"Güneş'in cilve-i zatisiyle beraber ziyası, harareti gibi hassalarını gösteriyor ve her parlak şey Güneş'i bütün sıfatıyla kabiliyetine göre gösterdiği gibi..." Buradaki "cilve-i zatiye" tabirini izah eder misiniz; neden "tecelli-i zatı" denilmemiş?
Değerli Kardeşimiz;
Allah’ın zatı mekân ve zamandan münezzehtir, hiçbir şeyde zatıyla tecelli etmez. Yalnız bütün isim ve sıfatların hakiki membaı ve kaynağı olması noktasından, Allah’ın aat-ı akdesi ancak insan kalbinde iman ve marifet ile bilinebilir.
Güneş'in bir aynada ya da şeffaf bir damlada timsali, yani zatının ve sıfatlarının bir cilvesi ve küçük bir numunesi akseder, onda görünür; bir cihetle küçük bir güneşçik manası o aynada ve damlada yerleşir. O damla ve aynada görünen Güneş'in timsali, Güneş'in kendi zatı ve sıfatları hakkında bize ciddi bir malumat verebilir.
Aynen öyle de insan da bir ayna, bir damla gibi, Şems-i Ezeli'nin zat-ı akdesine, şuunatına, sıfatlarına, isimlerine en cami ve en parlak bir ayinedir.
Bu tarz tecellinin derece ve mertebesi, kişinin iman kuvvetine, marifet derinliğine ve tefekkür ufkuna bakar. İman, marifet ve tefekkür ne kadar tahkiki ise, bu tecelli de o nisbette büyük, derin ve parlak olur.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü
Yorumlar
"Ve her parlak şey, güneşi bütün sıfâtıyla, kabiliyetine göre gösterdiği gibi, güneşin ziya ve hararet ve ziyadaki elvân-ı seb’a gibi keyfiyatlarının herbirisi dahi umum mukabilindeki şeyleri ihata ediyor." Bu cümledeki "umum mukabilindeki şeyleri" izah eder misiniz?