"Hadsiz hâcâta müptela, nihayetsiz a’dânın hücumuna hedef olan ruh-u insani" ifadesini açıp misal verir misiniz? "Nokta-i istinad" ve "Nokta-i istimdat" kelam-ı tevhidinin ilk kelimesinden nasıl bir medet alıyor ki ruh-u insaniyi rahatlatıyor?

Cevap

Değerli Kardeşimiz;

لاَۤ اِلٰهَ اِلاَّ اللّٰهُ da şöyle bir müjde var ki: Hadsiz hâcâta müptelâ, nihayetsiz a’dânın hücumuna hedef olan ruh-u insanî şu kelimede öyle bir nokta-i istimdad bulur ki, bütün hâcâtını temin edecek bir hazine-i rahmet kapısını ona açar. Ve öyle bir nokta-i istinad bulur ki, bütün a’dâsının şerrinden emin edecek bir kudret-i mutlakanın sahibi olan kendi Mâbudunu ve Hâlıkını bildirir ve tanıttırır, sahibini gösterir, mâliki kim olduğunu irâe eder. Ve o irâe ile kalbi vahşet-i mutlakadan ve ruhu hüzn-ü elîmden kurtarıp, ebedî bir ferahı, daimî bir süruru temin eder." (Mektubat, Yirminci, Mektup, Birinci Makam)

İnsan sonsuz âciz ve fakir yaratılmıştır. İnsan, bedenindeki her azaya muhtaç oluğu gibi, haricî âlemde de havadan suya, Güneş'ten Ay'a, gece ve gündüzden denizlere ve dağlara kadar her şeye muhtaçtır. Diğer taraftan insan, sonsuz acizdir, muhtaç olduğu bu şeylerin hiçbirini yapacak güce sahip değildir. İnsan ruhu sadece bu ihtiyaçlarının görülmesiyle de tatmin olmaz, ölüm ötesi bir hayata, ebediyete muhtaçtır.

İnsanın sonsuz düşmanlarına gelince, insan kendisine daima kötülüğü emreden nefsinden, kalbine daima vesvese veren şeytana kadar çok şeyin hücumuna maruzdur. Diğer taraftan, bütün hastalıklar, ızdıraplar, ayrılıklar, hasretler, çaresizlikler de insana hücum eden ayrı bir kafile gibidir.

Uhuvvet Risalesi’nden bir bölüm:

"O düşman daireler, ehl-i dalalet ve ilhaddan tut, ta ehl-i küfrün âlemine, ta dünyanın ehvâl ve mesâibine kadar, birbiri içinde size karşı zararlı bir vaziyet alan, birbiri arkasında size hiddet ve hırsla bakan, belki yetmiş nevi düşmanlar var." (bk. age., Yirmi İkinci Mektup, Birinci Mebhas)

İnsanın hayatını devam ettirebilmesi, sayısız sebeplerin bir arada olması, güneş sisteminin hassas bir nizam ile doğup batması, dünyanın belli bir sür’atle dönmesi, kanın içindeki akyuvar ve alyuvarların intizamlı çalışması, hasılı her şeyin tıkır tıkır işlemesi lazımdır. Bu sebeplerden birisi olmazsa insan hayatı da olmaz. Bu açıdan bakıldığında insan kâinatta iğneden ipliğe her şeye muhtaç bir şekilde yaratılmıştır. “Hadsiz hacata müptela” ifadesi bu hakikati ifade etmektedir.

İnsan güneşe, havaya, toprağa, suya, rüzgâra, yağmura, bitkilere, yemeğe, içmeğe muhtaçtır. Bu kadar ihtiyaçları ya kendi karşılayacak, o zaman bir ilah gibi bütün kâinatı elinde tutması gerekir ki bu da muhaldir. O hâlde her şeye gücü yeten Allah'a sığınacak ve odan yardım dileyecektir.

Bunun dışında insan hayatını tehdit eden seller, depremler, heyelanlar, kasırgalar, fırtınalar, hastalıklar, kazalar, savaşlar, afetler birer düşmandırlar. Bu açıdan bakıldığında insanın etrafı düşmanlarla örülmüş.

Allah’ın insanı bu kadar ihtiyaç ve düşmanlarla muhatap kılmasının sebebi, insanın acizliğini ve fakirliğini anlayıp sonsuz kudret sahibi olan Rabbine iltica etmesidir. Zaten kulluğun esası budur.

Sonsuz aciz ve fakir yaratıldığı için insanın kalbi ve vicdanı sonsuz bir kudret sahibine istinad etmek ve yine sonsuz bir rahmet sahibinden yardım dilemekle tatmin olur. Bu ise bütün sıfatları sonsuz ve mutlak olan Allah’a iman, teslim ve tevekkül ile tahakkuk eder.

"Fâtır-ı Hakîm, insanın mahiyet-i mâneviyesinde nihayetsiz azîm bir acz ve hadsiz cesim bir fakr derc etmiştir. Taki, kudreti nihayetsiz bir Kadîr-i Rahîm ve gınası nihayetsiz bir Ganiyy-i Kerîm bir zatın hadsiz tecelliyatına cami' geniş bir âyine olsun." (Sözler, Yirmi Üçüncü Söz, İkinci Mebhas)

Çok aciz, fakir ve her şeye muhtaç olarak yaratılan insan, kudreti sonsuz ve rahmeti nihayetsiz olan Allah’a istinat etmek ve ondan istimdat etmek mecburiyetindedir. Şayet insan her şeyin dizgini ve tedbirini Allah’tan bilip ona iman ile iltica etmez ise, her şeye karşı dilenci ve köle vaziyetini alır. Her hâdise karşısında korkar ve titrer.

Allah fakiri doyurur, güçsüze yardım eder. Herkese ihtiyacı olan şeyleri lüzumu kadar lütfeder. Kediye kanat gerekmez, öyleyse o, kanadın fakiri değildir. Yaradılışına bu ihtiyaç konulmamıştır. Ağaç da yürümek istemez. Onun da böyle bir ihtiyacı yoktur. Taşlar da büyümek istemezler. Bütün bu mahlûkatın akla da ihtiyaçları yoktur. Bu noktada insanlardan zengindirler.

Cenâb-ı Hak, taşın imdadına Rezzak ismiyle yetişmiyor. Zira taşın rızka ihtiyacı yok. Ama kuşa rızık ihsan ediyor, çünkü muhtaç olan kuştur. Ve görünüşte taş, kuştan daha zengindir. Fakat Allah katında o fakirlik daha makbul olmuş ve Rezzak isminin tecellisiyle şeref ve rütbe noktasında kuşlar, taşları çok gerilerde bırakmıştır.

Diğer isimler de bu misale göre düşünüldüğünde, Allah’ın bütün isimlerinin tecellisine muhtaç olan insanoğlunun, mahlûkat içinde en fakir, en aciz, ama en şerefli olduğu açıkça anlaşılır.

Bu manayı zevk edebilen ârif insanlar “fakr” ile fahretmişler.

Kul aczini bildiği nisbette Rabbine sığınır; fakrını bildiği ölçüde ona dua ve niyazda bulunur.

Güneş'i bize lamba, Ay'ı takvim yapan kudret, ancak bizim ihtiyaçlarımızı temin edebilir. İnsan ile Allah arasında en güzel münasebet ve en güzel köprü ise iman ve tevhittir. Bu yüzden, kelime-i tevhitte hem istinat hem de istimdat manaları bütün envaı ile mevcuttur.

Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü

Okunma sayısı : 12.826
Sayfayı Word veya Pdf indir
Bu içeriği faydalı buldunuz mu?

BENZER SORULAR

Yükleniyor...