"İ’lem Eyyühe’l-Azîz! Dünyada görülen bilhassa nebatî ve hayvanî hayatlarda müşahede edilen ademler, idamlar, tebeddül ve teceddüd-ü emsalden ibârettir. İmânlı olan kimselere göre zeval ve firakın acısı değil..." İzah eder misiniz?
Değerli Kardeşimiz;
"İ’lem Eyyühe’l-Azîz! Dünyada görülen bilhassa nebatî ve hayvanî hayatlarda müşahede edilen ademler, idamlar, tebeddül ve teceddüd-ü emsalden ibârettir. İmânlı olan kimselere göre zeval ve firakın acısı değil, yerlerine gelen emsalleriyle visalin lezzeti hasıl oluyor."
İmanlı kimseler, bitkilerin ve hayvanların bir süre dünyada kaldıktan sonra, ölüm kanunuyla yeryüzü sayfasından silinmelerini adem ve idam olarak görmez; onların yokluğa atılmayıp, yerlerine geleceklerle bir vazife değişimi yaptıkları şeklinde değerlendirir. Bu tebeddül ve teceddütle, yeni bitkiler ve hayvanlar dünyaya gelirler, onlar da kendilerine mahsus tesbih ve ibadetlerini yaptıktan sonra gözden kaybolurlar; yerlerine bu defa bir başka grup vazife başına geçer.
Gidenlerin yerlerine yenilerinin gelmesiyle onlardan ayrılığın acısı ortadan kalkar, yerini yenilere kavuşmanın lezzetine bırakır. İ'lem'in devamında şöyle buyurulur:
“Öyle ise, îmâna gel ki, elemden emin olasın. Kadere teslim ol ki, selâmette kalasın.”(1)
Bitki ve hayvanlar âlemindeki bu vazife değişikliklerini doğru değerlendiren kimse, bir gün kendisinin de bu dünyadan ayrılacağını düşündüğünde, bunun İlâhî bir takdir olduğunu bilir ve bu takdire teslim olmakla selamete erer. “Nasıl, o giden bitkilerin ve hayvanların yerlerine emsalleri gelip vazife yapıyorlarsa, ben de öldüğümde hiçliğe gömülmeyeceğim, onların mislen dirilmelerine karşılık ben Rabbimin vaadiyle aynen dirilecek ve yaptığım iyiliklerin mükâfatını ebedi âlemde göreceğim” diyen insan, ayrılık eleminden emin olur ve ilâhî takdirin bir tecellisi olan ölüme karşı tam bir teslimiyet gösterir. Böylece dünyada huzura, ahirette saadete mazhar olmakla selamette kalır.
Üstad Hazretleri “Kaderin her şeyi güzeldir”(2) buyurur. Bu hakikatin sonsuz denecek kadar çok delili var. Bunlardan birisi de organlarımızın, mesela gözlerimizin takdiridir. Gözlerimizin yeri, büyüklüğü, şekli, hususiyetleri hep kader ile planlanmıştır. Bu takdirlerin hepsi güzeldir.
İşte kendinde ve çevresinde kaderin böyle sonsuz güzelliklerini ibretle seyreden bir mümin, bu dünya hayatından bir başka hayata göçmemizin de güzel olduğunu anlar ve ölümün “firak değil, visal” olduğunu bilerek, ölüm korkusundan da emin olur ve selamet bulur.
Anne rahminde kadere tam teslim olarak, kendimizden habersiz bir hayat geçiriyorduk. Bu arada bütün organlarımız da en hikmetli şekilde yaratılıyor ve yerli yerine konuluyordu. Aynı teslimiyeti kabir hayatı için de göstermek durumundayız. Peygamber Efendimizin (asm.) kabrin, ehl-i iman için, “cennet bahçelerinden bir bahçe”(3) olduğu haberi, bizim için en güzel bir emniyet ve selamet müjdesidir.
“Teceddüd-ü emsal” gidenlerin yerine benzerlerinin gelmesi, böylece o şeylerin tazelenmesi demektir. Bir elma dalından koparılıp yenildiğinde yok olmuş oluyor. Bir sene sonra aynı dalda o elmanın mislinin yaratılması teceddüd-ü emsaldir.
İşte elma misalinde olduğu gibi, bütün bitki ve hayvanların ölüm ile yok olmaları insan için acıklı bir tablo değildir. Zira onları yoktan var edip, varlık sahasına çıkaran Allah, ölüm ile terhis ettiriyor.
“Eşya zeval ve ademe gitmiyor, belki daire-i kudretten daire-i ilme geçiyor; âlem-i şehadetten, âlem-i gayba gidiyor; âlem-i tağayyür ve fenadan, âlem-i nura, bekaya müteveccih oluyor."
"Daire-i ilim" denilince akla gelen mânâ şudur: Bu varlık âlemi, güneşleri ve yıldızlarıyla, hayvanları ve insanlarıyla, cinleri ve melekleriyle henüz yaratılmamışken bütün bunların mahiyetleri Allah’ın ezelî ilminde mevcuttu. İşte, daire-i ilim bu “mahiyetler âlemi”dir.
Bunlar, yaratılmaları irade edildiğinde, ilâhî kudretle varlık sahasına çıkarılırlar. İşte, varlık âleminde boy gösteren bütün bu “hakikatler âlemine” de “daire-i kudret” deniliyor.
Buna göre, “daire-i ilim” gayb âlemi, “daire-i kudret” ise şehadet âlemi oluyor. Şu anda yağan yağmurlar, konuşan insanlar, ötüşen kuşlar, şehadet âlemindedirler ve daire-i kudrettedirler. İlâhî kudretle var olmuşlar ve vazifelerini ifa etmektedirler.
Kâinatın ilk tohumunun atıldığı andan, tâ kıyamete, tâ ahirete kadar yaratılacak bütün varlıklar ise şu anda gayb âlemindedirler ve daire-i ilimde bulunuyorlar. Şu kudret dairesindeki eşya, vazifelerinin tamamlanmasıyla bu dünyadan göç ettiklerinde yine gayb âlemine göçmüş olacaklar, yani daire-i kudretten, daire-i ilme geçecekler.
Dipnotlar:
(1) bk. Mesnevi-i Nuriye, Zeylü'l-Hubab.
(2) bk. Sözler, Yirmi Altıncı Söz, Dördüncü Mebhas.
(3) bk. Tirmizî, Kıyamet, 26.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü