"Hakikat-i Muhammedi" kavramını açar mısınız? Şirk ve tevhid dengesini kurmakta zorlanıyorum. Bazı sitelerde buna şirk diyorlar. İddiaları ile birlikte açar mısınız?

Cevap

Değerli Kardeşimiz;

“İnsan şu kâinat ağacının en son ve en cemiyetli meyvesi, Ve hakikat-ı Muhammediye Aleyhissalâtü Vesselâm cihetiyle çekirdek-i aslîsi…” (Asa-yı Musa)

Bir başka risalede kâinat ağacının dallarının anasır (elementler), yapraklarının nebatat, çiçeklerinin hayvanlar, meyvesinin ise insanlar olduğu kaydedilir.

Bir ağacın meyvesi onun aslını gösterir. Elma ağacının çekirdeği de elma çekirdeğidir. Bu kâinat ağacının çekirdeği de “hakikat-ı Muhammediye”dir.

Allah’tan başka hiçbir şey yokken ilk defa hakikat-i Muhammediye var olmuş, yani onun nuru yaratılmış, bütün âlemler de o nurdan ve onun için halk edilmiştir. Âlemin var olma sebebi, maddesi ve gayesi bu hakikattir.

Varlığın mebde ve müntehası Hz. Muhammed (s.a.v.)’dir.

Bu çok yönlü ve hilkatin yaratılışına ve devam eden varlığının sebeplerine ve mahiyetine ışık tutacak sorunun anlaşılabilmesi ve şirke girmeden tevhid mefkûresine zarar vermeden anlatılabilmesi için, meseleyi birkaç kısma bölmek icab eder. Şöyle ki;

1. Vücûd-ı Mutlak’ın taayyün ettiği ilk mertebeye (taayyün-i evvel) ‘hakîkat-i Muhammedî’ adı verilir. Vücûd-ı mutlak açısından bakıldığında bu mertebe var oluşun başlangıcıdır.

Cevap: Allah’tan başka hiçbir varlık "vücud-u mutlak" tabiri dâhilinde kullanılmaz. Kullanılması ise itikadi açıdan çok yanlış kapılara zemin hazırlayabilir. -Hâşâ- mahlûkata da İlahi vücudun bir parçası nazarıyla bakmaya vesile olabilir. İslam dini içerisinde olan bir kısım mutasavvıfların zannettiği ve değerlendirdiği gibi, bir yanlış akideye insanları sürükleyebilir.

“La mevcude illa hu” diyen "vahdet-ulvücud" mesleğinin fikrine insanları götürebilir. Oysa masivanın Allah ile irtibat ve ilgileri mahlukiyet-halıkiyet ilişkisinden öteye gidemez. Ezelî olan ancak Allah’tır. Üstad Bediüzzaman Hazretleri mevcudatı şöyle ifade eder:

“Ehl-i vahdetü’l-vücudun dedikleri gibi mevcudat evham ve hayalât değil. Görünen eşya dahi Cenâb-ı Hakkın âsârıdır. 'Heme ost' değil, 'Heme ezost'tur. (Yâni, “Her şey o değil, belki her şey ondandır.”) Çünkü, hadisat ayn-ı kadîm olamaz...”(1)

Bu meseleye şu hadis, çok güzel bir şekilde izah getirmiştir:

“Allah vardı ve onunla birlikte başka hiçbir şey yoktu. Arşı da su üzerindeydi.”(2)

2. Mevcûdat açısından bakıldığında ise, gerçek "yaratma" fiili, vücûd-ı mutlakın, hakîkat-i Muhammedî mertebesine tenezzülünden sonra olmuş ve her şey ondan yaratılmıştır.

Cevap: Evet, varlıklar içerisinde ezeliyete malik olan sadece Allah’tır. Allah varlıkları yaratmayı irade ettiğinde ezelî ilminde, ilmi vücutları olan varlıklara vücud-u harici giydirmeyi irade ettiği zaman, mahlûkat varlık sahasına çıkar, ilim dairesinden, kudret dairesine gelir. Yani Allah, ağaçların yaratılışını çekirdeğe bağladığı gibi, kainat ve hilkat ağacını da Nur-u Muhammedi çekirdeğinden yaratmayı irade etmiştir.

Üstad Bediüzzaman’ın şu ifadesi bunu çok güzel bir şekilde ortaya koymaktadır:

“Şu gördüğün büyük âleme büyük bir kitap nazarıyla bakılırsa, Nur-u Muhammedî (sallallâhu aleyhi ve sellem) o kitabın kâtibinin kaleminin mürekkebidir. Eğer o âlem-i kebir, bir şecere tahayyül edilirse, Nur-ı Muhammedî hem çekirdeği, hem semeresi olur.”(3)

Bu konuya ışık tutacak iki hadis-i şerifi de bu makamda zikretmekte fayda vardır:

a. Hz. Cabir anlatıyor: “Ey Allah’ın Resulü! Anam-babam sana feda olsun, Allah’ın her şeyden önce ilk yarattığı şeyi bana söyler misiniz?” diye sordum. Şöyle buyurdu:

“Ey Cabir! Her şeyden önce Allah’ın ilk yarattığı şey senin peygamberinin nurudur. O nur, Allah’ın kudretiyle onun dilediği yerlerde dolaşıp duruyordu. O vakit daha hiçbir şey yoktu. Ne Levh, ne kalem, ne cennet, ne ateş / cehennem vardı. Ne melek, ne gök, ne yer, ne güneş, ne ay, ne cin ve ne de insan vardı."(4)

b. Cenâb-ı Hak, insanlığın babası Hz. Âdem'i yaratmıştı. Allah kendisine “Ebu Muhammed” künyesini ilham etmişti. Âdem bunun hikmetini sorunca da Allah: “Başını kaldır Arşa bak” dedi. O da başını kaldırıp bakınca Arşın sütunlarında “Muhammed”in nurunu gördü. "Ya Rabbi, bu nur nedir?" diye sordu. Allah cevap olarak şöyle buyurdu: "Bu senin zürriyetinden bir peygamberin nûrudur ki, onun ismi göklerde Ahmed ve yerlerde Muhammed'dir. Eğer, o olmasaydı, seni yaratmazdım!"(5)

3. Şevahidün nübüvvede: Allah Teâlâ zâtından başka bir şeyin bulunmadığı sonsuz öncelerde, önce kendi zât-ı mukaddesine, arada vâsıta olmaksızın yaptığı ilk tecellîde, her şeyin aslı önce Allah Teâlâ'nın kendisinde idi.

Cevap: Bu gibi değerlendirmeler elbette bir hakikate dayanıyor. Ama izah ve tefsirler bazen hakikati rencide edecek seviyede olabilir.

Cabir (r.a)'dan şöyle bir hadis nakletmektedir:

"Babam anam sana feda olsun ya Resulullah, Allah'ın eşyadan önce yarattığı ilk şeyin ne olduğunu bana haber ver." dedim. Resuûlullah (a.s.m) şöyle dedi:

"Ey Cabir! Allah Teâlâ, eşyayı yaratmadan evvel kendi nûrundan senin nebînin nûrunu yarattı."(Acluni).

Bu rivayette ifade edilmek istenen manaları bulmak için elbette ayet, hadis ve icma dediğimiz alimler topluluğunun vermek istediği mesaja göre değerlendirme ihtiyacı vardır.

Hz. Peygamber (asm)'in nurdan yaratılmış olması, onun mahiyetinin isim ve sıfatların azami derecedeki nurani tecellilerine mazhar olması demektir. Aslında Allah’ın bütün isim ve sıfatları, mahiyeti meçhul birer nurdur. Bu açıdan bakıldığı zaman yarattığı her şey nuranidir, bu nurlu isimlerin cilveleridir.

Ancak, Hz. Muhammed (asm)’in nuraniyetine hususi vurgu yapılması, O'nun nezd-i uluhiyetteki kadr-u kıymetine işarettir. Çünkü, yaratıklar arasında hiçbir varlık Hz. Muhammed (asm) kadar bu ilahi nura mazhar olmuş değildir.

“İşte şu sırdandır ki; mahiyeti nur ve hüviyeti nuraniye olan Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm, dünyada bütün ümmetinin salavatlarını birden işitir. Ve kıyamette bütün asfiya ile bir anda görüşür. Birbirisine mani olmaz. Hattâ evliyadan, ziyade nuraniyet kesbeden ve ebdal denilen bir kısmı, bir anda birçok yerlerde müşahede ediliyormuş.”(6)

4. Bu mertebede, mevcûdâtın hakîkatleri zât-ı ilâhîden ayrı olmadıkları gibi, birbirinden de farklı değil idi. Bu mertebeye "te’ayyün-i evvel" veyâ "Hakîkat-i Muhammedî" denir.

Cevap: Mahlûkatın, kesinlikle nur ve nurani olan Cenab-ı Hak ile irtibatı, mahiyet ve cevher birliği itibariyle değildir. Buradaki irtibat, mevcudatın Cenab-ı Hakk'ın isim ve sıfatlarının bir tezahürü ve tecellisi olarak meydana geldiği ve yaratıldığı hakikatidir.

Üstad Bediüzzaman Hazretleri bu konuda; “Sâni-i Âlem, âlemde dahil olmadığı gibi, âlemden hariç de değildir. İlmi ve kudretiyle her şeyin içinde olduğu gibi, her şeyin fevkindedir. Birşeyi gördüğü gibi, bütün eşyayı da beraber görür.”(7) demekle, meseleyi net bir şekilde ifade etmektedir. Bu konuya açıklık getirmek sadedinde On Altıncı Söz’de güneş misalini vermektedir.

Güneş yeryüzündeki bütün varlıklara ışık, ısı ve renklerini verdiği halde, kendisi dünyada ışıklandırdığı, ısındırdığı ve renklendirdiği hiçbir yerde değildir. Hem içindedir hem dışındadır. Işığıyla her yerde hazır ve nazırdır. Zatıyla ışıklandırdığı hiçbir yerde değildir.

5. Nûr-i Muhammediyye anlayışının ilk temsilcisi kabul ettiğimiz Cafer-i Sâdık hurûf-ı mukattaadan biri ile başlayan Kalem Sûresi’nin ilk âyetini şu şekilde yorumlamaktadır: “Buradaki ‘Nûn’, Allah’ın varlıkları kendisi sebebiyle yarattığı ve onu Hz. Muhammed’e (asm) bahşettiği ezeliyetnûnudur. Allah, Hz. Muhammed’in nûrunda bütün nûrları toplamış ve yaratmıştır.

Cevap: Evet Allah, bütün mahlûkatın programını, nurlarını ve mahiyetlerini Nur-u Muhammedi’de toplamıştır. Ve Bütün mahlûkatı da O’nun hürmetine yaratmıştır. Tasavvufta sık sık kullanılan ve kutsi hadis olarak da rivayet edilen, "Sen olmasaydın Ben felekleri yaratmazdım." (Levlake...)(8) ifadesiyle, varlığın Hz. Muhammed (asm.) için yaratıldığı anlatılır.

Risale-i Nur’un birçok yerinde de bu hadis nazarlara sunularak kâinatın yaratılış sebebi olarak Hz. Muhammed (s.a.v.) gösterilir.

Hatta, Emirdağ Lahikasındaki bir mektupta, “Levlake...” hadis-i kutsisine dair yazılan “Bu hitap zahiren Hz. Peygamber Aleyhissalatü Vesselama müteveccih ise de zımnen hayata ve zevil hayata racidir” şeklindeki ifadeyi Bediüzzaman Hazretleri tadile muhtaç görür ve şöyle izah getirir.

“Çünkü, külli hakikat-ı Muhammediye (a.s.m.) hem hayatın hayatı, hem kainatın hayatı, hem İsm-i Azam’ın tecelli-i azamının mazharı ve bütün ziruhların nuru ve kainatın çekirdek-i aslisi ve gaye-i hilkati ve meyve-i ekmeli olmasından, o hitap, doğrudan doğruya ona bakar. Sonra hayata ve şuura ve ubudiyete onun hesabına nazar eder.”

Bu noktada Cafer-i Sadık Hazretlerinin fikri ile Risale-i Nur ve Ehl-i sünnet akidesi arasında herhangi bir sıkıntı ve ayrılık yoktur. Fakat “Allah’ın Hz. Muhammed’e bahşettiği ezeliyet nuru” ifadesi ehl-i sünnet akidesine zıttır. Çünkü hiçbir fani ve mahlûk, mümkün ve hâdis (sonradan yaratılan) mertebesinden ezeliyet mertebesine geçemez. Çünkü, sadece Allah (c.c) ezelî ve ebedidir.

Netice olarak; Risalelerde Hakikat-ı Muhammediye şöyle geçmektedir:

“Hem o melek, cin ve beşerin seyyidi olan zat, şu kâinat ağacının en münevver ve mükemmel meyvesi ve rahmet-i İlâhiyenin timsali ve muhabbet-i Rabbâniyenin misali ve Hakkın en münevver bürhanı ve hakikatin en parlak sirâcı ve tılsım-ı kâinatın miftahı ve muammâ-yı hilkatin keşşafı ve hikmet-i âlemin şârihi ve saltanat-ı İlâhiyenin dellâlı ve mehâsin-i san'at-ı Rabbâniyenin vassâfı; ve câmiiyet-i istidat cihetiyle, o zat mevcudattaki kemâlâtın en mükemmel enmuzecidir. Öyleyse, o zâtın şu evsâfı ve şahsiyet-i mâneviyesi işaret eder, belki gösterir ki, o zat kâinatın illet-i gaiyesidir. Yani, 'O zâta şu kâinatın Hâlıkı bakmış, kâinatı halk etmiştir. Eğer onu icad etmeseydi, kâinatı dahi icad etmezdi.' denilebilir. Evet, cin ve inse getirdiği hakaik-i Kur'âniye ve envâr-ı imaniye ve zâtında görünen ahlâk-ı âliye ve kemâlât-ı sâmiye, şu hakikate şahid-i kat'idir.”(9)

Dipnotlar:

(1) bk. Mektubat, On Sekizinci Mektub, İkinci Mesele-i Mühimme.
(2) bk. Buharî, Bedul-ahlak, 1.
(3) bk. Mesnevi-i Nuriye, Habbe.
(4) bk. el-Mevahibul-Ledünniye, Aclunî, 1/265-266.
(5) bk. Kastalanî, el-Mevahibü'l-Ledünniye, Kahire, ts.1/47.
(6) bk. Sözler, On Altıncı Söz.
(7) bk. Mesnevi-i Nuriye, Katre.
(8) bk. Acluni, II: 164; Hakim el Müstedrek, II: 615.
(9) bk. Mektubat, On Dokuzuncu Melktup, On Dokuzuncu Nükteli İşaret.

Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü

Kategorileri:
Okunma sayısı : 3.258
Sayfayı Word veya Pdf indir
Bu içeriği faydalı buldunuz mu?

Yorumlar

nurcu56
Maşallah, bin barekallah bu cevaba...
Yorum yapmak için Giriş Yapın ya da Üye olun.
Yükleniyor...