"Hem daire-i mümkinatın ve kesretin en müntehâsında bulunan cüz’iyatta, belki o cüz’iyatın cüz’iyat-ı ahvâlinde ve keyfiyatında makàsıd-ı rububiyet temerküz ettiğinden..." Buradaki “makasıd-ı rububiyetin temerküz etmesini” nasıl anlayabiliriz?

Cevap

Değerli Kardeşimiz;

Kâinat bir ağaç, insan ise onun en son ve en harika meyvesidir. İman, marifet, ibadet, şükür, ta’zim, tesbih ve tahmid de insanın meyvesidir. Demek bütün kâinatın kuruluş gayesi, tanzim ve tedbir ediliş maksadı, insanın yapmış olduğu ibadete bakıyor ve ona müteveccihtir.

“Kesretin en müntehâsında bulunan cüz’iyat”, bütün insanlar, hayvanlar ve bitkiler. İnsan kâinatın meyvesidir ve ağacın en uzak yeri ve müntehâsı meyvesidir. 

“Kâinat bir şeceredir, anasır onun dallarıdır. Nebatat yapraklarıdır. Hayvanlar onun çiçekleridir. İnsanlar onun semereleridir.” (Mesnevi-i Nuriye)

Kesret çokluk demektir, vahdet ise birlik. Bir fabrikanın bütün bölmeleri, motorları, çarkları tâ en küçük çivisine kadar kesret ile ifade edilir. Bu kesretin tamamından fabrika meydana gelmiş, o kesretli aletler vahdete ermişler, bir tek şey olarak boy göstermişlerdir.

Kâinattaki bütün âlemler ve onlardaki bütün hikmetli faaliyetler, önce bitkileri, sonra hayvanları, en sonunda da insanları meyve vermekle vahdete ererler. Artık, karşımızda şu kadar yıldız, bu kadar element, bu kadar deniz, dağ, ova değil bir tek kâinat vardır; tıpkı kökün, gövdenin, dalların, yaprakların, çiçek ve meyvelerin bir araya gelip bir tek ağaç olmaları gibi.

Kâinat ağacının her şeyi hikmetli olmakla birlikte, biz bunların tamamını idrakten âciziz. Bazı eşyanın hikmetlerini sadece o sahada ihtisas yapan ilim adamları bir derece bilirler, çoğumuz bilemeyiz. Ama bu ağacın meyvelerinde, bilhassa en mükemmel meyve olan insanda, saçından tırnağına, ruhundan hissiyatına kadar her şeyin hikmetle yapıldığını açıkça gördüğümüzden tefekkürümüzü bu sahada teksif eder, sonra “Meyveleri bu kadar hikmetli olan kâinat ağacının elbette tamamı da hikmetle yaratılmıştır” hükmüne varırız.

İnsanı ta’zim, tesbih, tahmid ve şükür gibi ibadetlere teşvik eden saik ise, onun mazhar olduğu sayısız harika nimetlerdir. Allah, bu nimetleri sebeplere terk edip ibadetin önünü tıkamaz.

Mesela; insan yediği bir elma için ya elma ağacına teşekkür edecek ya da ağaçta şuur eseri olmadığı için teşekkürü tamamen terk edecek. Hiçbir insanın vicdanı ağaca şükretmeye razı olmaz. Hâlbuki kâinatın ve onun en mükemmel meyvesi olan insanın yaratılış gayesi ibadet ve şükürdür. İbadet ve şükür yerini bulmadığı zaman, kâinat fakrikasının çalışması çok mânasız ve hikmetsiz olur.

Kâinat kelimesi, lügat mânasıyla bütün varlık âlemini içine almakla birlikte, ekseriyetle kâinat denilince şu görünen madde âlemi hatıra gelir. İnsanlar ve hayvanlar bir yönüyle bu kâinat ağacının meyveleri, diğer yönüyle bu âlemin misafirleridir.

Şu kâinat ağacı ibadet ve şükür meyvesini vermek için dikilmiştir. Nasıl ki bir çiftçi ağacı meyvesi için dikiyorsa, Allah da bu kâinat ağacını insanı, iman ve ibadeti meyve vermesi için dikmiştir. O ağacın en harika ve en üstün meyvesi ise Habib-i Kibriya Efendimiz (asm)'dir, bütün güzel hasletler onda tezahür edip kendini göstermiştir.

"Habibim sen olmasıydın -yani senin kulluğun ve ibadetin olmasa idi- kainatı yaratmazdım."(1)

Kudsi hadîsi de bu mânaya işaret eden mükemmel bir levha hükmündedir.

(1) bk. Ali el-Kari, Şerhü’ş-Şifâ, 1:6; el-Aclunî, Keşfü’l-Hafâ, 2:164.

Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?

BENZER SORULAR

Yükleniyor...