"Hardale ile tabir edilen, bir darı habbesi hükmünde olan kuvve-i hafızanın ihata ettiği meydanda gezintiler yapılırken, o kadar büyük bir sahraya inkılâp eder ki, gezmekle bitmez bir şekil alır." Devamıyla açar mısınız?

Cevap

Değerli Kardeşimiz;

Hâfıza ruhun bir hizmetçisidir; vazifesi hıfzetmek ve gerektiğinde akla hatırlatmak. Fikren, galaksilere varan ve onları inceleyen insan aklı, bu hizmetçisinin mahiyetini anlamaya kalktığında büyük bir yükün altına girmiş gibi oluyor ve bu işi başarmaktan âciz kalıyor.

Bu ders, “... Ruh Allah’ın emrindendir. Size ondan (onun hakkında) çok az bir ilim verilmiştir.” (İsra Suresi, 17/85) âyetinin bir yönüyle tefsiri gibi.

Bu derste hâfızanın meydanının çok geniş olduğuna dikkat çekiliyor. Okuduklarımızdan, görüştüklerimizden, gezip gördüğümüz mekânlardan, semadan, güneşten, aydan, hayvanların ayrı ayrı seslerine kadar her şey hâfızamızda kayıtlı. Bu yönüyle “gezmekle bitmez bir şekil alır.”

Öte yandan, akıl bu merkezin mahiyetini kavramakta çok âciz kalıyor. İnsan nasıl hıfzeder, bilgilerini, gördüklerini nasıl depolar ve sonradan nasıl hatırlar. İnsan aklı, bu manevî mekanizmanın çalışma safhalarını idrakten çok uzaktır. Bu ise âyetin de haber verdiği gibi ruhun mahiyetini bilemeyeceğimiz konusunda bizim için tesirli bir ders, büyük bir irşaddır.

Hâfızasında kaydedilenleri saymakla, hatırlamakla bitiremeyen bir insan, hâfızanın dairesini yani onun hakikatinin ne olduğunu, akıldan yahut duyu organlarından bilgileri ve görüntüleri nasıl aldığını, nasıl hıfzettiğini, lazım olduğunda onları akla nasıl takdim ettiğini, kısacası hâfızanın zâtını ve vazifelerini nasıl kavrayacak, nasıl anlayacak, onun o geniş dairesini nasıl bitirecektir?!.

Aklın gezdiği daire, aklın düşündüğü şeylerin tümünü ifade eder. Neyi düşünsek o aklımızın dairesine girer, neyi hayal etsek o da hayalimizin dairesine dâhil olur. Aynı şekilde, neleri hıfzetsek onlar da hâfızamızın dairesine giriyorlar.

Cenâb-ı Hak, hardaleyi, akıl için bir dünya yapmıştır, yani akıl hâfızanın nasıl bir şey olduğunu anlamak istediğinde, beyindeki merkezi bir darı habbesi kadar yer tutan o şey, büyür, dünya kadar genişlenir, insan aklını yorar ve çaresiz bırakır.

Hâfıza ruhun emrinde çalışan bir manevî cihaz. İnsanın onu anlamaktan âciz kalması, ruhun mahiyetinin tam olarak bilinemeyeceği hususunda insana mühim bir derstir.

"İşte, eğer aklın evhamda boğulmamış ise anlarsın ki:

"Bir kelime-i kudreti, meselâ bal arısını ekser eşyaya bir nevi küçük fihriste yapmak ve bir sahifede meselâ insanda şu kitab-ı kâinatın ekser mes'elelerini yazmak, hem bir noktada meselâ küçücük incir çekirdeğinde koca incir ağacının proğramını dercetmek ve bir harfte meselâ kalb-i beşerde şu âlem-i kebirin safahatında tecelli ve ihata eden bütün esmanın âsârını göstermek ve bir mercimek tanesi kadar mevki tutan kuvve-i hâfıza-i insaniyede bir kütübhane kadar yazı yazdırmak ve bütün hâdisat-ı kevniyenin mufassal fihristesini o kuvvecikte dercetmek, elbette ve elbette Hâlık-ı Küll-i Şey'e has ve bu kâinatın Rabb-i Zülcelal'ine mahsus bir hâtemdir."(1)

"Meselâ; hadsiz masnuattan yalnız cüz'î bir misal olarak insan başı içinde bir hardal küçüklüğünde bir yerde yerleştirilen kuvve-i hâfızaya bakıyoruz. Görüyoruz ki: Öyle bir câmi' kitab belki kütübhane hükmündedir ki, bütün sergüzeşt-i hayatı, içinde karıştırılmaksızın yazılıyor."(2)

"Âlem-i şehadetten olan kafadaki hardal kadar kuvve-i hâfıza âlem-i manadan bir kütübhane kadar vücudu içine alır."(3)

"…beşerin kuvve-i hâfızasında tarih-i hayatını taallukatıyla beraber yazan..."(4)

Üstad Hazretleri hardal tohumunun küçüklüğünü nazara vermekte ve beyinde küçük bir yer kapladığı tahmin edilen hafıza merkezinde nice müşahedelerin ve bilgilerin yer aldığına dikkat çekmektedir.

Beyinde birçok merkezin bulunduğu bugün de ilmen kabul edilmektedir. Şu var ki, hafıza için bir nokta yerine bir bölge ifadesi kullanılmaktadır.

Burada ders verilen derin hakikate bir derece yaklaşmak için kendi bedenimizden bir misal verelim: Gözümüz, maddesi itibariyle küçük bir varlıktır. Bu küçük varlıkla güneşe baksak güneşin, aya baksak ayın, dağa baksak dağın görüntüsü tecelli eder. Burada güneşin, ayın ve dağın maddî varlıklarını değil, görüntülerini nazara alarak diyebiliriz ki, bu görüntüler gözden çok daha aşağı bir vücud mertebesindedirler. Ve gözümüz çok kolay olarak bu görüntüleri içine alabilmekte, bizim görmemize hizmet edebilmektedir.

Bir hard diskin mâna âleminde çok kitapları içine alabilmesi de buna güzel bir misal olabilir.

İşte, beyindeki hafıza merkezi de bu mânada düşünüldüğünde, belli bir varlığa sahip olan o merkez kendisinden varlık mertebesi itibariyle çok daha aşağılarda bulunan bilgiler ve hatıralar âlemini içine alabilmektedir.

Dipnotlar:

(1) bk. Sözler, Yirmi İkinci Söz, İkinci Makam.
(2) bk. age., Otuz Üçüncü Söz, Yirmi Yedinci Pencere.
(3) bk. Mektubat, Yirminci Mektup, İkinci Makam.
(4) bk. Mesnevi-i Nuriye, Lem'alar.

Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?

BENZER SORULAR

Yükleniyor...