"Evet, izzet ve azamet isterler ki, esbab, perdedar-ı dest-i kudret ola aklın nazarında. Tevhid ve ehadiyet isterler ki, esbab ellerini çeksinler, tesir-i hakikiden." Açıklar mısınız, insan müessir değilse neden mes'ul oluyor?

Cevap

Değerli Kardeşimiz;

Mes’ul olmak ile müessir olmak arasında çok fark var. Hiç bir varlığın ve sebebin tesiri yoktur; her şeyi halk ve idare eden Allah'tır. İnsan hayrı da şerri de kendi cüz’î iradesi ile tercih eder. İmtihan icabı olarak Allah, kullarını tercihlerinde serbest bırakmıştır. İşte insanın mes’uliyeti bu noktada başlar. Yani tercihi yapan, isteyen insan olduğu için mesuliyet de insana aittir.

Kader; ızdırarî ve ihtiyarî olmak üzere iki kısma ayrılır.

"Izdırarî kader"de bizim hiçbir tesirimiz yok. O, tamamen irademiz dışında yazılmış. Dünyaya geleceğimiz yer, annemiz, babamız, şeklimiz, kabiliyetlerimiz ızdırarî kaderimizin konusudur. Bunlara kendimiz karar vermiş değiliz. Bu nevi kaderimizden dolayı mesuliyetimiz de yoktur.

Kalbimizin çalışması, saçlarımızın uzaması, kanımızın temizlenmesi, hücrelerimizin çoğalıp ölmesi gibi sayısız işler bizim irademiz dışında Allah’ın lütfu ve tasarrufu ile devam etmektedir.

İkinci kısım kader ise, irademize bağlıdır. Bu küçük dairenin idare ve tercihleri tamamen insana aittir. Bu sebeple insan bu dairede olan biten her şeyden mes’uldur. Bu dairenin faaliyet alanları ise iman-küfür, iyi-kötü, hayır-şer, günah-sevab gibi şeyler arasında seçim ve tercih yapmaktır. Ehl-i Sünnet inancında insan kaderin önünde mahkûm değildir. İnsan kendine verilen cüz’î iradesi ile seçim yapabilir. Öyle ise tercihinin neticesinden de mes’uldür.

İnsan iradesine konu olan fiillerin ve amellerin iki boyutu, iki yüzü vardır. Birisi, fiilin yaratılması ki bu tamamen Allah’a aittir. Allah’tan başka yaratıcı yoktur. Diğeri ise, fiilin tercih edilmesinde irade ve seçme işidir ki, bu kısım da tamamen insana aittir. O zaman yaratmak Allah’ın, mes’uliyet ise insanın olur. Bu hayırda da şerde de aynıdır.

Ehl-i sünnet, "Kul kendi fiil ve amelini yaratmaya muktedir değildir. İnsan iradesi ile ister, Allah da bu istek istikametinde o şeyi yaratır" der. Yani bir fiilin aslını Allah yaratır, vasfını ise insan seçer. Dolayısı ile yaratan değil, seçen mes’uldür. Bu ince mânayı Üstad Hazretleri şöyle bir temsil ile akla yaklaştırır:

"İrade-i cüz'îye-i insaniye ve cüz-ü ihtiyariyesi, çendan zayıftır, bir emr-i itibarîdir. Fakat Cenâb-ı Hak ve Hakîm-i Mutlak, o zayıf, cüz'î iradeyi, irade-i külliyesinin taallûkuna bir şart-ı âdi yapmıştır. Yani, mânen der: 'Ey abdim, ihtiyarınla hangi yolu istersen, seni o yolda götürürüm. Öyleyse mes'uliyet sana aittir.' Teşbihte hata olmasın, sen bir iktidarsız çocuğu omuzuna alsan, onu muhayyer bırakıp 'Nereyi istersen seni oraya götüreceğim.' desen; o çocuk yüksek bir dağı istedi, götürdün. Çocuk üşüdü yahut düştü. Elbette 'Sen istedin.' diyerek itab edip, üstünde bir tokat vuracaksın. İşte, Cenâb-ı Hak, Ahkemü'l-Hâkimîn, nihayet zaafta olan abdin iradesini bir şart-ı âdi yapıp, irade-i külliyesi ona nazar eder."(1)

(1) bk. Sözler, Yirmi Altıncı Söz.

Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü

Kategorileri:
Okunma sayısı : 12.279
Sayfayı Word veya Pdf indir
Bu içeriği faydalı buldunuz mu?

BENZER SORULAR

Yükleniyor...