Hatiplik ve konuşma eksikliği olan birinin vakıflık yapması doğru değil diye düşünüyorum, ne yapmamı tavsiye edersiniz?
Değerli Kardeşimiz;
İmana ve İslam’a hizmet etmenin tek yolu, vakıf olmak ya da hatip olmak değildir. Her Müslüman kabiliyeti ve gücü doğrultusunda imana hizmet eder, o doğrultuda verimli olur. Allah, her bir insana farklı farklı meziyet ve kabiliyetler ihsan etmiş; biz o kabiliyet ve meziyetlerimizi İslam davasında kullanmalı ve iman davasında istihdam etmeliyiz.
Bazen bir hizmette bulunursun, o hizmet on hatip ve on vakıf kadar verimli ve değerli olabilir. Bazen basit bir askerin gördüğü basit bir hizmeti bir paşa göremez. Mesela, Çanakkale Savaşı'nda Seyit Onbaşı'nın o ağır gülleyi kaldırması, savaşın seyrini değiştirmiştir. Orada rütbesi yüksek, ama fiziki açıdan zayıf ve cılız bir paşa olsa idi, belki Seyit Onbaşı'nın yaptığını yapamayacaktı.
Özetle, her Nur talebesinin mükemmel bir hatip ve sabırlı birer vakıf olması mümkün ve kabil değildir; ama hepsinin yapacağı ve muvaffak olacağı çok hizmet alanları bulunuyor.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü
Yorumlar
"Talebeliğin hâssası ve şartı şudur ki: Sözler'i kendi malı ve te'lifi gibi hissedip sahib çıksın ve en mühim vazife-i hayatiyesini, onun neşir ve hizmeti bilsin." Mektubat ( 344 )
İfadesinden anlıyoruz ki, en mühim hayat vazifesini Rnurun telif ve neşri bilenler, talebe dairesindedir. Bundan daha iç daireler, yani Rnur talebeliğindeki dereceler külliyatta şöyle geçiyor:
"Risale-i Nur bir daire değil, mütedâhil daireler gibi tabakatı var. Erkânlar ve sahibler ve haslar ve naşirler ve talebeler ve tarafdarlar gibi tabakatı var. " Kastamonu Lahikası ( 248 )
Talebelerden daha öz olarak “naşir, has, sahip, erkanlar” daireleri mevcud olduğunu anlıyoruz. Vakıflık ise:
"Çünki sâbıkan isbat edildiği gibi, siyaset-i dünya ile hiç alâkadar değilim; yalnız bütün vaktimi ve hayatımı, hakaik-i imaniye ve Kur'aniyeye hasr ve vakfetmişim." Şualar ( 472 ) ifadesinde vakf-ı hayat şartı olarak, talebelik şartına ilaveten, bütün vakit ve hayatını iman hakikatlerine hasretmek olarak geçmiştir. Ve keza külliyatta vakf-ı hayat hususundaki ifadelere baktığımızda, konuşma ve hitabet vasıflarını şart olarak gösteren hiçbir ibareye rastlamadım. Talebelik, vakıflık veya iç daireler “hakikati ne kadar ifade edebildiğimiz”le değil; hakikati ne kadar basiretle görüp, ihlas ve sadakatla yaşayabildiğimizle orantılı ünvanlardır. Hiç ifade kabiliyeti olmasa ama hiçliğini anlamış ve hizmete karar vermiş olsa, o insan şahs-ı maneviyi kendi ruh aynasında yansıttığı için, mıknatıs gibi hakikat arayanları kendine çeker ve hizmette olan kardeşlerine kuvvet verebildiği için onların hizmette sebat etmelerine vesile olur. Mesela Bayram Ağabey çok fasih bir lisan ve Uçar Abi gibi kuvvetli bir hitabeti olmamasına rağmen, ruhunda hakikati çok kuvvetli massettiği için Avrupa ülkelerindeki nice hizmete ve Türkiye içinde, Ankara, Isparta gibi memleketlerde nice üniversiteli vakıfların yetişmesine ve fedakarane devam etmesine vesile olmuştur.
Vakıflıktan kastın “hayatını hakikate adamak” olduğunu idrak etmek ve ona göre yola çıkmak lazım. Vakfedildikten sonra o hizmeti ifa için lazım olan hususiyetlerin ikram-ı İlahi olarak verildiği de olabiliyor, ama istenilmez belki verilir.
Cenab-ı Hak hepimizi ihlas ve sadakatle, tam vakfedenlerden etsin.