"İ’lem eyyühe’l-aziz! Fısk çamuruyla mülevves olan medeniyet, insanları da o çamur ile telvis ediyor. Ezcümle: Riyâyı şan ve şeref ile iltibas etmiş. İnsanları da o pis ahlâka sevk ediyor..." İ'lem'i izah eder misiniz?
Değerli Kardeşimiz;
"İ’lem eyyühe’l-aziz! Fısk çamuruyla mülevves olan medeniyet, insanları da o çamur ile telvis ediyor. Ezcümle: Riyayı şan ve şeref ile telvis etmiş. İnsanları da o pis ahlâka sevk ediyor. Hakikaten insanlar o riyaya öyle alışmışlar ki şahıslara yaptıkları gibi milletlere hattâ unsurlara bile yapıyorlar. Gazeteleri o riyaya dellâl, tarihleri de alkışçı yapmışlardır. Bu yüzden şahsî hayatlar 'hamiyet-i cahiliye' unvanı altında unsurî hayatlara feda edilmektedir."(1)
"Fısk çamuruyla mülevves olan medeniyet, insanları da o çamur ile telvis ediyor."
Üstad Hazretleri Beşinci Nota’da Avrupa’yı ikiye ayırıyor. Avrupa medeniyetinin, beşeriyete faydalı sanatları ve fenleri takip eden kısmına Birinci Avrupa; “beşeri sefahete ve dalâlete sevk eden” kısmına ise “bozulmuş İkinci Avrupa” diyor.
Burada zikredilen, “fısk çamuruyla mülevves olan medeniyet” bozulmuş İkinci Avrupa’nın medeniyetidir. Bu medeniyetin kendisi fısk ile pislendiği gibi, ona uyanları da telvis etmekte, kirletmekte ve bozmaktadır.
Günümüzde bunun en açık misali televizyondur. Bu cihaz, medeniyetin harika bir mahsulüdür. Ama onda ahlâksız sahneler sergilendiğinde, kendisi pis olduğu gibi, seyircilerini de telvis etmekte, günaha sokmakta, Allah’ın en mükemmel san’atı ve arzın halifesi olan insanı şehvet düşkünü, rezil ve sefil bir mahlûk haline getirmektedir.
"Riyayı şan ve şeref ile iltibas etmiş."
Bu sefih medeniyet, cemiyet hayatına da tesir etmekte, cemiyette hâkim olan değerleri de menfi yönde değiştirmektedir. Mesela, şan ve şeref, hak yolda ihlas ile çalışan kişilerin, kendi istekleri ve iradeleri dışında, insanlar tarafından sevilmelerinin bir neticesidir. Bu müsbet şan ve şeref, bozulmuş medeniyette riya şekline girmiş, Hakk’ın rızası insanlara gösteriş yapmakla iltibas edilmiş, karıştırılmıştır.
Riya; “gösteriş yapmak, başkalarının kendini görüp beğenmesine talip olmak” demektir. Âlimlerimiz riyayı şirk-i hafi, yani gizli şirk saymışlardır. Görünürde, ortada putlara tapmak gibi açık bir şirk yoktur. Ancak, Cenâb-ı Hakk'ın huzurunda O’nun mahlûklarına gösteriş yapmak, onlara teveccüh etmek, onlardan alkış beklemek gizli bir şirktir ve insanı rızadan uzaklaştıran en büyük bir afettir. Gel gör ki, bu afete şan ve şeref ismi verilince, onun çirkinliği nazarlardan gizleniyor. Nefislerin ulaşmaya can attığı üstün bir hedef haline geliyor.
Bütün insanlar aynı pis havayı soluyunca, temiz hava âdeta unutuluyor.
Başta peygamberler olmak üzere bütün büyük zatlar, insanların kalplerini halktan (mahlûkat âleminden) Hakk’a çevirmeye çalışmışlardır.
Yirmi Altıncı Söz’ün Zeylinde geçen şu harika tespit, riyanın ne kadar büyük bir tehlike olduğunu ve riyaya şirk-i hafi denilmesinin hikmetini çok güzel ortaya koyar:
"...Hattâ fıtratında tevdi edilen ve Mâbud-u Hakikî'nin hamd ve tesbihi için ona verilen cihazât ve istidadı, kendi nefsine sarfederek مَنِ اتَّخَذَ اِلٰهَهُ هَوٰيهُ sırrına mazhar olur. Kendini görür, kendine güvenir, kendini beğenir."(2)
İnsanın yaratılışına Allah’a hamd etme ve O’nu noksan sıfatlardan tenzih etme duygusu konulmuştur. Nefis, kendini methetmekle ve kendini kusursuz, noksansız göstermeye çalışmakla, âyet-i kerimenin haber verdiği gibi, kendi “hevasını ilah ittihaz etmiş” oluyor. Bu ise bir nevi gizli şirktir.
"İnsanları da o pis ahlâka sevkediyor. Hakikaten insanlar o riyaya öyle alışmışlar ki, şahıslara yaptıkları gibi milletlere hattâ unsurlara bile yapıyorlar. Gazeteleri o riyaya dellâl, tarihleri de alkışçı yapmışlardır. Bu yüzden şahsî hayatlar 'hamiyet-i cahiliye' ünvanı altında unsurî hayatlara feda edilmektedir."
Hamiyet-i cahiliye, ırkçılık demektir. Kendini methetmek gibi, ırkını methetmek de riyanın ayrı bir koludur. Üstad Hazretleri; “Bir insan zatı için sevilmez, muhabbet sıfat içindir” buyurur. İnsanları yükselten, güzel sıfatlar olduğu gibi, milletleri de tarih sayfalarına şan ve şerefle geçiren, onların yaptıkları güzel ve faydalı işlerdir. Bundan gaflet ederek, sadece kendi ırkının üstünlüğünü savunmak, başka ırkları küçük görmek, bütün insanları iman ve faziletle aydınlatmak için gönderilen İlâhî fermanın ruhuna zıttır.
Üstad Hazretleri, menfi milliyetin yani, ırkçılığın “başkalarını yutmakla beslendiğini” kaydeder. Bu çok mühim bir mesajdır. Hadis-i şerifte beyan edildiği gibi; “İnsanların hayırlısı insanlara faydalı olandır.” Aynı şekilde, milletlerin de hayırlısı başka milletlere faydalı olandır. Onları yutmakla beslenmek, bir millet için şeref vesilesi değil, ancak tel’in vesilesi olabilir.
Mimsiz ve sefih medeniyet riya'yı, şan ve şerefi esas alıp insanların nazarlarını da buraya çevirmektedir. Riyaya çevrilen ve müptela olan nazarlar, menfi milliyetçilik dediğimiz hamiyet-i cahiliyeyi netice verdi ve İslam öncesi cahiliye devrini de geride bıraktı. Öyle ki; Birinci ve İkinci Cihan harpleri menfi milliyet neticesinde ortaya çıktı.
Hitler Almanyası’nın “üstün ırk nazariyesi” safsatası, İkinci Dünya Savaşı’nın patlamasını netice vermiş ve milyonlarca insan vahşice katledilmiştir.
İtalya’da Mussolini’nin faşist rejimi korkunç bir terör estirmiş, binlerce insanı imha etmiştir.
Sömürgeci Avrupalıların Güney Afrika’daki yüz binlerce insanı topyekûn imha hareketleri Batı Medeniyetinin utanç verici kara tablolarından biridir. Bu cahiliye zihniyeti, bugün yine siyah beyaz ayrımı halinde devam etmektedir.
Dipnotlar:
(1) bk. Mesnevi-i Nuriye, Zerre.
(2) bk. Sözler, Yirmi Altıncı Söz'ün Zeyli.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü