"Evet, hırs, zihayat âleminde en geniş bir daireden tut, ta en cüz’î bir ferde kadar su-i tesirini gösterir. Tevekkülvari taleb-i rızık ise, bilakis medar-ı rahattır ve her yerde hüsn-ü tesirini gösterir." İzah eder misiniz?

Cevap

Değerli Kardeşimiz;

Hırs; sebepler zincirini atlayarak, neticeye kısa yoldan ulaşma gayretidir. Tarlayı ekmeden, sulamadan mahsulatı arzulamak gibi bir histir.

Hırs; mal, mülk, evlat ve makam gibi şeyleri şiddetle istemek; onlara müfridane temayül içinde olmaktır.

Hırs; sonu gelmeyen arzu ve açlıktır.

Hırs; insanın istikametten uzaklaşıp gayrimeşru yollara sapmasına sebep olan en kötü hasletlerden biridir.

Hırs; aileleri perişan eder, yuvaları yıkar ve şirketleri batırır. Hiç şüphesiz ki, günümüzdeki birçok sıkıntıların, huzursuzlukların ve iflas hadiselerinin arkasında yatan en mühim sebeplerden biri hırstır.

Hırs, kişinin faiz, israf ve kumar gibi günahlara girmesine sebep olur.

Hırs, insanın kalbini yakan hased ve adavete götürür.

Hırs, kalpleri karartır, kaderi tenkid ettirir, duyguları dumura uğratır.

Hırs kişiyi felakete sürükler, hayatı zindan ettirir. Derler ya; “Hırs atına binen, gözünü cehennemde açar.”

Hırs insanı doyumsuz ve şükürsüz yapar. Hırslı olan kişi elindekini kâfi görmez, gözünü hep yukarılara diker.

İnsanın fıtraten hırslı yaratıldığı bir ayette mealen şöyle ifade edilmektedir:

“Gerçekten insan, pek hırslı yaratılmıştır.” (Mearic, 70/19)

Resul-i Ekrem Efendimiz (asm) de hırsın ne kadar zararlı olduğunu şöyle ifade etmektedir.

“Bir koyun sürüsünün üzerine salıverilen iki aç kurdun o sürüye verdiği zarar, kişinin mal ve şeref hırsının dine olan zararından daha ağır değildir.” (Tirmizî, Zühd, 30)

“Âdemoğlu yaşlanır, fakat ondaki iki şey gençleşir: Mal üzerine hırs ve ömür üzerine hırs.” (İbn Mâce, Zühd, 27)

“Âdemoğlunun iki vadi dolusu malı olsa, bir üçüncüsünü ister. Onun gönlünü (gözünü) topraktan başka bir şey doldurmaz...” (Buhârî Muhtasarı Tecridi Sarih Tercemesi, h.no: 2025; Tirmizi, Zühd, 19; İbni Mâce, Zühd, 27).

Bir insan, kendi hakkında neyin hayırlı, neyin şer olduğunu bilemez. Hz. Musa’nın hem akrabası hem de eniştesi olan ve ısrarla zenginlik isteyen Karun’un elim akıbeti hepimiz için ibretli bir ders olmalıdır.

Yine zengin olmak için Resul-i Ekrem Efendimiz (asm)'den ısrarla dua isteyen, büyük bir servete sahip olduktan sonra da gözünü mal hırsı bürüyüp zekâtını dahi vermeyen Salebe’nin düştüğü acı durum da alınması gereken büyük bir ders-i ibrettir.

Evet, dünya bir imtihan yeri olduğu için Cenab-ı Hak (c.c) kullarından bazılarını zenginlikle, bazılarını da fakirlikle imtihan eder. Elindeki nimetleri kifayetli görmeyen kimseler hırs gösterir ve şükretmezler.

Üstad Hazretleri bu hakikati şöyle ifade eder:

"Şükrün mikyası; kanaattir ve iktisattır ve rızadır ve memnuniyettir. Şükürsüzlüğün mizanı; hırstır ve israftır, hürmetsizliktir, haram helal demeyip rast geleni yemektir. Evet, hırs şükürsüzlük olduğu gibi, hem sebeb-i mahrumiyettir, hem vasıta-i zillettir." (Mektubat, Yirmi Sekizinci Mektup, Beşinci Risale olan Beşinci Mesele)

Yüce Allah’ın ihsan ettiği bütün hasletler yerinde kullanılırsa insanı dünya ve ahiret saadetine nail eder. Diğer duygular gibi, hırs da fani, geçici ve kararsız dünya hayatı için değil; ebedî bir hayatı kazanmak için verilmiştir.

"İnsanın fıtratındaki şiddetli merak ve hararetli muhabbet ve dehşetli hırs ve inatlı taleb ve hakeza şedid hissiyatlar, umûr-u uhreviyeyi kazanmak için verilmiştir. O hissiyatı, şiddetli bir surette fâni umûr-u dünyeviyeye tevcih etmek, fâni ve kırılacak şişelere, baki elmas fiyatlarını vermek demektir." (bk. age., Dokuzuncu Mektup)

Hırslı insanlar asla ve kat’a muvaffakiyet elde edemez, maksuduna erişemez ve çoğu şeyden mahrum kalırlar. Zira neticeyi almak için, neticeye takılmış sebepleri birer birer aşmak gerekiyor. Bunlardan birisini atlasa, netice hasıl olmuyor. Bu da neticeden mahrum kalmasına sebep oluyor. Netice hasıl olmayınca da, içtimaî hayatta keşmekeşlik ve fitne çıkar. İnsan kısa yoldan zengin olma hevesi ile haram yollara girse, ticaret erbabı olanlar faize bulaşsa, ihtikârlık yapsa sonu felaket olur ve iflas eder. istihsal ve ticaret bitince, zulüm ve sömürü düzeni başlar ki, bunun zararları zahirdir. Misalleri çoğaltmak mümkündür.

"Mesela, tertib-i mukaddematta tefviz, tembelliktir. Terettüb-ü neticede tevekküldür. Semere-i sayine, kısmetine rıza kanaattir; meyl-i sayi kuvvetlendirir. Mevcuda iktifa, dûnhimmetliktir." (Sünuhat, Unsuriyetin Hikmeti.)

“Tertib-i mukaddematta tefviz, tembelliktir.” Tefviz; bir şeye ulaşmakta vasıta olan sebeplerin terk edilip Allah’a havale edilmesine denilir ki, bu da tembellikten başka bir şey değildir. Mesela, buğday elde etmek için Allah sebepleri tertip ile sıraya koymuştur. Tohum ekmeden buğday elde etmek mümkün değildir. Kişinin tarlasını sürmesi, tohum ekmesi, sulaması hasılı üzerine düşeni yapıp neticeyi Allah’tan beklemesi tevekkülün esasıdır. Bu tertiplerden biri atlansa ya da kişinin yapması gereken işleri Allah’a havale edilip, “Ben tevekkül ehliyim.” dense, buğday elde edemediği gibi, tembellik damgasını da yer. Zira Allah insanlara bir meşgale olsun diye araya sebepleri koymuş ve sünnetullah kanunlarına uyulmasını mecbur kılmıştır.

Bir mümin, bütün sebepleri hakkıyla yerine getirdikten ve üzerine düşeni yaptıktan sonra dua eder ve neticeyi Allah’tan bekler. Tarlasını sürüp tohum ekmeyen bir çiftçinin, dükkânını erkenden açmayan bir esnafın, doktorun tavsiyesine uymayan bir hastanın, dersine çalışmayan bir öğrencinin, namazını kılmayan ve ibadetlerini terk eden bir Müslüman’ın sadece dua etmesi ve “tevekkül ediyorum” demesi kâfi değildir. Önce fiilî dua, sonra da kavlî dua yapılmalıdır.

Terettüb-ü neticede tevekkülün manası ise, insan kendine düşen kısmını tamamıyla yaptıktan sonra, yani yukarıda denildiği gibi buğdayı almak için gerekli tüm sebepleri yerine getirdikten sonra, artık neticeyi Allah’tan beklemek gerekir. İşte buna tevekkül denir. Neticeyi Allah’a havale etmek gerekir. Zira insanın bu hususta yapacak bir şeyi yoktur. Bulutları toplamak, yağmuru yağdırmak, buğdayın kızarıp olgunlaşması için Güneş'i istihdam etmek Cenab-ı Hakk’ın işidir. Bunlar insanın elinin ulaşacağı işler olmadığı için tevekkül ve duadan başka yapacağı bir şey yoktur. Onun için sebeplerde değil, neticede tevekkül etmek gerekiyor. Sebepleri yerine getirmek gayret, neticeyi Allah’a havale etmek ise tevekküldür. İkisi de güzel ahlaktan sayılmışlardır.

Netice olarak, hırs nasıl kötü bir haslet ve sonu felaket ise, tevekkül ve kanaat de tam tersi olarak, bir rahmettir ve insicamdır.

Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü

Kategorileri:
Okunma sayısı : 7.044
Sayfayı Word veya Pdf indir
Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yükleniyor...