Hizbullah, El-Kaide gibi örgütlerin eylemlerinin Risale hizmetinde yeri var mıdır?

Cevap

Değerli Kardeşimiz;

Risale-i Nur mesleğinde; katiyetle menfi bir tarzda asayişi bozacak hareketlere cevaz yoktur. Risale-i Nur mesleği asayişi bozmadığı gibi, muhafazasına çalışır. Kaldı ki terör ve anarşizme bulaşması mümkün değildir. Nurcular müspet hareket etmeyi ve kavl-i leyyin şeklinde hizmet etmeyi, hayatlarının en mühim bir prensibi olarak kabul etmişlerdir. Risale-i Nur'da bu prensiplerle alakalı yüzlerce bahis ve örnekler vardır. Bunlardan bazılarını takdim edelim:

"Aziz kardeşlerim,

"Bizim vazifemiz müsbet hareket etmektir. Menfî hareket değildir. Rıza-yı İlâhîye göre sırf hizmet-i imaniyeyi yapmaktır, vazife-i İlâhiyeye karışmamaktır. Bizler âsâyişi muhafazayı netice veren müsbet iman hizmeti içinde herbir sıkıntıya karşı sabırla, şükürle mükellefiz."

"Meselâ, kendimi misal alarak derim: Ben eskiden beri tahakküme ve terzile karşı boyun eğmemişim. Hayatımda tahakkümü kaldırmadığım, birçok hadiselerle sabit olmuş. Meselâ, Rusya'da kumandana ayağa kalkmamak, Divan-ı Harb-i Örfîde idam tehdidine karşı mahkemedeki paşaların suallerine beş para ehemmiyet vermediğim gibi, dört kumandanlara karşı bu tavrım, tahakkümlere boyun eğmediğimi gösteriyor. Fakat bu otuz senedir müsbet hareket etmek, menfî hareket etmemek ve vazife-i İlâhiyeye karışmamak hakikati için, bana karşı yapılan muamelelere sabırla, rıza ile mukabele ettim. Cercis Aleyhisselâm gibi ve Bedir, Uhud muharebelerinde çok cefa çekenler gibi, sabır ve rıza ile karşıladım.(...)"

"Haricî tecavüze karşı kuvvetle mukabele edilir. Çünkü düşmanın malı, çoluk çocuğu ganimet hükmüne geçer. Dahilde ise öyle değildir. Dâhildeki hareket, müsbet bir şekilde mânevî tahribata karşı mânevî, ihlâs sırrıyla hareket etmektir. Hariçteki cihad başka, dahildeki cihad başkadır. Şimdi milyonlar hakikî talebeleri Cenab-ı Hak bana vermiş. Biz bütün kuvvetimizle dahilde ancak âsâyişi muhafaza için müsbet hareket edeceğiz. Bu zamanda dahil ve hariçteki cihad-ı mâneviyedeki fark pek azîmdir."(1)

"Saniyen: Benim bu seyahatlerimde kat'iyen siyasetle alâkamın olmadığına bir delil, kırk seneden beri siyaseti terk ettiğimden, yalnız ve yalnız Kur'ân'ın bu zamana tam muvafık bir tefsiri olan Risale-i Nur küfr-ü mutlakı kırdığı için anarşistliğe ve tahribatçı cereyanlara karşı sed çektiği gibi, Kur'ân'ın Risale-i Nur'a verdiği dersinde bir kanun-u esasî olan Herkesin kazandığı, yalnız kendisine aittir. وَلاَ تَزِرُ وَازِرَةٌ وِزْرَ اُخْرٰى ["Hiçbir günahkâr, başkasının günahını yüklenmez." (En'âm Sûresi, 6:164; İsrâ Sûresi, 17:15; Fâtır Sûresi, 35:18; Zümer Sûresi, 39:7 )]. sırrıyla, 'Âsâyişe ilişmek, beş câni yüzünden doksan mâsuma zulüm etmektir.' diye olan uhrevî hizmetimiz vatan, millet ve âsâyişe de büyük bir faydası olması cihetiyle, beni tecessüs eden veyahut da zahmet veren polis ve inzibatlara da helâl ediyorum. Onları âsâyişin mücahid muhafızları diye, kardeş gibi mesrurâne kabul ettim. Hattâ, beni Ankara'dan çevirmelerini de kabul ettiğim gibi, hakkımda bir inâyet-i İlâhiyeye vesile olmaları cihetiyle Allah'a şükrettim. Ve kemâl-i ferahla Ankara'dan döndüm."(2)

"Kat'î emir verilmiş ki: "Said'i cebren hükûmete getiriniz."

"Bekçiler ve bir onbaşı gelmişler. Kapımı kapamıştım, kilitlemiştim. Onlar demişler: "Biz istifa ederiz, onun kapısını kırmayacağız." Dönmüşler, gitmişler."

"Demek bu hususî zelzele müdafaatımdaki zelzeleler gibi Risale-i Nur'la alâkadardır ki, bu defa hususî kaldı, hem şiddetiyle beraber zararsız geçti."

"Eğer Nurun buradaki küçücük medresesinin kapısını kırsaydılar, elbette tokat ciddî olacaktı, yalnız ihtar için olmayacaktı. Gerçi bu taarruz cüzî ve hafif idi, fakat ben gizlemem ki, hiç bu defa gibi damarıma dokunmamıştı. Fakat Nur ve Nurcuların hatırı için, harika tahammül ettim. Çünkü o bedbaht, hükûmette, vazife sandalyesinde bana şetmedip hizmetçime der: "Git, ona söyle." Hükûmetin nüfuzunu serseri şahsına mal ederek meydan okumuş. Ve Eski Said'in bende irsiyet kalan damarıma çok ilişti. Fakat fevkalâde ehemmiyetli olan sükûn ve temkin ve itidal-i dem ve sabır ve tahammülün kat'î lüzumu beni teskin etti."
(3)

"Saniyen: O vâiz ve âlim zâta benim tarafımdan selâm söyleyiniz. Benim şahsıma olan tenkidini, itirazını, başım üstüne kabul ediyorum. Sizler de, o zâtı ve onun gibileri münakaşa ve münazaraya sevk etmeyiniz. Hattâ tecavüz edilse de bedduayla da mukabele etmeyiniz. Kim olursa olsun, madem imanı var, o noktada kardeşimizdir. Bize düşmanlık da etse, mesleğimizce mukabele edemeyiz. Çünkü, daha müthiş düşman ve yılanlar var."

"Hem elimizde nur var, topuz yok. Nur kimseyi incitmez, ışığıyla okşar. Ve bilhassa ehl-i ilim olsa, ilimden gelen enaniyeti de varsa, enaniyetlerini tahrik etmeyiniz. Mümkün olduğu kadar, "Boş sözlerle, çirkin davranışlarla karşılaştıkları zaman, izzet ve şereflerini muhâfaza ederek oradan geçip giderler." Furkan Sûresi, 25:72.düsturunu rehber edininiz.Hem, Hasan Avni ismindeki zat, madem evvelce Risale-i Nur'a girmiş ve yazısıyla da iştirak etmiş, o daire içindedir. Onun fikren bir yanlışı varsa da affediniz. Biz, değil onlar gibi ehl-i diyanet ve tarikata mensup Müslümanlar, şimdi bu acip zamanda, imanı bulunan ve hattâ fırak-ı dâlleden bile olsa onlarla uğraşmamak; ve Allah'ı tanıyan ve âhireti tasdik eden Hıristiyan bile olsa, onlarla medâr-ı nizâ noktaları medâr-ı münakaşa etmemeyi, hem bu acip zaman, hem mesleğimiz, hem kudsî hizmetimiz iktiza ediyor. Ve Risale-i Nur'un âlem-i İslâmda intişarına karşı hayat-ı içtimaiye ve siyasiye cihetinde mâniler çıkmamak için, Risale-i Nur şakirtleri musalâhakârâne vaziyeti almaya mükelleftirler."

"Hem bir adam, kendi başına cesareti güzel de olsa, bir cemaat-i mütesanideye girdikten sonra, onların istirahatini ve sarsılmamalarını muhafaza etmek için, o şahsî cesareti istimal edemez."

سِيرُوا عَلٰى سَيْرِ اَضْعَفِكُمْ [“En zayıflarınızın yürüyüşüne göre hareket ediniz” (el-Aclûnî, Keşfü'l-Hafâ, 1:464, hadis no: 1518)]. hadis-i şerifinin sırrıyla hareket etmek, hem şimdilik, bu müşevveş vaziyetlerde çok zararlı, hem hocaları, hem ehl-i siyaseti Risale-i Nur'a karşı cephe almaya ve tecavüz etmeye sebebiyet veren şapka ve ezan meseleleri ve Deccal ve Süfyan ünvanları, Risale-i Nur şakirtleri yabanîlere karşı lüzumsuz medâr-ı bahis ve münazaa edilmemek lâzımdır ve ihtiyat etmek elzemdir ve itidal-i demmi muhafaza etmek vaciptir. Hattâ, sizde cüz'î bir ihtiyatsızlık, buraya kadar bize tesir ediyor."(4)

"Bediüzzaman'ı ve Risale-i Nur'u her yeni tanıyan müdrik ve takdirkâr kimseler, daha evvel tanımadıklarına binler teessüf edip kaybettikleri zamanları telâfi edebilmek için müsait vakitlerini boşa sarf etmeyerek, beş dakikalık bir zamana dahi ehemmiyet verip, geceli gündüzlü Risale-i Nur'a çalışmaya başlıyorlar. Bu rağbet ve şiddetli alâka hiçbir psikolog, sosyolog ve filozofun eserinde görülmemiştir. Onlardan ancak tahsilli kimseler istifade edebilmişlerdir. Bir ortaokul çocuğu veya okumasını bilen bir kadın, büyük bir filozofun eserini okuduğu zaman istifade edememiştir. Fakat Risale-i Nur'dan herkes derecesine göre istifade etmektedir. Bunun için, sizlerin Bediüzzaman ve Risale-i Nur şakirtlerine vereceğiniz beraat kararını bütün bir millet bekleşiyor. Eğer Said Nursî, talebelerine musibet zamanında sabır ve tahammül ve itidal telkin etmemiş olsaydı; gönüllü alay kumandanı olarak harbe iştirak ettiği zaman topladığı talebeleri gibi hürmetkâr olan binler Risale-i Nur şakirtleri, Afyon tepelerine kuracakları çadırlar içerisinde, Afyon Ağırceza Mahkemesinin beraat kararını bekleyeceklerdi."

"Said Nursî ve Risale-i Nur şakirtlerinin çalışmalarını, kanun çerçevesine alınıp gizli cemiyet olduğu ispat edilemiyor. Neden ispat edilemiyor? Acaba vukuflu bir adliyeci olmakla baş müddeiumumîliğe kadar yükselen bir şahıs, bu ispatı kanunla yapmaktan âciz midir? Hayır, kat'iyen âciz değildir. Ortada gizli bir cemiyet diyecek bir teşkilât yoktur. Ve onun için cemiyetçilik ispat edilemiyor."

"Savcının evvelen, 'Nur talebeleri bir cemiyet değildir.' diye kanun dairesindeki tam görüş ve isabetle verdiği hükmü, biraz sonra her nedense 'cemiyettir' diye iddia etmesi bir tenakuzdur, elbette hükümsüzdür."(5)

Dipnotlar:

(1) bk. Emirdağ Lâhikası-II, (151. Mektup)

(2) bk. a.g.e., (150. Mektup)

(3) bk. a.g.e.-I, (118. Mektup)

(4) bk. Kastamonu Lahikası, (160. Mektup)

(5) bk. Şualar, On Dördüncü Şua, (Zübeyir'in Müdafaasıdır)

Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?

Yorumlar

Ziyaretçi (doğrulanmadı)

Bediüzzaman, rivayetlerde gelen eşhas-ı ahirzamana ait haberlerin mühim bir kısmını ve hürriyetten evvel İstanbul'da tevilini söylediği hadîslerin ihbar ettiği ahirzamanın dehşetli şahıslarının âlem-i İslâm ve insaniyette zuhur ettiğini görür. Ve yine, gelen rivâyetlerden, onlara karşı çıkacak ve mukabele edecek olan hizbü'l-Kur'an hakkında, "O zamana yetiştiğiniz zaman, siyaset canibiyle onlara galebe edilmez; ancak mânevî kılınç hükmünde i'caz-ı Kur'an'ın nurlarıyla mukabele edilebilir" tavsiyesine müracaatla, Ankara'da teşrik-i mesai edemeyeceği için, kendisine tevdî edilmek istenen mebusluk, Darü'l-Hikmeti'l-İslamiye gibi Diyanetteki azalığı, hem Vilayat-ı Şarkiye Vaiz-i Umûmiliği tekliflerini kabul etmez. Kendisini fikrinden vazgeçirmek için çalışan ve Ankara'dan ayrılmamasını rica için istasyona kadar gelen bir kısım mebusların da arzularına uyamayacağını bildirerek, Ankara'dan ayrılır, Van'a gider. Ve orada hayat-ı içtimaiyeden uzaklaşarak Erek Dağı eteğinde, Zernebad Suyu başında bir mağaracıkta idame-i hayat etmeye başlar. Tarihçe-i Hayat - 132

Yorum yapmak için Giriş Yapın ya da Üye olun.
Ziyaretçi (doğrulanmadı)

Risale-i Nur'a karşı gizli düşmanlarımızdan bazı zındıkların şeytanetiyle çevrilen plânlar ve hücumlar inşaallah bozulacaklar. Onun şakirtleri başkalara kıyas edilmez, dağıttırılmaz, vazgeçirilmez, Cenâb-ı Hakkın inayetiyle mağlûp edilmezler. Eğer maddî müdafaadan Kur'ân men etmeseydi, bu milletin can damarı hükmünde umumun teveccühünü kazanan ve her tarafta bulunan o şakirtler Şeyh Said ve Menemen hâdiseleri gibi, cüz'î ve neticesiz hâdiselerle buluşmazlar. 14. Şuâ | 317

Yorum yapmak için Giriş Yapın ya da Üye olun.
Ziyaretçi (doğrulanmadı)

"Üzülmeyin, İslâmiyet incelir, ama kopmaz" "Cumhuriyetin ilk yıllarındaydı. Kör Hüseyin Paşa babama gelerek, 'Ben Seyda'nın yanına gidiyorum, beraber gidelim' deyince, babam 'Biraz işim var, sen istersen Abdülbaki'yle git. Ayrıca valiyle fırka kumandanı Süleyman Sabri Paşaya haber ver de öyle git' dedi. "Sonra Vali Tahsin Beye gittik. Tahsin Bey, 'Benim de selâm ve hürmetlerimi söyleyin, ellerinden öperim' dedi. Sonra Süleyman Sabri Paşaya gitik, o da aynı şeyleri söyledi. Atlara binerek Erek Dağına gittik. Üstad'ın yanında eskiden polislik yapmış Cevdet isminde bir talebesi vardı. "Ziyaret sırasında Üstad gelecek günlerden bahisle, 'Üzülmeyin, başınıza çok işler gelecek. Sizi çok rahatsız edecekler. Üzülmeyin, hak yerini bulur. Onlar şeriatı kaldırmak istiyorlar. Şeriati-ı garra (parlak Şeriat, İslâmiyet) incelir, ama yine de kopmaz. Onun sahibi Allah'tır. Bir koruyucusunu gönderir, yeniden İslâmiyeti ihya eder' dedi. "Daha sonra biz bunu babama anlattığımızda, peder 'Herhalde Mehdi'yi kastetmiş' diye kanaatını bildirdi. *** Sürgünler başladı "Bu ziyaretimizden sonra sürgünler başladı. "Masum Efendiyi, Üstad'ı, Kör Hüseyin Paşayı, Gevaş Müftüsü Hasan Efendiyi, Küfencizade Şeyh Abdülbaki Efendiyi, Şeyh Hami Paşanın oğlu Abdullah Efendiyi beraber sürgün ettiler. *** ABDULBAKİ ARVASİ

Yorum yapmak için Giriş Yapın ya da Üye olun.
Ziyaretçi (doğrulanmadı)

Birgün resmî elbiseli, iri yarı, heybetli bir adam geldi Bediüzzamanın yanına. Selâm verdi, elini öperek yanına oturdu. Efendim, arkadaşları dışarı çıkarın, sizinle gizli bir şey görüşmek istiyorum dedi. Bediüzzaman adama dönerek: Ne söyleyeceksen burada söyle, bunlar yabancı değiller. Kör Hüseyin Paşa bir aşiret reisiydi ve Bediüzzamanla görüşmek için Patnostan kalkmış gelmişti. Kemerinden iki kese altın çıkardı: Efendim, bu benim malımın zekâtıdır, talebelerinle afiyetle harcarsındedi. Bediüzzaman cevaben: Paşa, sen bilmez misin zekâtın başka yere taşınması dinen câiz değildir. Efendim, çevremdeki fakirlere zekâtımı dağıttım, bu sizin içindir.Benim zekâta ihtiyacım yok, hem ben zekât ve hediye kabul etmiyorum. Kör Hüseyin Paşa, mahcup bir şekilde altınları tekrar kemerine soktu ve şöyle dedi: Efendim, sizden bir ricam olacak. Ben bu devletle savaşmak istiyorum. Beş bin askerimle Vanın etrafını kuşatmaya aldım, emir verdiğin anda hemen vuracağım. Bediüzzaman celâllendi, yerinden doğruldu, kaşlarını çattı: Paşa! Aklını başına al, kimi kime vurduracaksın. Hasanı Hüseyine, Ahmedi Mehmede mi kırdıracaksın? Paşa: Efendim, ben bu konuda kararlıyım. Sizden fetva bekliyorum.Paşa, eğer Müslüman kanının dökülmesine sebep olursan Allahın huzurunda sorumlu olursun. Düşündüğün şeyden vazgeç. Paşa Bediüzzamana adeta yalvararak: Seyda, ben bu kadar hazırlık yaptım, şimdi askerime ne cevap vereceğim? Bediüzzaman: Aşiretine ve askerine mahcup ol, ama yarın Allahın huzurunda rezil olma. Kör Hüseyin Paşa, dizüstü oturduğu yerden kalktı, elini dizine vurarak, Seyda, sen benim evimi yıktın, sen benim evimi yıktın diye söylene söylene gitti. Ve Vandan asker, top, tüfek neyi varsa alıp gitti.

Yorum yapmak için Giriş Yapın ya da Üye olun.
Yükleniyor...