"Hem eskiden beri maddî ve manevî hediyeler bana ağır geliyordu." Buradaki manevi hediyeden kasıt nedir? Hadislerde hediyeleşmek tavsiye edilirken, Üstad neden hediye kabul etmiyor?
Değerli Kardeşimiz;
Hadislerdeki "hediyeleşme" normal durumlar için genel geçer bir kuraldır. Normal şartlarda yapılacak hediyeleşme, muhabbet ve uhuvveti kuvvetlendirir.
Lakin bir de özel durumlar vardır ki, bu durumlarda hediyeleşme çirkin ve kerihtir. Mesela memurların ve amirlerin vazifelerini ifa etme karşılığında hediye kabul etmesi rüşvet kapsamına gireceği için çirkin ve kerih bir durumdur.
Bu asırda insanların nazarı maddiyata ve menfaate çok meyilli olduğu için, hediyelerini fisebilillah olarak değil bir beklenti ve menfaat için veriyorlar. Dolayısı ile bu zamandaki hediyeleşmeler dini içerikli olmaktan çok maddi içeriklidir.
Dini açıdan verilen hediyeler de bu zamanda kantarı kaçırdığı için, yine sakıncalı olarak görülmektedir. Çünkü bu zamanda dinen vazifeli olan kişilere verilecek hediyeler, onları ihlas ve samimiyetten uzaklaştıracağı, ayrıca kalbinde hastalık olan kişiler de bunlara verilen hediyeleri dini kullanma anlamına getireceği ve dine bu açıdan saldırma imkânı bulacağı için yapılmamasının daha isabetli olacağını Üstadımız fiilen göstermek açısından -haddizatında meşru ve hatta sünnet olan- hediyeleri reddetmiştir.
İman hizmeti yapan tüm meşrepler ve özellikle Risale-i Nur hizmetii halis tevhit mesleği olduğu için, bu tarz arızalı hediyeler ile kirletilmemelidir. Üstadımızın bu konuda azami hassas olması bundan dolayıdır. Yoksa normal ve halisane olan hediyeleşmelere karşı bir tutum içinde değildir.
"Manevi hediye"den maksat, duaların yine maddi ve manevi bir beklenti içinde edilmesidir. Yani birisi hâl dili ile şunu demek istiyor: "Üstadım sana dua ederim ama, bana ya bir keramet göster ya dünyevi işlerimin düzelmesine vesile ol ya da manevi makamlara çıkmama vesile ol." Gerçi bu tarz beklentiler günah değil, ama "azami ihlas" mesleğine uygun düşmüyorlar.
Manevi hediyelerden birisi de Üstadımızı ziyaret etmektir. Böyle bir hediye de bazı manevi makamlara ermeye vesile olmasını beklemek, hatta dünyevi ve maddi beklentilere vesile olabileceğinden bunu da Üstadımız kesin bir şekilde istememektedir.
Bu konuda İkinci Mektup bize aşağıda aldığımız şekliyle çok önemli ipuçları vermektedir. Şöyle ki:
"Eski Said minnet almazdı. Minnetin altına girmektense ölümü tercih ederdi. Çok zahmet ve meşakkat çektiği halde kaidesini bozmadı. Eski Said’in, senin bu biçare kardeşine irsiyet kalan şu hasleti ise, tezehhüd ve sun’î bir istiğnâ değil, belki dört beş ciddî esbaba istinat eder."
"Birincisi: Ehl-i dalâlet, ehl-i ilmi, ilmi vasıta-i cer etmekle ittiham ediyorlar, 'İlmi ve dini kendilerine medar-ı maişet yapıyorlar.' deyip insafsızcasına onlara hücum ediyorlar. Bunları fiilen tekzip lâzımdır."
"İkincisi: Neşr-i hak için enbiyaya ittibâ etmekle mükellefiz. Kur’ân-ı Hakîmde, hakkı neşredenler إِنْ اَجْرِىَ إِلاَّ عَلَى اللّٰهِ ... اِنْ اَجْرِىَ اِلاَّ عَلَى اللّٰهِ diyerek insanlardan istiğna göstermişler. Sûre-i Yâsin’de اِتَّبِعوُا مَنْ لاَ يَسْئَلُكُمْ اَجْراً وَهُمْ مُهْتَدُونَ cümlesi, meselemiz hakkında çok mânidardır."
"Üçüncüsü: Birinci Söz'de beyan edildiği gibi, Allah namına vermek, Allah namına almak lâzımdır. Halbuki, ekseriya ya veren gafildir; kendi namına verir, zımnî bir minnet eder. Ya alan gafildir; Mün’im-i Hakikîye ait şükrü, senâyı zâhirî esbaba verir, hata eder."
"Dördüncüsü: Tevekkül, kanaat ve iktisat öyle bir hazine ve bir servettir ki, hiçbir şeyle değişilmez. İnsanlardan ahz-ı mal edip o tükenmez hazine ve defineleri kapatmak istemem. Rezzâk-ı Zülcelâle yüz binler şükrediyorum ki, küçüklüğümden beri beni minnet ve zillet altına girmeye mecbur etmemiş. Onun keremine istinaden, bakiye-i ömrümü de o kaideyle geçirmesini rahmetinden niyaz ediyorum."
"Beşincisi: Bir iki senedir çok emâreler ve tecrübelerle kat’î kanaatim oldu ki, halkların malını, hususan zenginlerin ve memurların hediyelerini almaya mezun değilim. Bazıları bana dokunuyor; belki dokunduruluyor, yedirilmiyor, bazen bana zararlı bir surete çevriliyor. Demek gayrın malını almamaya mânen bir emirdir ve almaktan bir nehiydir."
"Hem bende bir tevahhuş var. Herkesi her vakit kabul edemiyorum. Halkın hediyesini kabul etmek, onların hatırını sayıp istemediğim vakitte onları kabul etmek lazım geliyor. O da hoşuma gitmiyor."
"Hem tasannu ve temellukten beni kurtaran bir parça kuru ekmek yemek ve yüz yamalı bir libas giymek, bana daha hoş geliyor. Gayrın en âlâ baklavasını yemek, en murassâ libasını giymek ve onların hatırını saymaya mecbur olmak, bana nâhoş geliyor."
"Altıncısı: Ve istiğnâ sebebinin en mühimi, mezhebimizce en muteber olan İbn-i Hâcer diyor ki: 'Salâhat niyetiyle sana verilen birşey sâlih olmazsan kabul etmek haramdır.'”
"İşte, şu zamanın insanları, hırs ve tama’ yüzünden, küçük bir hediyesini pek pahalı satıyorlar. Benim gibi günahkâr bir biçareyi, sâlih veya velî tasavvur ederek, sonra bir ekmek veriyorlar. Eğer -hâşâ- ben kendimi sâlih bilsem, o alâmet-i gururdur, salâhatin ademine delildir. Eğer kendimi sâlih bilmezsem, o malı kabul etmek caiz değildir. Hem âhirete müteveccih a’mâle mukàbil sadaka ve hediyeyi almak, âhiretin bâki meyvelerini dünyada fâni bir surette yemek demektir."(1)
(1) bk. Mektubat, İkinci Mektup.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü