"Evet, nev-i beşerin her taifesi birer nevi ibadetle fıtrî gibi meşgul olması; ve sâir zîhayatın, belki cemâdâtın dahi fıtrî hizmetleri birer nevi ibadet hükmünde bulunması..." Devamıyla izah eder misiniz?
Değerli Kardeşimiz;
"Evet, nev-i beşerin her taifesi birer nevi ibadetle fıtrî gibi meşgul olması ve sâir zîhayatın, belki cemâdâtın dahi fıtrî hizmetleri birer nevi ibadet hükmünde bulunması ve kâinatta maddî ve mânevî bütün nimetlerin ve ihsanların her biri, bir mâbudiyet tarafından, hamd ve ibadeti yaptıran perestişe ve şükre birer vesile olmaları ve vahiy ve ilhamlar gibi bütün tereşşuhat-ı gaybiye ve tezahürat-ı mâneviyenin bir tek İlâhın mâbudiyetini ilân etmeleri, elbette ve bedahetle bir ulûhiyet-i mutlakanın tahakkukunu ve hükümferma olduğunu ispat ederler."(1)
Kâinattaki bütün mahlûkatın ve eşyanın her halleri ve tavırları Allah’ın varlığına, birliğine ve ulûhiyet sıfatlarına şahitlik edip ispat ediyor. Eşyanın şuurlu veya şuursuz olması fark etmez.
Bütün insanlığın taife ve tabakaları olan her kavim ve milletin bir şeye inanma ihtiyacı duyması fıtrî bir durumdur. İnanma hissi insanın fıtratında ve vicdanında dercedilmiştir. Bunun içindir ki, bazı kimseler bu fıtrî hissi teslis inancı gibi batıl inanışlara saparak bulmaya çalışmışlar; bir kısmı insana ulûhiyet isnad etmiş, kimisi de kendileri gibi mahlûk olan güneşe, ateşe, nehire, yıldızlara ve sığıra taparak dalalete sapmışlardır.
Allah’ın kâinatı ve içindeki mahlûkatı yaratmasındaki en büyük maksat; kendi sonsuz kemalatını, isim ve sıfatlarını izhar ve ilan etmektir. İnsanlar, nisyana ve gaflete uygun bir mahiyettedirler. Bu yüzden Allah, kendi ulûhiyetini, azamet ve kibriyasını izhar ve ilan etmek için binlerce peygamber, milyonlarca evliya, nice âlim, mürşid ve müceddid göndermiştir.
İnsanların İlahî maksadın zıddı olan şirke girmesi, yani teveccühlerini başka şeylere göstermeleri, ulûhiyete, yaratılış gayelerine zıt hareket etmek demektir. Bu yüzden Allah, insanlara şiddetli bir şekilde ikaz ve ihtarda bulunuyor.
Ekser insanların batıl yola sapması ve yanlış inanışlar içinde olması, bu fıtrî şahitliği zedeleyip bozmuyor. Zira burada insanların fıtrî bir şekilde Ulûhiyet sıfatlarına işaret etmeleri sabittir, ama insanlar bunu yanlış yerlerde arıyorlar. Bu sadece kişinin dalalet ve inhirafını ortaya koyar, yoksa fıtrî şahitliğe zarar vermez.
Nitekim eşyanın bu fıtrî şahitliğini okumak isteyen kişi için, eşyanın şuurlu veya şuursuz olmasının hiçbir ehemmiyeti yoktur.
Mesela Ebu Cehil'in simasında tevhidin mührünü görmek mümkündür, kendisinin küfür ve şirk içinde olması onun bu fıtrî şahitliğine mani değildir. Bu noktada, yani Ulûhiyet ve tevhidi izhar ve ilan etme noktasında, kâinatta en azametli ve en haşmetli delil, insanın fıtrat levhasıdır. Bu sırası ile diğer eşyada da devam edip gider.
Hulasa; okumak isteyen için kâinat ve içindeki her varlık ve her mevcut tevhid ve ulûhiyetin şahitleri, levhaları ve aynalarıdır.
(1) bk. Şualar, Yedinci Şua, Birinci hakikat.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü