"Evet, onlar mesleklerinin içyüzünü görememişler. Hem, hakikat-i meslekleri ve mesleklerinin lâzımı ve muktezası odur ki,.." Tabiiyyunun münkir kısmının mesleklerini özetler misiniz, nasıl oluyor da aşikâre bir hurafeyi görmüyorlar?
Değerli Kardeşimiz;
Üstad Hazretleri bu gibi batıl fikirlerin kaynağını ve çıkış sebeplerini şu şekilde izah ediyor:
"Ezeliyet-i madde ve hareket-i zerrattan teşekkül-ü envâ gibi umur-u bâtılaya ihtimal vermek, sırf başka şeyle nefsini ikna etmek sadedinde olduğu için, o umurun esas-ı fasidesini tebeî nazarıyla adem-i derkinden neş'et eder. Evet, nefsini ikna etmek suretinde müteveccih olursa, muhaliyet ve adem-i mâkuliyetine hükmedecektir. Faraza kabul etse de tegafül-ü ani's-Sâni sebebiyle hâsıl olan ıztırarla kabul edebilir."(1)
"Mükerrem olan insan, insaniyetin cevheri itibarıyla daima hakkı satın almak istiyor ve daima hakikati arıyor ve daima maksadı saadettir. Fakat bâtıl ve dalâl ise, hakkı arıyorken haberi olmadan eline düşer. Hakikatin madenini kazarken, ihtiyarsız, bâtıl onun başına düşer. Veyahut hakikati bulmaktan muztar veya tahsil-i haktan haib oldukça, asıl fıtratı ve vicdanı ve fikri, muhal ve gayr-ı mâkul bildiği bir emri, nazar-ı sathî ve tebeiyle kabulüne mecbur oluyor."(2)
Küfür ve inkâr insanın üzerinde düşünüp, bütün yönlerini inceleyerek kabul kabul ettiği bir şey değildir. Yani kâfirin fikir ve aklı, küfür üstünde hareket etmiyor; bir cihetle müşteri nazarı ile bakıp incelemiyor. Küfür, kâfirin sadece kendini aldatmasıdır.
Küfür ve inkâr ya inattan ya önyargıdan ya cehaletten ya dikkatsizlikten ya taassuptan ya da ihatasızlıkten ileri geliyor. İçki müptelası ve bağımlısı olan bir adam, içkinin zararlı ve çok kötü olduğunu bildiği halde o illetten kurtulamıyor. Aynı şekilde kâfir de küfrün çok çirkin ve batıl olduğunu bildiği halde, bazı alışkanlıkları yüzünden küfrü terk edemiyor ya da etmek istemiyor.
Mesela, Mekke müşriklerinin birçoğu put tüccarı idi. Birçoğunun, şirki tevhide tercih etmesinde bu put ticaretinin içindeki menhus lezzet tesirli idi. Birçok müşrik, küfrünü aklı ve muhakemesi ile değil, menfaatlerinden ve inatlarından dolayı terk edemiyordu.
İman ise akıl ve fikrin neticesinde hâsıl olan bir haldir. Yani mümin imanın her cihetini ölçüp biçiyor, hakikatlerinin güzelliğini, makuliyetini, Allah’ın varlığına ve birliğine işaret eden sayısız delilleri görüp okuyor ve ondan sonra iman ediyor.
İman getirmek fikrin hareket etmesi ve muhakemenin tahkiki ile olan bir şeydir. İnsan düşünmeden ve ona işaret eden delilleri görmeden Allah’a iman edemez. Şöyle bir fark olabilir; avam insan Allah’ın varlığına işaret eden delillerin hepsini belki göremez, ama kendince basit ve herkes tarafından anlaşılabilecek delilleri görebilir; fikrini ve imanını bu delile yaslayabilir. Bu herkese müyesser olabilecek bir halettir.
'Bir zaman bir ihtiyar adam Ramazan hilâlini görmek için semaya bakmış. Gözüne bir beyaz kıl inmiş. O kılı Ay zannetmiş. Ay'ı gördüm demiş. İşte muhaldir ki; hilâl, o beyaz kıl olsun. Fakat kasden ve bizzât Ay'a baktığı ve saçı tebaî ve dolayısıyla ve ikinci derecede göründüğü için o muhali mümkün telakki etmiş''(3)
İnsanın nazarı en fazla bir işle meşgul olabilir. Aynı anda başka bir iş ile meşgul olsa, ya karıştırır ya da ikinci işi idrak edemez. İnsan ikinci işe değil, birinci işe odaklandığı için ikinci iş tebei oluyor. Yani ikinci planda kalıp dikkat olunamıyor. Bu yüzden ikinci işte çok büyük hatalar olabilir.
Ramazan hilaline dikkat kesilmiş bir zât, hilale benzeyen kılı hilal zannedip "hilali gördüm" diye yemin etmiş. Hâlbuki gördüğü, kaşından eğilmiş ve hilali andıran bir kıldır. Demek insan bazen tebeî bir bakışla koca hilali saç teli ile karıştırabiliyor, batılı hak zannediyor. Kılın hilal olma ihtimali imkânsız iken, dikkat eksikliğinden dolayı bu imkânsız mümkün gibi görünüyor.
İnsanın nazarı teakubi olduğu için, yani bir işi bitirmeden diğer bir işe intikal edemediği için, ikinci işler birinci işe nazaran daima itinasız ve kalitesiz oluyor. Bu mana her hususta böyledir.
Allah, insanı hakkı ve doğruyu bulacak bir fıtratta yaratıp, ona göre cihazlar ile teçhiz etmiştir. İnsan fıtratının mükerrem olması da bu mânaya bakıyor. İnsan, fıtratının icabı olarak hakkı ve doğruyu ararken, bazen batıl önüne çıkıyor. Zira bu dünyada, imtihanın muktezası olarak hayır ile şer, hak ile batıl, doğru ile yanlış, güzel ile çirkin beraber hatta bazen yan yana ve iç içe bulunabiliyor. İnsan da dikkatini hakka teksif ettiği için, batıl dikkatten kaçıp onun fikir ve gönül âlemine sızabiliyor. Fikir ve gönül âlemine giren şeyleri hak zannedip sıkı sıkıya sarılıyor. Şayet onlara tarafsız ve dikkatli bir nazarla fikren baksa onun hak değil, batıl olduğunu görecek.
Dipnotlar:
(1) bk. Muhakemat, Üçüncü Makale, Birinci Maksat.
(2) bk. a.g.e.
(3) bk. Mektubat, Yirmi Altıncı Mektup.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü
Yorumlar
"Fakat bâtıl ve dalâl ise, hakkı arıyorken haberi olmadan eline düşer. Hakikatin madenini kazarken, ihtiyarsız, bâtıl onun başına düşer. Veyahut hakikati bulmaktan muztar veya tahsil-i haktan haib oldukça, asıl fıtratı ve vicdanı ve fikri, muhal ve gayr-ı mâkul bildiği bir emri, nazar-ı sathî ve tebeiyle kabulüne mecbur oluyor."
Hakikatin madenini kazan insana batıl ihtiyarsız geliyorsa, o zaman insanın batıl düşüncelerden sorumlu olmaması gerekir. Haşa o zaman Cehennemden dahi sorumlu olmaması gerekir?