İbadetimde huşuyu tam olarak sağlayamıyorum, dolayısıyla ibadetten gereği gibi bir tat alamıyorum. Öncelikle ibadetlerden zevk ummam doğru mudur ve huşuyu kazanmak adına neler yapabilirim? Risalelerden bu konular geçiyor mu?

Cevap

Değerli Kardeşimiz;

Huşu ve huzur, Allah’ın huzurunda olduğunu idrak edip ona göre hareket etmek anlamındadır. Allah’ın huzurunda olduğunu sürekli akılda ve zinde tutmanın tek yolu; her şeyde ona açılan marifet pencerelerini görebilmek ile mümkündür.Yani bir çiçeğe bir böceğe bir yıldıza baktığımızda, Allah’ın isim ve sıfatlarını o şeylerde okuyabiliyorsak, o zaman her şey bize onu hatırlatır ve onu gösterir. İşte bu manaya, huzuru yakalamada meleke kesbetme denir. Yani sürekli onun huzurunda olduğumuzu akılda ve zinde tutmak anlamına gelir.

Böyle bir huzur ve meleke de ancak sağlam ve tahkiki bir iman ile kazanılır. Bu zamanda sağlam ve tahkiki iman dersini Risale-i Nurlar veriyor. Risale-i Nurlarla ile meşgul olmak onun penceresi ile tefekkür etmek, huzur ve meleke durumunu temin edebilir.

Huşu ve huzuru bozan sebeplerin başında günahlar ve gaflet gelmektedir. Bu zamanda sağlam bir huzur ancak takva ile mümkündür. İnsan ne kadar tefekkür ehli de olsa, takva yok ise huzuru bozar. Tefekkür ve takva huzur ve huşunun temeli gibidir. Bu iki temelden birisi eksik olursa huzur ve huşu kaybolur.

Zevkten kast edilen şey, huşu ve huzurun ruha verdiği dinginlik ve manevi lezzet ise, bunu aramakta ve ummakta bir sakınca olmaz. Lakin zevkten kast edilen şey manevi makamlara yükselmekte insanın nefsine teşvik için verilen zevk ve istiğrak halleri ise, buna müptela olmak ve istemekte sakıncalar vardır. Ehl-i tasavvuf büyükleri bu gibi manevi zevkleri riskli olarak görmüşlerdir. Üstad Hazretleri bu konuyu işlerken şunları ifade eder:

"BEŞİNCİSİ: Sırr-ı tarikati anlamayan bir kısım mutasavvıfe, zayıfları takviye etmek ve gevşekleri teşcî etmek ve şiddet-i hizmetten gelen usanç ve meşakkati tahfif etmek için istenilmeyerek verilen ezvak ve envar ve kerâmâtı hoş görüp meftun olur; ibâdâta, hidemâta ve evrâda tercih etmekle vartaya düşer. Şu risalenin Altıncı Telvihinin Üçüncü Noktasında icmâlen beyan olunduğu ve sair Sözlerde kat'iyen ispat edilmiştir ki, bu dâr-ı dünya dârü'l-hizmettir, dârü'l-ücret değil. Burada ücretini isteyenler, bâki, daimî meyveleri fâni ve muvakkat bir surete çevirmekle beraber, dünyadaki beka hoşuna gidiyor, müştakane berzaha bakamıyor. Adeta bir cihette dünya hayatını sever; çünkü içinde bir nevi âhireti bulur."(1)

Ayrıca zevksiz ve meşakkat içinde yapılan ibadetler daha sevaplı ve faziletli ibadetlerdir. Bu sebeple ibadetlerimde zevk hissetmiyorum, öyle ise namazımın kalitesi, ayarı düştü diye bir zanna kapılmak yersiz bir zandır.

Kastamonu Lahikası'nda bu konuda gelen bir soruya, Bediüzzaman verdiği cevabı buraya alıyoruz:

"Dördüncüsü: Bizimle alâkadar bir zât, pek çokların şekvâ ettikleri gibi, eskiden şiddetli bir tarikatta okuduğu evradındaki zevk ve şevkini kaybettiğini ve sıkıntı ve uyku galebe ettiğini müteessifâne şekva etti."

"Ona dedik: Maddî hava bozulduğu vakit nasıl ki sıkıntı veriyor; asabî sinelerde inkıbaz hali başlıyor. Öyle de, bazan mânevî hava bozuluyor. Hususan mâneviyattan yabanîleşmiş bu asırda ve bilhassa hevesat ve müştehiyat-ı nefsaniyeyi taammüm etmiş memleketlerde ve hususan şuhur-u muharreme ve şuhur-u mübarekede mânevî havayı tasfiye eden âlem-i İslâmın intibah ve teveccüh-ü umumîsi, o mübarek şuhurun gitmesiyle tevakkuf etmesinden fırsat bulup, havayı bozan dalâletlerin tesirleri zamanında ve bilhassa kış tazyikatı altında, bir derece hayat-ı dünyeviye ve hevesat-ı nefsaniyenin tasallutlarının noksaniyetinden, ehl-i İslâm ve ehl-i imanda, hayat-ı uhrevîyeye çalışmak iştiyakı, baharın gelmesiyle hayat-ı dünyeviyenin ve hevesat-ı nefsaniyenin inkişafıyla o iştiyak-ı uhreviyeyi gizlemesi ânında elbette böyle kudsî evradlarla zevk, şevk yerinde, esnemek ve fütur gelir."

"Fakat, madem خَيْرُ اْلاُمُورِ اَحْمَزُهَا sırrıyla, meşakkatli, külfetli, zevksiz, sıkıntılı a’mâl-i sâliha ve umur-u hayriye daha kıymetli, daha sevaplıdır. O sıkıntıda, o meşakkatteki ziyade sevabı ve makbuliyeti düşünüp, sabır içinde mesrurâne şükretmek gerektir."(2)

Yirmi Birinci Lem'a'da "ihlas nasıl kazanılır ve nasıl muhafaza edilebilir" konusunda detaylı bilgi vardır. Bu risalede ihlası kazanmak adına önemli prensipler vaz edilmiştir. Bir kaçını aşağıya alıyoruz:

1. Amelinizde rıza-yı İlâhî olmalı
2. Bu hizmet-i Kur’âniyede bulunan kardeşlerinizi tenkit etmemek ve onların üstünde faziletfuruşluk nev’inden gıpta damarını tahrik etmemektir
3. Kardeşlerinizin meziyetlerini şahıslarınızda ve faziletlerini kendinizde tasavvur edip, onların şerefleriyle şâkirâne iftihar etmektir.
4. İhlâsı kazanmanın ve muhafaza etmenin en müessir bir sebebi, rabıta-i mevttir
5. iman-ı tahkikînin kuvvetiyle ve marifet-i Sânii netice veren masnuattaki tefekkür-ü imanîden gelen lemeât ile bir nevi huzur kazanıp, Hâlık-ı Rahîmin hazır, nâzır olduğunu düşünüp, Ondan başkasının teveccühünü aramayarak, huzurunda başkalarına bakmak, medet aramak o huzurun edebine muhalif olduğunu düşünmekle o riyâdan kurtulup ihlâsı kazanır.

Dipnotlar:

(1) bk. Mektubat, Yirmi Dokuzuncu Mektup, Dokuzuncu Kısım.
(2) bk. Kastamonu Lahikası, 91. Mektup.

Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü

Kategorileri:
Okunma sayısı : 5.684
Sayfayı Word veya Pdf indir
Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yükleniyor...