Hadiste, "Mehdinin ismi benim ismime, babasının ismi babamın ismine muvafıktır." deniyormuş. Bunu nasıl anlamak lazımdır? Risalelerde ne deniyor bu konuda?

Cevap

Değerli Kardeşimiz;

Kıyamet alametleri ve mehdi ile alâkalı hadisler müteşabihtir. Yani te’vil, tabir ve tefsir gerektiren hadislerdir. Bu tabir ve tefsir işini ilimde rusûhiyet kazanmış âlimler yapabilirler. Üstad Hazretleri eserlerinde bu gibi hadisleri günümüzün şartlarına ve insanların idrakine uygun bir şekilde tâbir ve te’vil etmiştir.

Müteşabih hadisleri zahiri üzerine anlamak Ehl-i sünnet kaidelerine göre caiz değildir. Mesela Kur’an’da "Allah arşa oturdu." tabirini zahiri üzerine anlamak, insanı küfre düşürür. Zira Allah mekândan münezzeh ve mukaddestir. O takdirde bu ifade te’vil ve tabir ister ki, Ehl-i sünnet âlimleri bu ifadeyi; "Allah’ın umum âleme hâkimiyetini ifade ediyor." diye tabir etmişlerdir.

"Teşbih ve temsiller, havastan avama geçtikçe, yani ilmin elinden cehlin eline düştükçe, mürur-u zamanla hakikat telakki edilir.” (Lem’alar,14. Lem’a)

Teşbih, derin bir hakikati benzetme ve misalle akla yaklaştırmaktır. Ama benzetilen o şey hakikat olarak anlaşılırsa, o zaman ona bir perde olur, anlaşılmaz hale sokar.

Mecaz; bir kelimenin hakikî mânâsı dışında hususî mânâsıyla kullanılmasıdır.

“Gözüme toz kaçtı.” Buradaki göz kelimesi hakiki mânâsıyla kullanılmıştır.

“Malda, parada gözüm yok.” Buradaki göz ise mecaz mânâsında kullanılmış, kişinin kanaatkâr olduğunu, harîs olmadığını nazara vermiştir.

“Falan kişinin eli delik” dediğimizde, onun elinin gerçekten delik olduğunu değil, çok israf ettiğini ifade etmiş oluruz.

“Şu kimsenin külü fazla” dendiği zaman ise, o kişinin zengin, cömert ve misafirinin eksik olmadığını anlatmış oluruz.

“Falan adamın kellesi koltuğunda” dendiği zaman, o kişinin ölümü göze alarak büyük işlere girdiği, gözünü budaktan esirgemediği ifade edilmiş olur.

Kur’an-ı Kerim’de ve hadis-i şeriflerde birçok teşbih, temsil ve mecaz vardır. Ancak Üstad Hazretlerinin ifade ettiği gibi; “Teşbihat ve temsiller, havassın elinden avamın eline ve ilmin elinden cehlin eline girse, hakikat telakki edilir.”

Mesela, Birine; "Aslan gibi adam” denildiği zaman, o kişinin aslan gibi cesaretli olduğuna dikkat çekilmiş olur. Ama biz bunu hakikat olarak anlasak, o zaman adamı aslan gibi pençesi olan, kuyruğu olan bir garip duruma sokarız ve asıl anlatılmak istenen kuvvet ve cesaret mânâsı gizlenir ve hurafe olur.

Teşbih ve mecazlar bilhassa ahir zaman ve mehdi ile alâkalı hadislerde daha ziyadedir. Bu yüzden Mehdinin kim olduğu gizlidir. Kimse şu şahıs kesinlikle mehdidir ya da değildir diyemez. Ama bir takım işarî mânalar ve remzî ifadelerden yola çıkarak, "Bu şahıs mehdi olabilir." diye bir kanaat arz ederse, buna da kimse bir şey diyemez. Nitekim geçmişte çok büyük evliyalar bazı şahıslara mehdi nazarı ile bakmışlardır. Hiç bir âlim de bu evliya yanıldı diye ona dil uzatmamış; bu onun içtihadıdır demiştir.

Mehdi ve deccalın kimler olduğu, ümmetin ümit ve korkusunu zinde tutmak için müphem tutulmuşlardır. Her dönemde ümmet bu mânaya muhtaç olduğu için, bu gibi mefhumlar mutlak bırakılmıştır. Yani tarih ve isim verilmemiş, sadece sıfatları anlatılmıştır. Sıfatları da umumî bırakılmış ki, her dönem bu mehdi ve deccal mânasından istifade edebilsin.

Üstad Hazretlerinin yaşadığı döneme bakıldığında, insanlık tarihinin en dehşetli iki hâdisesi o zamanda vuku bulmuş. İnsanlık Birinci ve İkinci Dünya savaşlarını yaşamış, milyonlarca insan ihtiraslar uğruna öldürülmüştür. Dinsizlik ve komünizm dünyanın yarısını tesiri altına almış. İslam ülkelerinde değişik isimler altında dinsizlik rejimleri kurulmuş, “din” diyen ya idam edilmiş ya sürgün edilmiştir. Allah demek suç olmuş, ezanlar susturulmuş, dini ikame eden müesseseler ilga edilmiştir. Bütün bu olanlar tekrar mehdi ve deccal meselesini gündeme getirmiş ve ümmeti teyakkuza sevk etmiştir.

Hadislerdeki temsilleri ve müteşabih ifadeleri, aynı ile kabul etmek, onları te’vil etmeden hâdiselere tatbik etmek büyük yanlışlıklara ve hatalara, hatta hurafelere kapı açar.

Risale-i Nur'un ahir zaman ile alâkalı getirdiği te’vil ve tabirler meseleyi gayet güzel izah ediyor. Söz konusu yerleri iyice tahkik etmek gerekir. Aksi halde ucube ve hayalî bir mehdi ve deccal modeli bekleriz. Mehdi ve deccalı efsanevî birer mefhum haline getirip, dine şüphe kapısı açan, hayalperest avam gibi hareket etmemek gerekir.

Hadis usulünde, zahiren birbirine zıt gibi olan hadislerin zayıf olanı, kuvvetliye te’vil ve tabir olunur. Yani kuvvetli hadisin mânası esas olur, zayıf olan hadis de ona münasip bir şekilde te’vil edilir.

Üstad Hazretleri mehdi ve deccal hakkındaki hadislerin, ravileri tarafından karıştırıldığını söyler. Mesela, her dönemde bir nevi mehdi mânasını almış yüksek zatların vasfı ile âhir zamanda gelecek büyük mehdinin vasıfları birbirine karışmış. Bu yüzden, hadisin mânalarını anlamak için te’vil ve tabire salahiyetli âlimlerin tefsirine müracaat etmek gerekiyor. Bilhassa mehdinin ismi ve doğum yeri ile alâkalı sarih bir şey söylemek mümkün değildir. Bir kısım avam işi abartıp, mehdinin nerede ise ayakkabı numarasını bile söylemeye kalkışıyorlar. Bu gibi yaklaşımlar doğru değildir.

Mehdi sûret ve şekil bakımından değil, ahlâk ve yaşayış bakımından Allah Resulü (asm)'ne benzeyecektir, diye anlamakta hiçbir mahzur yoktur...

Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü

Kategorileri:
Okunma sayısı : 14.672
Sayfayı Word veya Pdf indir
Bu içeriği faydalı buldunuz mu?

Yorumlar

Ziyaretçi (doğrulanmadı)
(süfyana yani) Ona karşı Âl-i Beyt-i Nebevînin silsile-i nuranîsine bağlanan, ehl-i velayet ve ehl-i kemalin başına geçecek Âl-i Beytten Muhammed Mehdi isminde bir zât-ı nuranî, o Süfyan'ın şahs-ı manevîsi olan cereyan-ı münafıkaneyi öldürüp dağıtacaktır. (15. Mektub)
Yorum yapmak için Giriş Yapın ya da Üye olun.
Nurun fedaisi
"Hz. Bediüzzaman'ın adı yalnız 《Said》değil, 《Muhammed Said》'dir. Buna hemşehrileri şehadet ediyor." Bu ifadeler Merhum Ahmed Feyzi Kul Ağabey'in kaleme aldığı 《Mâidet-ül Kur'ân》adlı eserinde geçiyor. Hz. Üstad'ın -tabiri câiz ise- göbek adı olan 《Muhammed》ismi takdir-i İlâhî olarak iştihar etmemiştir. Zaten Âhirzaman hadîslerini te'vilsiz almanın hata olduğunu belirten bizzat Âhirzaman Müceddidi Bediüzzaman'dır. Onun için "İsmi benim ismime, babasının ismi de babamım ismine muvafık olacak" mealindeki hadîs-i Şerif te'vile açıktır. "Din bir imtihandır. Teklif-i İlahî bir tecrübedir." (Sözler) Bunun içindir ki bu nokta-i nazardan bakılması elzemdir. Selam ve dua ile..
Yorum yapmak için Giriş Yapın ya da Üye olun.
Ziyaretçi (doğrulanmadı)
ilk kez duyuyorum.
Yorum yapmak için Giriş Yapın ya da Üye olun.
Ziyaretçi (doğrulanmadı)
"Hz. Bediüzzaman'ın adı yalnız 《Said》değil, 《Muhammed Said》'dir. bu bilgi ile ilgili başka bilgiler varmı.
Yorum yapmak için Giriş Yapın ya da Üye olun.
Nurun fedaisi
Bu konu ile ilgili Ahmed Feyzi Kul Ağabey'in kaleme aldığı Mâidet-ül Kur'ân adlı eser istifadeye medârdır.. İttihad Yayıncılık tarafından basılmaktadır.. Orada bu konu ile ilgili hadîslere yer verir ve müteşabih olanları da açıklar.. Aynı zamanda ebced ve cifir hesapları ile de bazı tarihler verilmiş.. Bir diğer husus ise şu; Eğer bir zât çıksa idi ve adı Muhammed Mehdi olsaydı.. Babasının adı Abdullah ve oğlunun adı da Kasım olsaydı.. harikulade icraatları olsaydı.. Ne olurdu? Sırr-ı Teklif kalkardı.. Elmas ile kömür tefrik edilemezdi.. Sayım editor Dediklerimde yanlış var mı? Bu hadîsleri böyle mi anlamalıyız? Cevap verirseniz sevinirim.. Selam ve dua ile..
Yorum yapmak için Giriş Yapın ya da Üye olun.
Editor (Muaz)
Dedikleriniz gayet yerinde ve güzel.
Yorum yapmak için Giriş Yapın ya da Üye olun.
Nurun fedaisi
Cevabınız için Allah razı olsun..
Yorum yapmak için Giriş Yapın ya da Üye olun.

BENZER SORULAR

Yükleniyor...