"Haşirde ruhların cesetlere gelmesi var; hem cesetlerin ihyası var; hem cesetlerin inşası var." Madem zaman yok, neden her şey kısım kısım oluyor? Bir şeyi kısımlara ayırmak ve bunu yaparken sırayı gözetmek acaba zamansız olabilir mi?

Cevap

Değerli Kardeşimiz;

Burada, tekrar yaratılışın zamansız vücuda gelmesi, safhasız ve merhalesiz vücuda gelmesi mânasına gelmiyor. Ayrıca buradaki bu sıralamanın da hikmetsiz ve rastgele olduğunu düşünmüyoruz. Şöyle ki;

Mevt, ruhun beden kafesinden ayrılmasıdır. Haşirde ruh, ahirete münasip bir bedenle tekrar buluşacaktır. Burada Üstadımızın verdiği sıralama, aslında anne rahminde belli bir zamana kadar teşekkül eden cenine ruhun bir anda girmesi gibidir. Burası hikmet dünyası olması hasebiyle, zaman ve müddet vardır. Önce beden inşa olur, sonra da ruh ilka edilir.

Bu dünya hikmet dünyasıdır, ahiret ise kudret âlemi. Dünyada çoğu şey, kademeli olarak, zaman içinde ve bir İlâhî terbiyeden geçerek yaratılır. Cenâb-ı Hak sonsuz kudretiyle her şeyi son haliyle bir anda yaratabilirdi, meselâ, kâinatı bir anda yaratır, altı devreden geçirmezdi. Sonsuz kudretiyle bütün bunları yapabilirdi, ama hikmetinin muktezası olarak buna müsaade etmedi.

Bu dünyada hikmet hâkim olduğu içindir ki, çekirdekler birden ağaç olmazlar, yumurtalar bir anda kuş olup uçmazlar, nutfeler bir anda insan olmazlar. Cenâb-ı Hakk’ın hikmeti böyle gerektirmektedir. Bunun elbette bilemeyeceğimiz nice hikmetleri vardır. Ancak göz ile görünen bir hikmeti de şu olsa gerektir. Her şey bir anda yaratılsaydı, birçok esma tecelli etmeyecek ve birçok mahlûk yaratılmayacaktı. Meselâ, Hâfiz ismine mazhar olan çekirdekler âlemi hiç olmayacaktı. O çekirdeklerin açılmasıyla tecelli eden Fettah ismi de tecellisiz kalacaktı. Her şey son haliyle bir anda yaratılsaydı, sadece koyunları görecektik, kuzular olmayacaktı, sadece büyümüş insanları görecektik, bebekler olmayacaktı.

Haşirde kudret hâkim olduğu için her şey bir anda vücud bulacaktır. Bu nedenle risalelerde haşirdeki dirilme için önce ruhun bedene gelmesi, sonra bedenin ihyası, en sonunda da bedenin inşasından bahsedilir ki, dünyadakine göre taban tabana ters düşmektedir. Bunun hikmeti ise, bu üç merhalenin aynı anda meydana geldiğini ihsas etmek içindir.

"... Mevt ise fena değil, belki alakanın kesilmesidir."(1)

Ayrıca ruhlar, birinci sûra üfürülmesiyle dünya hayatları biter. Tüm ruhlar geri çekilir, yükselir. Böylece kıyamet tahakkuk eder. Haşrin başlangıcında İkinci sûra üfürülmesiyle ruhlar serbest bırakılır. Böylece ruhlar, dünyada iken kullandıkları zerrelerden yaratılan bedenlere girerler. Bunların hepsi o kadar hızlı olur ki, bunun için zamansız denilmiş olabilir.

"...tabur-misal bir cesedin nizamı altına girmekle birbiriyle tanışan zerrat-ı esasiye ve ecza-i asliyeyi bir sayha ile Sûr-u İsrafil'in borusuyla nasıl toplayabilir? İstib'ad suretinde denilir mi? Denilse, eblehçesine bir divaneliktir."(2)

Üstad'ın cesetlerin ihyasına şu gelen misali vermesi manidardır. Temsilin hakikati şu olabilir; lambalar dağılmış cesed ve zerreler ise, elektrik de ruh olur. Tek bir merkezden maksat İsrafil'in ikinci sûrudur.

"Cesedlerin ihyasına misal ise: Çok büyük bir şehirde, şenlik bir gecede, bir tek merkezden, yüzbin elektrik lâmbaları, âdeta zamansız bir anda canlanmaları ve ışıklanmaları gibi, bütün Küre-i Arz yüzünde dahi, bir tek merkezden yüz milyon lâmbalara nur vermek mümkündür."(3)

Üstad Hazretleri sadece zamansız bir anda olur deyip geçmemiş, aklın iz’anı ve kabulü için misaller vermiştir. Bilhassa zamansız deseydi ve rastgele üç fiil sıralasaydı, aklî delil olmazdı. Misalleri verip kanunları ve hikmetleri, misallerin içine koymuştur. Anlaşılması için timsallerin hakikatlerini ve kanunlarını akıl sahiplerine bırakmıştır.

"İşte ekser Sözlerde ekser temsilat, böyle kanunların uçlarını birer cüz'î misal ile göstermekle; müddeada, aynı kanunun vücuduna işaret eder. Madem temsil ile kanunun tahakkuku gösteriliyor, bürhan-ı mantıkî gibi yakînî bir surette müddeayı isbat eder. Demek Sözlerdeki ekser temsiller; birer bürhan-ı yakînî, birer hüccet-i kàtıa hükmündedir."(4)

Allah için zaman söz konusu değildir; kendisine göre her şeyi bir anda yaratır. Bir sıralama ve safhaya muhtaç değildir. Bunun için kendisine nisbeten yeri ve göğü de bir anda yaratmıştır. Ama bizim tefekkürümüz ve anlayışımız için altı gün yani altı devreden ve merhaleden bahsedilir. Çünkü eğer bize göre de sebebsiz ve merhalesiz hızlıca bir anda vücuda gelmiş olsa idi, hiç kimse akledemez ve düşünemezdi. Akıl bu yolda gidemezdi.

Öyle de haşr-i a’zamın da bir safhası ve sırası vardır. Bu safhalar ve sıraları bizim için ve bizim aklımız ve tefekkürümüz için kabul ederiz. Yoksa ne haşir için ve ne de dünyayı yarattığı altı gün mevzusunda Allah, esbaba ve maddeye ve zamana ihtiyacı yoktur.

"...hikmet-i İlahiyenin muntazam kanunları dairesinde, haşr-i a'zam tarfetü'l-ayn'da vücuda gelebilir."(5)

Hem nasıl ki bahar ile sineğin haşri hangi kanun ile oluyorsa, haşr-i a’zam da aynı kanunla vücuda gelir. Dünyadaki kanunlar haşir için de geçerlidir. Yine de unutmamak gerekir ki, dünyada işler hikmet ile zaman ve müddetle yapılırken, ahirette kudret ile bir anda yapılacaktır.

"Hem o Sâni'-i Kadîr, hangi kanun-u hikmetle bir sineği ihya eder; aynı kanunla şu önümüzdeki çınar ağacını her baharda ihya eder ve o kanunla Küre-i Arz'ı yine o baharda ihya eder ve aynı kanunla haşirde mahlukatı da ihya eder."(6)

"Ruhlar, cesedin dağılmış zerrelerine nasıl gelir?" hususu üzerinde biraz duralım:

Ruh basittir, ama ruhun temessülatıyla veya bir ruh gibi olan kanunlarla ve ilahî takdirlerle, dağılmış cesetlerin zerrelerden meydana getirilmiş cesetlere gelip yerleşir.

"Hem madem ruh cisme hâkim olduğu gibi; camid maddelerde dahi kaderin yazdığı evamir-i tekviniye, o maddelere hâkimdir."(7)

Ruhun cesed içindeki hâkimiyeti sadedinde Üstadımız şu mükemmel tespiti yapar:

"Ruha nisbeten uzak yakın bir hükmünde. Birbirine perde olmaz. İsterse, çoğunu birinin imdadına yetiştirir. İsterse bedenin her cüz'ü ile bilebilir, hissedebilir, idare edebilir. Hattâ çok nuraniyet kesbetmiş ise, herbir cüz'ü ile görebilir ve işitebilir."(8)

Yine aynı şekilde Birinci Meseledeki şu cümle de konumuz açısından çok manidardır. Çünkü zerrelerin mahiyetiyle ruhlar arasında bizim bilmediğimiz münasebetler de olabilir:

"...zerreler âleminde iken ezel canibinden gelen اَلَسْتُ بِرَبِّكُمْ hitabını işiten ve قَالُوا بَلٰى ile cevab veren ervahlar,.."(9)

Dipnotlar:

1) bk. Barla Lahikası, 213. Mektup.

2) bk. Sözler, Yirmi Beşinci Söz, Birinci Şule.

3) bk. Şualar, İkinci Şua, Uzunca Bir Haşiye (Onuncu Söz, Zeylin Üçüncü Parçası).

4) bk. Mektubat, Yirmi Dördüncü Mektup, İkinci Makam.

5) bk. Şualar, İkinci Şua, Uzunca Bir Haşiye (Onuncu Söz, Zeylin Üçüncü Parçası).

6) bk. Mektubat, Yirmi Dördüncü Mektup, İkinci Makam.

7) bk. Sözler, Otuzuncu Söz, İkinci Maksat.

8) bk. age., Otuz Üçüncü Söz Otuz Birinci Pencere.

9) bk. Şualar, İkinci Şua, Uzunca Bir Haşiye (Onuncu Söz, Zeylin Üçüncü Parçası).

Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü

Kategorileri:
Okunma sayısı : 4.504
Sayfayı Word veya Pdf indir
Bu içeriği faydalı buldunuz mu?

Yorumlar

şeref askar

   - فإن قلت: إذا أُحرق إنسانٌ وأُعطي رمادُه للهواء كيف يتصور فيه الحياة القبرية؟
قيل لك: إنَّ البنية ليست شرطا للحياة عند أهل السنة والجماعة، فيمكن تعلق الروح ببعض الذرات.
إشارات الإعجاز في مظان الإيجاز - 215


“Arabî İşârâtu'l-İ‘câz" sayfa 215

"Sual : Eğer desen: 'Bir insan yakılıp külü havaya savrulduğu zamân, onda kabir hayâtı nasıl tasavvur edilebilir? Onun için kabir hayâtı/azabı keyfiyyeti nasıl olur?'

"Cevab : Ehl-i Sünnet ve'l-Cemâate göre, hayât için bünye ve cesed şart değil dir. Öyle ise, rûhun zerrât ile taalluku ve irtibâtı mümkündür.

Yorum yapmak için Giriş Yapın ya da Üye olun.

BENZER SORULAR

Yükleniyor...