"İ’lem Eyyühe’l-Azîz! Her şeyi tahrik eden zerrât-ı müteharrikenin, muayyen hadlerine kadar hareket ettikten sonra tevakkuf ve durmalarına dikkat eden adam anlar ki..." Devamıyla izah eder misiniz?
Değerli Kardeşimiz;
"İ’lem Eyyühe’l-Azîz! Her şeyi tahrîk eden zerrât-ı müteharrikenin, muayyen hadlerine kadar hareket ettikten sonra tevakkuf ve durmalarına dikkat eden adam anlar ki; her şeyin hududunda dâima harekette bulunan zerratı durdurup geri çeviren bir hudud bekçisi vardır. O zerratı taşmaktan menediyor. O bekçi ise, muhit bir ilmin tecellisidir ki, o tecelli kadere, kader de miktara, miktar da kalıba tahavvül eder. Demek, her şey içerisindeki zerrata bir kalıptır."(1)
Taşmak ve kalıp kelimelerinin kullanılmasıyla, konunun açıklanmasında misal olarak bir inşaat verilmiş oluyor. İnşaatın, meselâ, bir tek kolonunu düşünelim. Bu kolonun eni, boyu, yüksekliği önceden planlanır, sonra ona göre bir kalıp yapılır ve çimento o kalıba döküldüğünde sağa sola taşmadan kalıba göre şekillenir. Şimdi o kolon yerine kendi kolumuzu örnek alalım. “Kolumuzun şekli niçin böyle?” sualinin cevabı şudur: Bu kolun nasıl, ne şekilde ve ne büyüklükte olması gerektiği ilâhî ilimde takdir edilmiş ve o kolun harcı hükmündeki zerrat (atomlar) o manevî plana göre kola dökülmüş ve hiçbir tarafa saçılıp taşmadan şu muntazam şekli almıştır.
On Birinci Söz’de, insanın; “şuûn ve sıfât-ı İlâhiyenin bir mikyâsı” olduğu beyan ediliyor. Birçok hakikat gibi, eşyanın İlâhî takdire göre yaratılmasının da küçük bir misâli insanın istidadına konulmuştur. Şöyle ki:
Bir cümle önce zihinde kuruluyor, şekilleniyor, daha sonra kâğıda dökülüyor. Cümlenin zihnimizdeki bu şekillenmesi kadere misâldir. O cümleyi yazmak istediğimizde kalemimizin ucundan dökülen mürekkep, aklımızdaki plana göre şekillenir, onun dışına çıkamaz. Demek ki, o plan manevî bir kalıp oluyor ve mürekkep o kalıba göre kâğıda dökülüyor.
Bütün organlarımızın temel malzemesi atomlardır. Ancak farklı şekiller alıyorlar. Mesela; her beş parmağımızın malzemesi aynı olduğu halde, beşinin de uzunluğu birbirinden farklıdır. Bundan anlaşılıyor ki, manevî bir kalıp vardır; atomlar o kalıba göre hareket ediyorlar. Bu ise kaderin varlığını ispat eder.
Kâinatın en küçük parçası ile en büyük sistemi arasında muazzam bir münasebet, yardımlaşma, dayanışma, kucaklaşma ve cevaplaşma bulunuyor. Her bir zerre bu sisteme uygun adım atmak durumundadır. Mesela, insan bedenine giren bir atom, onun tümü ile uyumlu olmak zorundadır.
Ya zerre; bütün bedeni görüyor, biliyor ve ona göre adım atıyor denilecek ya da o zerre bütün kâinatı kudret elinde tutan ve her şeye hükmü geçen Allah’ın bir memuru ve mahlûkudur, denilecek. Her bir zerreye ilahlık payesi vermek yerine her şeyin sahibi bir Allah’ı kabul etmek tek çıkar yoldur.
(1) bk. Mesnevi-i Nuriye, Zeylü'l-Habbe.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü