Fahreddinü´r-Râzî´nin tefsirinin Üstad'ın Risale-i Nur tefsirine çok benzediği, esma-i hüsnanın tefsiri metodunu içerdiğini okumuştum bir makalede. Bu konuda bilgi verir misiniz?
Değerli Kardeşimiz;
Fahreddinü´r-Râzî kelâm, felsefe ve tefsir alanlarında tanınmış meşhûr bir İslâm âlimidir. 1149 yılında Selçuklu Devleti’nin başşehri olan Rey’de doğdu. Devrin meşhur âlimlerinden kelâm ve felsefe tahsil etti. Üstün zekâsı, güçlü hafızası ve etkili hitabetiyle tanınan ve XII. yüzyılın en büyük düşünürlerinden biri olarak kabul edilen Fahreddin er-Râzî; kelâm, fıkıh, tefsir, Arap dili, felsefe, mantık, astronomi, tıp, matematik gibi çağının hemen bütün ilimlerini öğrenip bu alanlarda eser vermiş çok yönlü bir âlimdir. Bundan dolayı “Allâme” ünvanıyla da anılmıştır.
Hitâbeti sayesinde yaptığı münazaralarda başarı gösterdi ve ehl-i bidate mensup pek çok kişinin Ehl-i Sünnete intisap etmesini sağladı. Akaidde (imânî konularda) Eşarî, fıkıhta Şâfiî mezhebine bağlı kalmıştır. Dinî ilimler içinde Râzî’nin daha çok temayüz ettiği alanlar tefsir ve kelâm ilimleridir.
Tefsirde dirâyet metodunu başarıyla uygulamış ve kendisinden sonra gelen hemen bütün müfessirlere kaynak olmuştur. Kur’ân’ı tefsir ederken, döneminde mevcut bütün ilimlerden faydalanıp, ilmî tefsir hareketine öncülük yapmıştır. En çok kelâm sahasında eser veren Râzî, hayatının son dönemlerinde kelâm ve felsefenin insanı kesin bir tatmine ulaştıramayacağı kanaatine vardığını söylemiş ve herkesi Kur’ân’ın yöntemlerine dönmeye davet etmiştir.
1210 yılında Herat’ta vefat eden Fahreddîn er-Râzî, arkasında binlerce talebe ve iki yüze yakın eser bırakmıştır.
Eserlerinden bazıları şunlardır: Mefâtîhü’l- Gayb: Tefsîr-i Kebîr diye de şöhret bulan bu eser, Râzî’nin tefsire dair en önemli eseri olup otuz iki cilt hâlinde yayınlanmıştır. El-Mufassal, el-Mebâhisü’l-Meşrikiyye, el-Metâlibü’l-Âliye, el-Mahsûl, Câmiü’l-Ulûm.
Fahreddin Razi (ra) kelam ve medreseyi temsil eden önemli bir isimdir. Tefsiri dirayet ve kelam ağırlıklı olup, kalpten ziyade aklı esas almıştır. Bu sebeple tekkenin ünlü ismi İbn-i Arabi tarafından tenkit edilmiştir.
Risale-i Nur'da bu tenkit şu şekilde aktarılmaktadır:
"İKİNCİ MESELE"
"Eski hocanın sual ettiği üç meselenin izahatı, Risale-i Nur’un eczalarında vardır. Şimdilik icmâlî bir işaret edeceğiz."
"Birinci suali: Muhyiddin-i Arabî, Fahreddin Râzî’ye mektubunda demiş: “Allah’ı bilmek, varlığını bilmenin gayrıdır.” Bu ne demektir? Maksat nedir de soruyor?"
"Evvelâ: Ona okuduğun Yirmi İkinci Sözün Mukaddimesinde tevhid-i hakikî ile tevhid-i zâhirînin farkındaki misal ve temsil, maksada işaret eder. Otuz İkinci Sözün İkinci ve Üçüncü Mevkıfları ve Makàsıdları, o maksadı izah eder.""Ve saniyen: Usulüddin imamları ve ulema-i ilm-i kelâmın akaide dair ve vücud-u Vâcibü’l-Vücud ve tevhid-i İlâhîye dair beyanatları Muhyiddin-i Arabî’nin nazarında kâfi gelmediği için, ilm-i kelâmın imamlarından Fahreddin Râzî’ye öyle demiş."
"Evet, ilm-i kelâm vasıtasıyla kazanılan marifet-i İlâhiye, marifet-i kâmile ve huzur-u tam vermiyor. Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyânın tarzında olduğu vakit, hem marifet-i tammeyi verir, hem huzur-u etemmi kazandırır ki, inşaallah, Risale-i Nur’un bütün eczaları, o Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyânın cadde-i nuranîsinde birer elektrik lâmbası hizmetini görüyorlar."
"Hem, Muhyiddin-i Arabî’nin nazarına Fahreddin Râzî’nin ilm-i kelâm vasıtasıyla aldığı marifetullah ne kadar noksan görülüyor. Öyle de, tasavvuf mesleğiyle alınan marifet dahi, Kur’ân-ı Hakîmden doğrudan doğruya, veraset-i Nübüvvet sırrıyla alınan marifete nisbeten o kadar noksandır. Çünkü, Muhyiddin-i Arabî mesleği, huzur-u daimîyi kazanmak için لاَ مَوْجُودَ اِلاَّهُوَ deyip, kâinatın vücudunu inkâr edecek bir tarza kadar gelmiş. Ve sairleri ise, yine huzur-u daimîyi kazanmak için, لاَ مَشْهُودَ اِلاَّ هُوَ deyip kâinatı nisyan-ı mutlak altına almak gibi acip bir tarza girmişler."
"Kur’ân-ı Hakîmden alınan marifet ise, huzur-u daimîyi vermekle beraber, ne kâinatı mahkûm-u adem eder, ne de nisyan-ı mutlakta hapseder. Belki, başıbozukluktan çıkarıp Cenâb-ı Hak namına istihdam eder; her şey mir’ât-ı marifet olur. Sadi-i Şirazî’nin dediği gibi, دَرْ نَظَرِ هُوشِيَارْ هَرْ وَرَقِى دَفْتَرِيسْت أَزْ مَعْرِفَتِ گِرْدِگَارْ herşeyde Cenâb-ı Hakkın marifetine bir pencere açar.""Bazı Sözlerde ulema-i ilm-i kelâmın mesleğiyle, Kur’ân’dan alınan minhâc-ı hakikînin farkları hakkında şöyle bir temsil söylemişiz ki:"
"Meselâ, bir su getirmek için, bazıları küngân (su borusu) ile uzak yerden, dağlar altında kazar, su getirir. Bir kısım da, her yerde kuyu kazar, su çıkarır. Birinci kısım çok zahmetlidir, tıkanır, kesilir. Fakat her yerde kuyuları kazıp su çıkarmaya ehil olanlar, zahmetsiz herbir yerde suyu buldukları gibi, aynen öyle de:"
"Ulema-i ilm-i kelâm, esbabı, nihayet-i âlemde teselsül ve devrin muhaliyetiyle kesip, sonra Vâcibü’l-Vücudun vücudunu onunla ispat ediyorlar. Uzun bir yolda gidiliyor. Amma Kur’ân-ı Hakîmin minhâc-ı hakikîsi ise, her yerde suyu buluyor, çıkarıyor. Herbir âyeti, birer asâ-yı Mûsâ gibi, nereye vursa âb-ı hayat fışkırtıyor. وَفِى كُلِّ شىْءٍ لَهُ اٰيَةٌ تَدُلُّ عَلٰى اَنَّهُ وَاحِدٌ düsturunu her şeye okutturuyor."
"Hem iman yalnız ilim ile değil; imanda çok letâifin hisseleri var. Nasıl ki, bir yemek mideye girse, o yemek muhtelif âsâba, muhtelif bir surette inkısam edip tevzi olunuyor. İlimle gelen mesâil-i imaniye dahi, akıl midesine girdikten sonra, derecâta göre ruh, kalb, sır, nefis, ve hâkezâ, letâif kendine göre birer hisse alır, masseder. Eğer onların hissesi olmazsa noksandır. İşte, Muhyiddin-i Arabî, Fahreddin Râzî’ye bu noktayı ihtar ediyor."(1)
Risale-i Nur mesleği tasavvuf ve kelam mesleklerini mezcedip birleştirdiği için, her iki mesleğin meziyetlerini de üstünde cem etmiştir. Risale-i Nur'da bu iki mesleğin noksanlıkları giderilmiş ve Kur’an’î bir tarz takip edilmiştir. Bu sebeple Fahreddin Razi Hazretlerinin tefsirindeki kemalat Risale-i Nur'da mündemiçtir denilebilir.
(1) bk. Mektubat, Yirmi Altıncı Mektup, Dördüncü Mebhas.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü