaya göre şekillendiklerini” kabul etmesi gerekir.
Biz de Necip Fazıl merhum gibi, “Durun kalabalıklar bu cadde çıkmaz sokak” diyerek tek çıkar yolu gösteriyoruz. O da Üstadımızın beyan ettiği gibi, “eşyanın daire-i ilimden daire-i kudrete geçmekle var oldukları ve yine daire-i kudretten daire-i ilme geçmekle de bu âlem sayfasından silindikleri” hakikatine inanmaktır.
Bu silinme gerçek manada bir yok olma değildir. Üstadın “Adem-i mutlak zâten yoktur, çünkü bir ilm-i muhit var” sözü yok olmanın da mutlak değil, kayıtlı ve surî olduğunu ortaya koyuyor. Yine yazı örneğimize dönelim: Yazılan bir cümle silindiğinde mutlak manada yok olmuyor, ancak sayfadaki varlığı ortadan kaldırılmış oluyor. Katibin ilmindeki varlığı ise devam ediyor.
Önemine binaen maddenin ezeliyeti konusunda Nur Külliyatında geçen çok önemli bir tespit üzerinde de biraz duralım: Ben konuyu mana olarak ifade etmeye çalışacağım. Üstat hazretleri eşyanın hadis ve fâni olmasını yâni sonradan meydana gelip bir süre sonra ortadan kaybolmasının Allah’ın sıfatlarını ezeliyetine delil oluğunu beyan ediyor. Güneşe karşı cereyan eden bir nehrin üzerinde teşekkül eden kabarcıkların güneşin varlığını göterdiğini, sönüp gittiklerinden arkalarından gelen kabarcıkların da öncekiler gibi parlamalarının ise güneşin bekasına delil olduğunu nazara veriyor.
Allah’ın zâtı ezelî olduğu gibi sıfatları da ezelidir. Mahlukatın ise hem kendileri hem de sıfatları sonradan yaratılmışlardır, her ikisi de hadistirler.
“Madde dedikleri şey, suret-i mütegayyire, hem harekât-ı mütehavvile-i hadiseden tecerrüd etmediğinden hudüsu muhakkaktır.” Mesnevî-i Nuriye
Bilindiği gibi, bir şey hadis ise yâni sonradan meydana gelmişse onun sıfatları, özellikleri de hadistir, sonradan verilmişlerdir. Bir şeyin sıfatının hadis, kendisinin ezeli olması düşünülemez.
Bu kaideye göre, maddenin değişme göstermesi, bu değişme ile yeni sıfatlar kazanması, bu sıfatların da bir süre sonra ortadan kaybolmaları gösteriyor ki, madde ezeli değildir. Şu ayet-i kerîme bu mananın da en güzel beyanıdır:
“Ölüden diriyi çıkarır. Diriden de ölüyü çıkarandır. İşte budur Allah! Peki (O’ndan) nasıl çevriliyorsunuz?” En’am Sûresi, 95
Ölü maddelerin hayata kavuşmaları yeni bir sıfata bürünmeleri demektir. Bu sıfat hadis da hadistir (sonradan olan) o maddeler de. O canlının daha sonra ölümü tatmakla ortadan kaybolması da gösteriyor ki, o canlının kendisi gibi onu meydana getiren madde de fânidir. Hadis ve fani olan ise ezeli olamaz.
Ölü yumurtadan canlı civcivin çıkması, ondan da ölü yumurtanın çıkması gibi, ölü kâinattan insanın yaratılması, insanın da ölüğünde bedeninin yine elementlere dönüşmesi bunun sadece iki misâlidir. Böyle sonsuz denecek kadar çok misâl ispat ediyorlar ki, varlıklar hadis ve fâni oldukları gibi onları meydana getiren maddeler de hadis ve fânidirler. Her şey Allah’ın ezeli kudretiyle yaratılmakta ve ölümleriyle de yine O’nun ilminde varlıklarını devam ettirmektedirler.
“Var olan yok olmaz, yok olan var olmaz.” sözünü materyalizm namına söyleyenlerin aldandıkları çok önemli bir nokta da yaratılışı sadece madde eksenli olarak düşünmeleridir. Gördüğümüz eşyanın yaratılmaları maddenin terkibiyle, terbiye görerek halden hale geçmesiyle gerçekleşiyor. Bu tarz yaratmaya inşa deniliyor. Kâinat altı devrede inşa edilerek bu hali aldığı gibi çekirdekler, yumurtalar, nutfeler âlemi de yine inşa yoluyla ağaç oluyor, kuş oluyor, insan oluyorlar. Ancak, yaratmanın bir diğer şıkkı daha var: İbda
İbdada eşya zamansız ve maddesiz olarak yaratılırlar. Belli bir sürenin geçmesi söz konusu değildir. Bu iki tarz yaratılışın da en açık örneği insanın yaratılışında kendini gösterir. Beden dokuz ayda dünyaya gelirken, daha sonra da büyümesini ve gelişmesini sürdürürken, ruh bir anda yaratılır. İnsan ana rahminde, yaklaşık, dört aylık bir sürede bir nevi bitki hayatı sürer gibi, sadece beden hanesinin inşası gerçekleşirken, o bedene ruh ilka edilmesiyle bir anda insan hayatına geçilir.
Meleklerin yaratılmaları da ibda iledir. Okunan mübarek bir kelamdan bir anda melek yaratılması, suyun ve toprağın çiçek olmasına hiç benzemez. Bu ikincisinde zaman söz konusudur, kademeli bir yaratma gerçekleşirken, birincisinde yaratma bir anda tahakkuk eder.
Konunun bir başka önemli noktasına da Nur Külliyatında yer verilir ve inşa ile yaratılan mahlukatın da birçok özelliklerinin yine yoktan yaratıldığına dikkat çekilir.
Meselâ, insanın bedeni inşa ile yaratılmakla birlikte, simasının şekli, parmak izi gibi çok özellikleri yoktan yaratılmıştır.
“Bir baharda, üç yüz bin envâ-ı zîhayat mahlûkatın şekillerini, sıfatlarını, belki zerratlarından başka bütün keyfiyat ve ahvallerini hiçten icad eden bir kudrete karşı "Yoğu var edemez" diyen adam, yok olmalı!” Lem’alar
يَفْعَلُ اللَّهُ مَا يَشَاءُ وَ يَحْكُمُ مَا يُرِيدُ
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editör
Yorumlar