Her asrın müceddid ve talebeleri velayet-i kübraya mazhar mı? Bu makama sadece Nur talebeleri mi mazhardır? Her asırda vazifeli olan zâtın talebeleri de bu makama mazhar değil mi?
Değerli Kardeşimiz;
Velayet-i kübra bir uç ise, buna yetişme kabiliyeti her insana verilmiş kanaatindeyiz. Ancak kişinin ihlâsını, uhuvvetini, samimiyetini tam mânasıyla ortaya koyduktan sonra Cenab-ı Hakk’ın kendisine bu makamı ikram etmesiyle olur. Yoksa çok çalışıp gayret göstermekle ulaşılabilecek bir makam değildir. Belki nadirattan bazı zâtlar, maneviyat ikliminde fazla kulaç atmalarıyla, cüz’î ihtiyarlarını da kullanarak bu makama ulaşmış olabilirler. Bunların dışındakiler ise ancak Cenab-ı Hakk'ın inayeti, ihsanı ve ikramı ile bu makamı ulaşabilirler.
Velayet-i kübra makamını bir şahs-ı manevî olarak düşündüğümüzde tüm Nur talebeleri içine girer. Sahabe efendilerimiz Resulullah Efendimiz (asm)'in nübüvvet yani ilim sıfatına mazhar olduklarından, onlarda keşf u keramet görülmez. Çünkü velayet-i kübra makamına mazhar olan sahabeler, artık velayet-i suğra veya velayet-i vustadakikeşf ve kerametlere ihtiyaç duymazlar. Aynen bunun gibi, Risale-i Nur da Resul-i Ekrem Efendimizin (asm) ilim sıfatından geldiğinden, ona tam teslim olup istifade edenlerin de bu makama mazhar olacaklarına kanaatimiz var. Ama dediğimiz gibi bu makamı genişçe düşündüğümüzde, bu makam içerisinde en ileri seviyede olanlarında en geri derecede olanlarında bulunduğunu müşahede edebiliriz. Güneş, bir damla suda da tecelli eder, bir nehirde de tecelli eder, okyanusa da...
Dolayısıyla herkes kendi kabına ve aynasının büyüklüğüne göre güneşten istifade ettiği gibi, kendi ahvaline göre de velayet-i kübraya mazhar olabilmektedir. İşte her şeffaf şey kendi mahiyeti ve kabiliyeti noktasından güneşin ışığını alıp haml ve hazm etmektedir. Nur talebeleri de İslamiyet'e gelen taarruzları en evvela kendi omuzları üzerinde hissedip, bu sıkıntılara çare buldukları veya onları bertaraf etme gayretleri neticesinde bu makama ulaşabilmektedirler. Tabiî bu sır diğer İslamî gruplarda da bulunabilir. Şüphesiz ki en iyisini bilen Allah’tır.
Konuyla alâkalı daha geniş bir bilgiyi aşağıda istifadenize sunuyoruz.
Beşinci Mektub'taBediüzzaman Hazretleri velayet yollarını üçe ayırıyor:
1. Velayet-i suğra,
2. Velayet-i vusta,
3. Velayet-i kübra.
Bu yolların hepsi de kulun Allah’a yaklaşmasına ve manen terakki etmesine vesile olur. Velayet sadece tasavvufa ait değildir. Nübüvvet sahibi peygamberlerin de velayetleri vardır. Bu hakikate muazzez Üstad’ımız Lemeat adlı eserinde şöyle ifade etmektedir:
“Bir mi’rac-ı kerametle melekler gördüler ki, elhak müsellem bir nübüvvette muazzam bir velayet var.”(1)
Demek ki peygamberlerin de nübüvvet içinde velayet yolları vardır. Zaten mi’racın hakikati de “Zat-ı Ahmediyye’ninmeratib-i kemalatta seyr-i sülükundan ibarettir.” Öyle görülüyor ki, velayetin şahıslara, zamanlara ve mekânlara göre hususiyetleri değişebiliyor.
1. Velayet-i kübra: Allah’ın kula yakınlığından inkişaf eden, kisbden ziyade vehbiyyetle gidilen, mahiyeti çok yüksek, meşakkatli, zevk ve lezzetleri az olan velayettir. Peygamberlerin, sahabelerin, Mehdi’nin ve onların yolundan gidenlerin mesleğidir. Bu yol, cadde-i kübrâdır; küllî ve feyizli bir meslektir. Mezhep imamları, müçtehidler ve tarikat aktabları buna misal olarak verilebilir.
2. Velayet-i vusta: Bir derece kisb, fakat yüzde doksan mevhibe-yi İlahiye olan, ilm-i ezelîde takdir, tensib ve tavzif edilen, meşakkat ve keşfiyatın beraber olduğu, bazen makam-ı naz ve bazen de makam-ı niyazın hükmettiği, hususî eşhasın velayetidir. Bu makama çalışılarak çıkılmaz, takdir-i ilahi ile murad olunur.
Velâyet-i Vusta; sünnet-i seniyyeye ittibâ etmeyi esas alarak imana ve Kur’ân'a hizmet eden büyük mürşitlerin, asfiyaların ve ülemânın yoludur. Bu sıfatları hâiz olan her zat velâyet-i vustaya mazhardır.
3. Velayet-i suğra: Bu ise meşhur velayettir, tasavvuf ehlinin gittiği yoldur. Bu velayette kulun Allah’a yakınlığı dediğimiz kisb ve mücahede ön plandadır. Zaman ve mekâna muhtaçtır. Bu yol çok meşakkatli ve sıkıntılıdır. Dolayısıyla seyrüsülûk edenleri teşvik ve taltif için keramet ve keşfiyyat ve zevkler mebzuldür.
(1) bk. Sözler, Lemeât.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü
Yorumlar
Kutbiyet, Gavsiyet ve Ferdiyet makamları, velayet-i kübra makamının lazımları değildir. Velayet-i vustanın nihai makamlarıdır ve bir derece kesbidir. Halbuki velayet-i kübrada bu makam ve mertebeler yoktur. Sahabe efendilerimiz gibi sıradan bir insan görüntüsü vardır. Onlarda keramet ve keşfiyat yoktur.
Velayet i kübrada makam yokdur,çünki veraseti nübüvvete mazhariyet vardır ,veraseti nübüvvet ise doğrudan doğruya cenab ı hakkın akrebiyetinden ileri geliyor arada esbab ve vesile ve perde yokki ğavsluk kutubluk veya ferdiyyet gibi içinde makam bulunsun,Allahın esmasında hudud yokki içinde sizin dediğiniz makamat olsun.olsa olsa editörümüzün dediği gibi herkez kendi nispetince o şems i ezelinin esmasından istifade eder ve O zat'ın akrebiyetine, ihtiyarsız mazhar olur tıpkı sahabeyi güzin efendilerimiz gibi ve bu asrın kuran şakirdleri gibi,tassavvuf ve tarikat ile değil perdesiz olarak Allahın kuluna teveccühüdür .TARİKAT VE TASAVVUFDA İSE BU MAKAMAT VARDIR,çünki veraseti nübüvvet ile değil belki binler perdelerden geçib kendi intisab ettiği mürşidin kalp penceresinden kendi gayreti ile kurbiyyeti ilahiyyeye yaklaşmaya çalışmaktır bu sebeble araya makam düşüyor slm ve dua ile