"Hads, sünuhat, ilham" kavramlarını ve aralarındaki farkı açar mısınız?
Değerli Kardeşimiz;
Göz penceresinden âlemi seyreden ruh, beyin merkezinden de gerçekleri temaşa eder. Dil ne kadar tatma organıysa, beyin de o kadar düşünce organıdır. Aklın vazifesi gerçekleri kavramaktır.
Beynin fonksiyonuna "tefekkür" adı verilir. Tefekkür, aklın çalışması, fikir üretmesidir. Akıl bir makineye benzetilirse, tefekkür bu makinenin çalışması ve üretimde bulunmasıdır.
Aklın başlıca iki çeşit seyri vardır: 1. Fikir. 2. Hads (sezgi.)
Fikir; aklın, ağır, tedrici ve zamanla kayıtlı olan düşünme seyridir. Hads ise, aklın bir lahzada, bir hamlede matluba ulaşıverecek derecede seri olan ani seyridir. Bunlardan "fikir, görgüleri ve bilgileri bir tertibe koyup bildiğinden bilmediğini anlamak, ahiri evvele bağlamaktır. Hads, bir şeyin birden açılması, dolaysız kavrama, bir anda yakalamadır, şimşek gibi bir sür`at-i intikaldir.
Gecenin karanlığında çakan şimşeğin birden etrafı aydınlatması gibi, hads şimşeği dahi, birden insanın idrak âlemlerini aydınlatıverir. Fikir, hadse bir altyapı oluşturur. Mesela, ilmî bir keşif için yoğun bir tefekkür içine giren ilim adamları, günün birinde meselelerini iç alemlerinde halledilmiş, çözülmüş bulurlar. Bu, fikre terettüp eden bir hads parıltısıdır.
İki tahta parçası birbirine sürtülünce belli bir noktadan sonra, tahtadan alev çıkar. Keza, bir mercekle kağıda güneşin harareti odaklandığında, bir zaman sonra kağıt yanmaya başlar. Onun gibi, tefekkürde yoğunlaşan insanlar, bazen hads ile kendilerini çok farklı bir idrak boyutunda bulabilirler.
Sünuhat: Akla birden doğan manalara denir. Mananın sünuhat olarak akla gelmesi, kişinin o alanda meleke kesp etmesi ve gayretinin neticesidir. Yoksa hiç çalışma ve gayret sarf edilmeden, durup dururken akla manalar gelmez.
Mesela, bir demir ustası yıllarını mesleğine vermiş, o meslekte pişmiş ve artık meslekte meleke kesp etmiş duruma gelince, artık o meslekle alakalı manalar onun aklında şimşek gibi çakmaya başlar ve sünuhat tarzında bilgiler ona ihsan edilir.
Üstad Hazretleri yıllarını ve ömrünü İslami ilimlere adadığı ve o ilimlerde meleke kesp ettiği için, artık aklı sünuhata, kalbi ihtarata mahal bir durum almıştır. Risale-i Nurların ekseriyeti de bu tarz ile kaleme alınmıştır diyebiliriz.
İlham: Kelime olarak ilham, bir şeyi bir defada yutmak mânasına "lehm" den if'al olup, bir lahzada yutturmak manasınadır. Yani bir şeyi birden yutturmak anlamındadır. Istılah olarak ise “kalbe bir takım mana ve fikirlerin ilkâ edilmesi” anlamında kullanılır. “Allah’ın, kulun kalbine bıraktığı şey”, “feyz yoluyla kalbe bırakılan şey” tarzında da ifade edilmiştir.
İlham genel, vahiy ise özel bir terimdir. Böyle olunca, "Her vahiy ilhamdır, ama her ilham vahiy değildir." önermesini çıkarmamız mümkündür. Bu da ilhamın çok çeşit ve mertebelerinin olduğunu gösteriyor. İlham vahye göre kişiye özeldir ama bütün mahlukatla bir konuşma olması noktasından geneldir. Yani her mahluku ile bir şekilde ilham tarzı ile konuşur. Arı, melek, cin, insan hatta yıldız gibi cansız varlıklar ile bile konuşur. Bu konuşma vahiy gibi genel ve en üst perdeden bir konuşma olmadığı için, özel ve hususi bir konuşmadır. Bir başbakanın başbakanlık sıfatı ile konuşması ayrıdır, bir vatandaşın özel bir sorununu özel bir şekilde dinlemesi onun ile konuşması ayrıdır.
İlham genel, sünuhat ise özeldir. Sünuhat, yukarıda izah ettiğimiz gibi, bir meleke neticesidir. Yani herkes ilhama bir şekilde mazhar olabilir, ama herkes meleke sahibi olmadığı için sünuhata mazhar olamaz. Edebiyatçıların edebi melekesine binaen söyledikleri doğaçlama (irticalen) tarzı sünuhat da buna örnek olarak gösterilebilir.
Şurası da iyi bilinmesi gerekir ki, insanlara gelen sünuhat, ilhamat gibi şeyler hiçbir zaman vahyin derecesine çıkamaz, delil olarak da ümmeti bağlamaz. Bunlar şayet vahyin ölçü ve manasına uygun ise o zaman güzeldir ve kullanılabilir. Vahye zıt bir mana içeriyorsa kabul etmek sapkınlık olur, dinen caiz olmaz. Kimden olursa olsun, bu çok büyük evliya da olur, çok büyük alim de, fark etmez. Bunlardan gelen sünuhat ve ilhamlar şeriat mihengine vurulur. Uygunsa, baş göz üstüne, uygun değilse, sahibine iade edilir. Ölçümüz bu olmalıdır.
İlham ve sünuhat içten dışa doğru bir aydınlanma iken; hads dıştan içe doğru bir aydınlanmadır. Mesela, evin içindeki bir adama bakınca, adamın evden küçük olduğu hakikati hadsen sabittir. Bu sabitlik o kadar anidir ki, insan düşünmeye bile gerek duymaz. Ama iki kere iki dört eder denildiğinde, insan çok kısa da olsa zihninde bir işlem yapar. İşte hads delilin çok açık ve zahir olmasından dolayı neticeye süratle intikal edilmesidir. Yani harici bir delilden içe doğru bir gidiş var. Halbuki ilham ve sünuhat içten gelen bir nurlanmadır.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü