"Farz ve vaciblerde ve şeair-i İslamiyede ve sünnet-i seniyyenin ittibaında ve haramların terkinde riya giremez, izharı riya olmaz. Meğer gayet zaaf-ı imanla beraber, fıtraten riyakar ola." cümlelerini açıklar mısınız?
Değerli Kardeşimiz;
"Birincisi: Farz ve vaciplerde ve şeâir-i İslâmiyede ve sünnet-i seniyenin ittibâında ve haramların terkinde riya giremez; izharı, riya olamaz-meğer, gayet za'f-ı imanla beraber, fıtraten riyakâr ola. Belki, şeâir-i İslâmiyeye temas eden ibadetlerin izharları, ihfâsından çok derece daha sevaplı olduğunu, Hüccetü'l-İslâm İmam-ı Gazâlî (r.a.) gibi zatlar beyan ediyorlar. Sâir nevafilin ihfası çok sevaplı olduğu halde, şeaire temas eden, hususan böyle bid'alar zamanında ittibâ-ı sünnetin şerafetini gösteren ve böyle büyük kebâir içinde, haramların terkinde takvâyı izhar etmek, değil riya, belki ihfâsından pek çok derece daha sevaplı ve hâlistir."(1)
Modern çağın insanı kimlik bunalımı yaşıyor. İletişim ve ulaşım araçlarının gelişmesi ile dünya adeta küçük bir köy şeklini alıyor. Bugünün ifadesi ile insanlık küreselleşme sürecini yaşıyor. Küreselleşme sayesinde medeniyetler kendi kimliği ile beraber, diğer medeniyetler ile iç içe girift bir hayat tarzına girmiştir. Bu da ister istemez medeniyetler arasında bir etkileşimi ve karşılıklı bir kültür alış verişini netice vermektedir.
Şayet medeniyetlerin güçlü ve cazip bir kimlik ve sembolü olmaz ise, diğer medeniyetler içinde asimile olup giderler. Bu sebeple İslam dini Müslüman medeniyetinin kimliğine ve şiarına çok önem vermiş ve bu noktada çok güçlü argümanlar ve semboller üretmiştir.
Ezan, selam vermek , hilal, tesettür, oruç, namaz gibi, hem ibadet yönü hem de şiar yönü kuvvetli olan semboller, bu küreselleşme ortamında hem İslam kimliğini muhafaza ediyor hem de başka zayıf medeniyetleri etkileyerek kendi içinde dönüştürüyor.
İslam dininde şiar ve sembollerin şahsi farzlardan daha önemli olması ve bunları neşretmeye riyanın girmemesi bu sırdan dolayıdır. Şayet riya girer endişesi ile bu toplumsal ve sembolik yönü ağır olan ibadetler terk edilirse, ciddi bir kimlik zafiyeti yaşarız ve ciddi bir asimilasyon ile karşı karşıya kalırız. Bu hikmetten dolayı imam namazda en güzel sesi, en güzel edası ile kendini izhar edebilir. Bu, riya değil, namaz sembolünün en güzel kıvamda izhar ve ilanı anlamındadır. Ezanı, riya olur diye okumamak ya da hakkını vermeden geçiştirerek okumak, ezanın misyonu olan izhar ve ilana aykırıdır. Bu manayı sembolü kuvvetli olan ibadetler içinde düşünebiliriz. Nitekim güzel ezan okuma sayesinde imana gelen çok yabancılar vardır.
Günahların sel gibi aktığı bu ortamda, tavkaya uygun bir hayat yaşamak ve bunu ilan edip göstermek, hem hakkı ilan etmek hem de diğerlerine örnek ve cesaret vermek demektir. Bu yüzden takva, şiar ve farzlara kolaylıkla riya ve gösteriş girmez. Ancak fıtratı kokuşmuş, tabiatı bozulmuş, imanı sönmeye yüz tutmuş insanlar, bu gibi mühim ibadet ve vazifelerde riyakarlık yapabilir.
- Riyakar olanın fıtratına riyakarlık verilmişse, neden sorumlu oluyor?
İnsan doğduğunda temiz bir kağıt gibidir; zamanla ve tecrübe ile bu temiz kağıt dolar ve tekemmül eder. Dolayısı ile insan doğarken, hakka ve doğruya yöneltecek bir şeyi beraberinde getirmez, tamamen dış etkiler ve tecrübeler sayesinde doğruyu ve hakkı bulur, görüşünü savunan felsefi ve psikolojik ekoller ifrata gitmişlerdir.
Bu fikrin aksini savunanlar ise, insan hak ve doğrunun kıstaslarını fıtratı ile beraberinde getirir, vicdan, mizaç ve insan doğası denilen şeyler dış etkenlere ve tecrübeye ihtiyaç bırakmadan doğru ve hakkı bulur, diyerek tefrite gitmişlerdir.
Bu hususta vasat ve doğru olan ise, insanın doğuştan getirdiği şeyler olduğu gibi, vicdan ve fıtrat gibi, sonradan tecrübe ve dış terbiye ile kazandığı şeyler de vardır. Yani insan bütün bütün doğuşta boş ve cahil olarak dünyaya gelmiyor. Ama tam tekemmül edip öyle gelmiş de değil. İnsan, yaşamı boyunca edindiği tecrübe ve dış etkileşim sayesinde itiyad-ı sani denilen ikinci bir fıtrat oluşturur. Yaradılıştan gelen fıtrat ile, insan eli ile oluşturulan ikinci fıtrat birbirine zıt olursa, insan çatışma içine düşer. Bu yüzden fıtri olan İslam dini ile, beşeri diğer sistemlerin oluşturduğu ikinci fıtratlar arasında çok farklar var.
İnsan ruhunun esas ve daimi olması, tekemmül etmesine mani bir durum değildir. İnsan ruhu başlangıçta müptedi olup, sonra tekemmül edebilir. Allah insan ruhuna nihayetsiz terakki ve tedenni kabiliyetini vermiştir. İnsana düşen, İslam terbiyesi ile terakki kabiliyetini inkişaf ettirmektir. Ruhun asli unsurlarında bir değişim ve dönüşüm olmaz, ama aslını muhafaza ile beraber tekemmül edebilir. Yani ruhta sabit ve değişmeyen bir yön olduğu gibi, değişen ve gelişen bir yön de vardır. İşte dış etkileşim ve terbiyeler ile ruh gelişip terakki de edebilir, yanlış terbiye sistemleri ile düşüp tedenni de edebilir.
Bu yüzden insanın almış olduğu terbiye ve ideolojiler insanın asli fıtratını değiştirip onu bozabilirler. Riya ve ona benzer kötü şeyleri ona fıtrat ve karakter yapabilirler. Mesela, hırsızlığı meslek edinmiş bir toplumda yetişen bir çocuk için, hırsızlık fıtrat haline gelebilir. Bunun tekrar iyiye değiştirilmesi de kabildir.
(1) bk. Kastamonu Lâhikası, 115. Mektup.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü
Yorumlar