"Evvelen âsâra bakıp gaibane muamele-i ubudiyetle tefekkür vazifesini ifa ederek, Sâni-i Hakîmin muamelesine ve ef’aline bakmak derecesine” çıkmayı nasıl anlamalıyız? Bunun hâzırane bir muamele sûretine intikali nasıl oluyor?
Değerli Kardeşimiz;
Bu âlem en mükemmel bir şekilde terbiye edildikten sonra, kendi haline bırakılmış değil. Onda kemale erme ve zevale meyletmeler, hastalanma ve şifa bulmalar, gülmeler ve ağlamalar, açmalar ve solmalar ve böyle daha nice işler ve haller sürekli olarak icra ediliyor ve sergileniyor. Fiil failsiz olmayacağından, bütün bu birbirinden farklı ve sürekli işler, perde-i gayb arkasında her şeyin her işini gören, bütün sesleri birden işiten, bütün ihtiyaçlara birlikte cevap veren, her şeyde bizzat tasarrufta bulunan Cenâb-ı Hakk'ın fiillerine ve muamelelerine dikkat çekerler.
İşte, bu tabloyu iyi değerlendiren bir mü’min, her neye ve hangi hâdiseye baksa, onun arkasında bir İlahi muameleyi ve fiili görür. Bu hâl insana bir nevi huzur verir. Çünkü İlahi fiillerin icraatları süreklidir ve bunların hiçbiri şuursuz sebeplerin, kör tesadüfün, sağır tabiatın işleri değillerdir.
İşte Rabbini bu şuur ile daima hatırlayan insan, bütün ihtiyaçlarını ancak O’nun gördüğünü, bütün hayırların ancak O’nun elinde olduğunu, kendisini düşmanlarının şerrinden ancak O’nun emin edebileceğini düşünerek “İyyake na’büdü ve iyyake nestain” (Ancak sana ibadet eder ve yalnız senden yardım dileriz.) der.
Böyle söylemek, hâzırane bir muameledir. Yani, Allah’tan gıyaben bahsetmek yerine, doğrudan O’na hitap etmektedir. Meselâ, “Allah ne kadar Rahîm ve Kerîm'dir.” deme noktasını aşıp, doğrudan O’na hitap ederek “Sen ne kadar Rahîm ve Kerîmsin.” deme makamına ermektir.
Bu hâl namaza mahsus değildir. Bir mü’min, namazda Fatiha sûresini okurken “iyyake na’büdü...”ye kadar gâibane, ondan itibaren hâzırına muameleye geçtiği gibi, günlük işlerinde ve tefekkürlerinde de hâdiseleri önce gâibane düşünüp, değerlendirir, sonra doğrudan Allah’ın hikmetine ve kudretine iltica ederek her şeyi O’ndan bilir, O’ndan bekler ve yine yalnız O’ndan korkar. Meselâ, hayırlı bir işe başlarken “bismillah” (Allah’ın ismiyle) der, bu gâibanedir. Hemen akabinde “Yarabbi, sen mahcup etme, lütfunla muvaffak et!” diyerek Allah’a sığınmakla hâzırane bir muameleye girer.
Üstad Hazretleri bu tarz konuşma hakkında şunları kaydeder:
“İnsan, bir adamın fenalığından, ayıplarından bahsederken hiddeti, gazabı o kadar galebe eder ki; hayalen, hayalî bir ihzar ile hitab suretiyle kendisine tevcih-i kelâm etmeye başlar veya iyiliklerinden bahsederken şevki ve aşkı galeyana gelir, hemen hayalinin karşısına getirir, kendisine hitab ile konuşmaya başlar. Bu iltifat ile tesmiye edilen bir kaidedir. Bu kaidenin lisan-ı Arab'da büyük bir mevkii vardır.”(1)
Meselâ, birisinin zalimliğini anlatan kimse heyecanından ve nefretinden öyle bir noktaya gelir ki, sonunda “Ey zalim! Bu canlara nasıl kıydın!?.” diyerek, doğrudan ona hitap etmeye başlar.
Veya bir kimse Sinan’ın şaheserlerini hayranlıkla seyrederken, sonunda öyle bir noktaya gelir ki, “Koca Sinan! Bir ömre bu kadar eseri nasıl sığdırdın!?.” diyerek, ona olan hayranlığını hâzırane olarak dile getirir.
(1) bk. İşarat’ül-İ’caz, Bakara Suresi 28. Ayet Tefsiri.Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü