"Hem hayatın iki yüzü, yani mülk, melekût vecihleri parlaktır, kirsizdir, noksansızdır, ulvîdir." Burayı, ayinenin iki yüzü ile izah eder misiniz?
Değerli Kardeşimiz;
Mülk bir şeyin dış cihetine, melekût ise iç cihetine deniliyor. Mesela, insanın bedenine mülk, ruhuna melekût diyebiliriz. Ruh ile beden arasında mahiyet olarak çok büyük bir fark var. Bu yönleriyle birbirlerinden çok uzak olan iki şey gibidirler. Ama aralarında çok kuvvetli bir manasebet vardır. Ruhumuz bir yöne bakmak istediğinde yüzümüz hemen o yöne döner.
Aynı şekilde, toprak mülk, yerçekimi kanunu ise melekût oluyor. Birbirlerine bir yönüyle çok yakındırlar. Ama mahiyet olarak, toprakla yerçekimi arasında çok uzun bir mesafe vardır. Buna göre insanın görünen organları mülk, iç organları melekût olduğu gibi, yerküresinin dış kısmı mülk, içi ise tâ mağma tabakasına kadar melekût olur. Aynı şekilde, bu âlemin de görünen kısmı mülk, onda vazife yapan manevi kanunlar ise melekût olurlar.
“Bu itibarla insan ile kalb, birbirine hem zarf, hem mazruf olur.”
Mazruf, zarfa konulan şey demektir. Maddî kalbimiz bedenin içinde bulunması cihetiyle, beden zarf, kalb mazruf olur. Kalbi manevi yönüyle, yâni ruh manasında düşündüğümüzde, kalb zarf olur, beden ise mazruf. Yâni, bu defa manevî kalb bedeni kaplar.
Kalb manevî olunca, onun kaplaması da yine manevî olarak düşünülecektir. Meselâ, kalbimizdeki sevgi sıfatı bütün bedeni kaplar. Nitekim insan, gözünü, kulağını sevdiği gibi, midesini de ciğerini de sever. Keza, insan ilim sıfatıyla bedenin tümünü bilir, ondaki hayat sıfatı da bedenin bütün organlarını ve hücrelerini kaplamıştır. Böylece, beden mazruf, kalb ise zarf olmuş olur.
“Bir şeyde iki cihet var: Biri, mülk -âyinenin mülevven vechi gibi, ezdâd ona vârid oluyor. Çirkin olur, şer olur, hakîr olur, azîm olur, ilâ âhir. Esbab bu cihette vardır. İzhâr-ı azamet ve izzet-i kudret öyle ister. İkinci cihet, melekûtiyet cihetidir: Âyinenin şeffaf vechi gibi. Şu cihet herşeyde güzeldir. Şu cihette esbabın tesiri yoktur. Vahdet öyle ister. Hattâ hayat ve ruh ve nur ve vücut, iki vecihleri şeffaf ve güzel olduğundan, mülken ve melekûten vasıtasız dest-i kudretten çıkıyorlar.” (Mesnevi-i Nuriye)
Aynanın bir şeffaf ve parlak yüzü vardır, bir de pürüzlü ve parlak olmayan renkli yüzü vardır. Aynanın şeffaf ve parlak yüzünde her şey berrak ve net iken, pürüzlü ve renkli yüzünde her şey karmaşık ve bulanıktır.
Mesela; aynanın şeffaf yüzüne baktığımız zaman, bizim simamız kusursuz bir şekilde görünür.
Mülk burada, aynanın pürüzlü ve kesif yüzü ile ifade edilirken, Melekût aynanın şeffaf ve parlak yüzü ile ifade edilmiştir.
Eşyanın mülk yüzünde hayır -şer, iyi -kötü, güzel - çirkin beraber bulunduğu için, herkes her şeyin hayırlı ve güzel cihetini göremez. Bu sebeple görünüşte çirkin ve şer gibi duran şeylerin, Allah’a isnat edilmemesi için, Allah araya sebepleri koyuyor. Sebepler de birçok şeyin arkasındaki güzel ve nezih halleri perdeleyip örtüyor. Bu perde ve örtüler; ancak tahkiki bir iman ve tefekkür ile delinebilir. Ama eşyanın içyüzü olan melekût cihetinde ise, her şey güzel ve berrak olduğu için, orada sebepler değil, bizzat Allah’ın isim ve sıfatları hükmediyor. Yani sebepsiz iş görüyorlar, bizzat icraat yapıyorlar.
Mülevven aynanın renkli tarafıdır ve hakikatte eşyanın mülk yüzünü temsil eder. Aynanın parlak yüzü ise, eşyanın melekût yani iç yüzünü temsil eder.
Üstadımız'ın da ifade ettiği gibi, her şeyin dışına mülk içine melekût denilir. Buna göre yumurtanın kabuğu mülk, içi melekûttur. İnsanın şu görünen şekli mülk, iç organları melekût olur.
Bu tabirler hâdiseler için de kullanılır. Onların görünen halleri mülk, onların arkasında saklı olan hikmet yönleri ise melekût olur. Bizler normalde eşya ve hâdiselerin bize bakan mülk cihetini görüyoruz; melekût cihetini ise akılla ve iman nuru ile görebiliriz.
Aynanın renkli yüzü çok farklı renklerde olabilir. Fakat bu farklılık parlak yüzü etkilemez, hatta bazen ona kuvvet verir. Arka yüzünü ne kadar koyulaştırsak ön yüz o derece parlak görünür. Onun gibi hâdiselerin de iki yüzü vardır. Bize bakan yüzü aynanın renkli kısmına benzer.
Mesela; hastalık, ölüm gibi hâdiseler insana bakan yüzü ile karanlık görülebilir. Fakat Allah'a bakan yüzünde hiç bir karanlık söz konusu değildir. Sıhhat rahmet olduğu gibi, hastalık da günahlara kefaret olması itibariyle rahmettir. Hayat rahmet olduğu gibi, ölüm de dünyadan daha güzel bir âleme gitmeye vesile olduğu için rahmettir.
Biz aynaya ön cihetinden bakarız, arkadaki renklerle pek alâkadar olmayız, hâlbuki aynayı parlatan arkadaki o renklerdir. Üstadımızın ayine misalini hakikate tatbik ederken önce aynanın arka yüzüne nazar edeceğiz. Arka yüz, eşya ve hâdiselerin bizim muhatap olduğumuz cihetleridir. Onların arkasında saklı güzellikleri göremeyince, hemen itiraz yahut şikâyet yolunu tutmayalım diye sebepler yaratılmıştır. Üstad Hazretleri, bu meseleye çok güzel bir misal olarak Azrail aleyhisselâmın ruhları kabzetmesini verir.
Ölüm, iman ehli için bu dünyadan daha güzel bir âleme göç etmektir. Bu, ölümün melekût cihetidir. Bu güzelliğin ortaya çıkmasında Azrail aleyhisselam vazife yapmaktadır. Onun vazifesi de bir perdedir, ölümün hakiki güzelliği Cenab-ı Hakk’ın Mümit (ölümü veren) isminin güzelliğidir. Bu güzellik aynanın arka yüzünde saklıdır; insanlar ise ön yüze muhatap oluyor ve ölümü bu dünyadan ayrılmak, bütün sevdiklerini terk etmek olarak görüyorlar.
İnsanlar ölümün dış yüzünü sevmedikleri ve ölümden üzüntü duydukları için bu güzel ayrılığa hastalıklar ve musibetler perde olmuşlardır.
“… Esbab sırf zahirîdir, melekûtiyette ve hakikatte tesir-i hakikîleri yoktur.” (Sözler)
Sebepler ancak eşyanın “mülk cihetinde,” yani dış yüzlerinde görev yaparlar; eşyanın ve olayların “melekûtuna” yani iç yüzüne karışamazlar.
Bir yazının melekûtu, onda kendini gösteren ilimdir. Kâğıt ve kalem yazının görünmesine birer sebep, birer vasıta ve birer perdedirler; bunlar sadece mülk cihetinde iş görürler, yazıdaki ilme el uzatamazlar.
Hâdiselerin de mülk ve melekût cihetleri vardır. Hastalığın mülk ciheti kederler, acılar, ıstıraplardır. Hastalığın melekûtu ise günahlara kefaret olması, hastaya büyük mükâfatlar kazandırmasıdır. Hastalığa sebep olan mikropların bu büyük neticede bir hisseleri olamaz.
Mahlûkatın ve hadisatın melekût ciheti, onlarda tecelli eden İlâhî isimler ve sıfatlardır.
“Hem her eser-i Samedanî bir mektup gibi, bir Sâni-i Zülcelâl’in esmâsını bildirir. Nakıştan manaya geçsen esmâ yoluyla müsemmayı bulursun.” (Sözler)
Nakış, eşyanın mülk cihetidir; mana ise melekût ciheti. Bir meyvenin de taşıdığı özellikler birer nakış gibidir. Mana ise onda tecelli eden Mün’im ismi, Rezzak ismi, Kerîm ismidir.
Bu isimlerde sebeplerin hiçbir hissesi yoktur. Yani sebepler; “nimet verici, rızık verici, ikram edici” olmaktan çok uzaktırlar. Cenab-ı Hak meyve ağacını bir tezgâh olarak planlamış ve yaratmış, ondan meyveler çıkararak esmâsını tecelli ettirmiştir.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü
Yorumlar
Anlayamadığım nokta: Aynanın parlak yüzünün karşısına konulan çirkin bir şey, aynada çirkin görüntünün oluşmasına, yansımasına sebeptir. Nasıl oluyor da o parlak yüz için "güzeldir" deniyor ve devamında, güzel kabul edilerek kudretin bizzat temas etmesine uygun olduğu ifade ediliyor?
Siz temsile takılmışsınız ayna sadece bir teşbihtir her noktasını hakikate tatbik etmek gerekmiyor. Eşyanın iç yüzü yani İlahi hikmetlerin ayan beyan tecelli ettiği kısım aynanın şeffaf yüzüne benzetiliyor. İnsanın zihninde ki prangalar olmasa yani insan bu yüze pürüzsüz bakabilse her şeyin mükemmel ve kusursuz bir hikmet üzerine olduğunu görür mesela şeytanın yaratılmasının mahz-ı hikmet olduğunu sorunsuz görür. Ama insan zihni sebeplerin keşmekeşliği içinde bu hikmetleri ya tam göremiyor ya da bulanık görüyor.
Biz aynaya ön cihetinden bakarız, arkadaki renklerle pek alâkadar olmayız, hâlbuki aynayı parlatan arkadaki o renklerdir. Üstadımızın ayine misalini hakikate tatbik ederken önce aynanın arka yüzüne nazar edeceğiz. Arka yüz, eşya ve hâdiselerin bizim muhatap olduğumuz cihetleridir. Onların arkasında saklı güzellikleri göremeyince, hemen itiraz yahut şikâyet yolunu tutmayalım diye sebepler yaratılmıştır. FAKAT YUKARIDA ARKA RENK MÜLK CİHETİ VE İNSANLAR DAHA ÇOK BU ARKA RENKLİ KISMINA NAZAR EDİYOR DENİP BURANIN MÜLK CİHETİ OLDUĞU İZAH EDİLMİŞ BİRİNCİ YORUMLA İKİNCİ YORUM TEZATLIK TEŞKİL EDİYOR MÜLK OLAN RENKLİ KISMI ŞEFFAF VE PARLAK OLAN MELEKÜT CİHETİ İNSANLAR RENKLİ KISMA NAZAR EDİP HATA EDİYOR DİYE ANLIYORUM İZAH EDERMİSİNİZ
Aynanın bir şeffaf ve parlak yüzü vardır, bir de pürüzlü ve parlak olmayan renkli yüzü vardır. Aynanın şeffaf ve parlak yüzünde her şey berrak ve net iken, pürüzlü ve renkli yüzünde her şey karmaşık ve bulanıktır.
Mesela; aynanın şeffaf yüzüne baktığımız zaman, bizim simamız kusursuz bir şekilde görünür.
Mülk burada, aynanın pürüzlü ve kesif yüzü ile ifade edilirken, Melekût aynanın şeffaf ve parlak yüzü ile ifade edilmiştir.
Eşyanın mülk yüzünde hayır -şer, iyi -kötü, güzel - çirkin beraber bulunduğu için, herkes her şeyin hayırlı ve güzel cihetini göremez. Bu sebeple görünüşte çirkin ve şer gibi duran şeylerin, Allah’a isnat edilmemesi için, Allah araya sebepleri koyuyor. Sebepler de birçok şeyin arkasındaki güzel ve nezih halleri perdeleyip örtüyor. Bu perde ve örtüler; ancak tahkiki bir iman ve tefekkür ile delinebilir. Ama eşyanın içyüzü olan melekût cihetinde ise, her şey güzel ve berrak olduğu için, orada sebepler değil, bizzat Allah’ın isim ve sıfatları hükmediyor. Yani sebepsiz iş görüyorlar, bizzat icraat yapıyorlar.
Buradaki ayna teşbihini açarmısınız aynanın iki yüzü nedir renkli ve şeffaf ne demek